31 Ağustos 2005 Çarşamba

Eylül...



Yine Eylül!
Yeni bir Eylül, iyi ki Eylül!
Mutluluğun bir adı da bu olsa gerek...

Henüz sonbahardan bahsetmek için erken belki, sıcaklar kıyı kentlerinde hala devam ederken.. Ama kısalıyor işte günler, sabahları biraz daha karanlıkta uyanmamdan anlıyorum. Hayır, serin değil sabahlar henüz, ama biliyorum ki evden çıkarken bir de şal almam gerekecek omuzlarıma, pek yakında... Sonrası hırkalar, daha da ilerisi şapkalar, atkılar demek. Sabah kahvemi fincana sarılıp avuçlarımı ısıtarak içmek, müslime sütü koymadan önce biraz kahve makinesinde ılıtmak, ofise gelirken çantama birkaç elma ve bitki çayı atmak, eve dönerken batan güneşi servis camından izlemek, daha da ileride aynı camdan ışıkların yandığı küçük kentimi seyre dalıp düşler kurmak demek...

Ben sonbahar kızıyım, belki ondan seviyorum Eylül'ü bu kadar. Yeni bir yaşın yaklaşmakta olduğu, yirmilerin yavaş yavaş otuzlara devrildiği düşüncesiyle son zamanlarda hüzünlenmeyi öğretse de hayat, içimde doğumgünü mumları üflemek isteyen bir kız çocuğu duruyor hala! İyi ki de duruyor.. İlhan İrem söylüyor ya hani; "mumları üfle bir dilim kes hayattan..." Ben hayattan dilimler kesiyorum Eylül gelince, sonbahara dönünce zamanın ibresi, Eylül'e dair cümleler dökünce günceme, umutlanıyorum, bir Eylül daha işte diyorum, bak işte yine sonbahar, yine yağmurlar gelecek, yine nemlenip misler gibi kokacak toprak... Yine ben o Tanrısal kokuyu içime çekeceğim, gözlerim dolacak...

Kahve tonlarına boyanacak doğa yavaş yavaş... Sadece kahve tonları mı? Turuncular, kırmızılar, mürdümler, daha ne renkler ne renkler... Sarı-sıcak tümü. Tümü sepya, tümü sonbahar, tümü Eylül...

Hayat usta gülümsüyor yeniden, kadim zamanlardan bugüne, o sonsuz bilgeliğiyle...



Mutlu Eylüller!

30 Ağustos 2005 Salı

Küçük mutluluklar!


Sevgili Estelle dün küçük mutluluklarını paylaşmış ve sonra da beni sobelemiş! Ben ancak bugün görebildim ve gülümseyerek hemen düşünmeye başladım küçük mutluluklarımı... Aklıma öyle çok şey geldi ki şaştım! Ben gerçekten de çok küçük şeylerle mutlu oluyorum, aslında mutluluğun zaten an'ların içinde saklı duran küçük şeyler olduğunu biliyorum. Ah bir de küçücük şeylerden hemen kırılıp üzülmesem!..

Küçük mutluluklar deyince bir de Amelie geldi aklıma. Bakliyat çuvalına elini sokmak, ahududu tanelerini parmaklarına takıp sonra onları teker teker yemek, kuptaki çikolatalı tatlının üstündeki kabuğu kaşıkla kırmak gibi şeylerden mutlu olan şeker kız Amelie bana çocukluğumun çizgi film kahramanlarını çağrıştırıyor. Amelie de defalarca izlediğim filmlerden!

Kendi küçük mutluluklarımdan 10 tanesi mi?
Mesela şunlar:

* Gecenin ilerlemiş saatlerinde ertesi günün tatil olduğunu düşünerek salonda yayılmak ve en sevdiğim filmlerden birini tekrar izlemek...

* Taze pişmiş kahve ve yeni açılmış çikolata paketinden çıkan dayanılmaz kokuları içime çekmek...

* Eve çok yorgun ve mutsuz geldiğim bazı akşamlarda annemin en sevdiğim yemeklerden birini pişirdiğini merdivendeki kokulardan anlamak...

* Kusursuz kabaran bir kek, ağızda dağılan bir kurabiye, çıtır çıtır bir ekmek pişirmek...

* Güzel bir kafede, aromalı bir kahve ve leziz bir eşlikçi ile kaçamak yapmak...

* Yeni bir derginin, gazetenin, kitabın sayfalarını ilk kez çevirmek, aynı zamanda o sayfaları ilk çeviren kişi olmak... (hatta eskiden daha sık rastlandığı gibi birbirine yapışık sayfa bulup onları mektup açacağıyla ayırmaya da bayılırım:)

* Ayraç koleksiyonuma yeni parçalar eklemek, arasıra onları halının üstüne yayıp seyretmek...

* Bir şişe kaliteli şarabı, yanında kaliteli bir peynirle birlikte, aynı keyfi alacak biriyle paylaşmak...

* Sonbaharın ilk yağmurunda yürümek, yüzümü ve saçlarımı biriken yağmur suyuyla yıkamak...

* Sevdiğim yazarların yeni çıkan kitaplarını kitapçıda ilk kez görüp dokunmak...

Küçük mutlulukları hatırlattığın için çok teşekkürler Estelle! Ben de bugün bir oyuna başladım bundan ilham alarak. Bloglarla sınırlı kalmasın dedim ve sevdiğim insanlardan, arkadaşlarımdan mutluluk listelerini istedim! Bakalım onlar neler yazacak?

Peki siz sevgili Tijen İnaltong , Ev Cini ve Hatice (Portakal Ağacı) sizin küçük mutluluk listeniz nelerden oluşuyor?

28 Ağustos 2005 Pazar

Vişne Reçeli

Vişneler pazardan kayboluyor yavaş yavaş. Bütün güzel yaz meyveleri gibi onlar da kısa ömürlü! Belki yaz meyvelerini bu kadar cazip yapan da budur, aylarca tezgahlarda kalan portakalların elmaların aksine kısa ömürlü olmaları. Tabi bu kısacık vakitlerde en güzel reçeller de onlardan yapılıyor.

Ev yapımı vişne reçeli tarifi

Ben de evde duran kavanozlar dolusu reçeller bir yana, vişne reçeli de yapayım dedim. Onun yeri ayrı ne de olsa, suyu da taneleri de pekçok işe yarıyor! Daha önce çekirdekli yapmıştım, bu kez çekirdeksiz denedim. Öyle de güzel böyle de. Pazar kahvaltısında bir parça taze ekmek üzerine azıcık kaymak koyar, üstüne de vişne reçelinizden sürerseniz çocuklar gibi mutlu olabilirsiniz. Herhalde bu iki lokmacık mutluluk yanında alacağınız kalorinin sözü edilmez.. (değil mi?)

Malzemeler
  • 1 kg vişne
  • 1 kg'dan birazcık fazla toz şeker
  • 1/2 limonun suyu

Yapılışı
  1. Vişneleri yıkayıp temizleyin, çekirdeklerini çıkartın ve kaynatacağınız tencereye alın.
  2. Tencereyi bu şekilde ateşe koyun, kaynamaya başladıktan 10 dk sonra şekeri ekleyin.
  3. Tekrar kaynamaya başladıktan sonra 20 dk kısık ateşte pişirin.
  4. Ateşten almadan 1-2 dk önce yarım limon suyu ekleyin.
  5. Reçelinizin kıvam alması için yayvan bir tepsiye boşaltıp üzerini cam bir levha (yoksa tülbent de olur) ile örterek 1 gün güneşte bekletin. Bekletirken 3-4 saatte bir karıştırın. Güneşte bekletme imkanınız yoksa reçelinizi daha uzun süre kaynatıp damla testi* ile kıvam almasını sağlayabilirsiniz.
* Damla testi: Porselen bir tabağın kıyısına vişne reçelinden 1 damla damlatın. Tabağı hafif çevirin, hemen akıyorsa bir süre daha kaynaması gerekiyor demektir.

Reçel yapmak hem çok kolay hem de çok keyifli bir uğraş. Pişerken çıkan meyve kokuları da dayanılmaz. Ben bir de her tür reçeli pişer pişmez sıcakken hemen taze ekmekle tatmaya bayılıyorum! Hakikaten çocuksu bir mutluluk bu...

Meyveler.. meyveler..

Bu sabah Portakal Ağacı'nda yeni yemek etkinliğinin konusunu öğrenince çok heyecanlandım! Büyük aşkım elma! Gerçi bu 15 gün içinde tatlanmış doğal elma bulup almak ve elmalı tarifler denemek zor olacak.. Pazarcı teyzelerimin mayhoş elmalarıyla bir çözüm üretmek gerek..

Neyse! Yeni bir hafta ve yeni bir iş dönemi başladı... Geçen bir haftaya ev tembelliği ve mutfak deneyleri haricinde bir düzineden fazla da film sığdırdığım, kült filmlerimi geceyarıları kahve eşliğinde tekrar tekrar izleyebildiğim için gerçekten mutluyum! Yeni sezonda varolan biricik sinemamıza bir de kardeş geleceğini ve tamı tamına 9 salonumuz olacağını öğrendiğim için ayrıca mutluyum:)

Muhtemelen bu hafta yoğun bir hafta olacak, umarım yeni tarif ekleyebilirim, ama şimdilik sadece "umuyorum". İlk sabah kahvemi içiyorum. Havanın sıcaklığı tahammül sınırlarını zorluyor! Tesellim, birkaç gün sonra en sevdiğim ayın, Eylül'ün başlayacak olması... Acaba bu yıl nasıl kutlamalı Eylül'ü?

26 Ağustos 2005 Cuma

Balbademli Kurabiye

Tatil biterken bolca kurabiye yapayım da belki sonra vaktim olmaz dedim. Evde bir kap dolusu kurabiye bulunmasında her zaman fayda var. Tabi ki "bayan çelik irade" olup mutfağa her girişte birer ikişer aşırmamak kaydıyla!

Balbademli Kurabiye Tarifi

Dün de eski tarif arşivimi karıştırırken bu balbademli kurabiye tarifine rastladım. Bir boş günümde yaparım diye diye ertelediğim tariflerden biriydi. Aslında hiç de zor değil ama ben nedense bademle yapılan tarifleri hep büyütüyorum gözümde. Sanırım bademleri kırmak, ıslatmak, soymak ve ince ince kıymak zor geldiğinden! Hakikaten de zor. Ama hazırda badem varsa tabi o zaman kolay. Benim de bademlerimi bazen annem otururken hazırlayıverir, bazen de ben "bir nevi meditasyon işte" der, başına geçerim. Dün annemin domates konserveleme işi olduğundan uzunca bir süre bademlerle uğraştım. Ama sonuca değdi mi, değdi!

Bu kurabiyeleri özellikle annem çok sevdi. Dünden beri o kadar çok yedi ki şaşırdım. Halbuki o da iradelidir, hatta bazen benimle inatlaşıp benden bile iradeli olabilir (sen yemezsen ben de yemem inadı:)

Bu balbademli kurabiyenin hamuru şık pastanelerde satılan ve ağızda dağılan o güzel kuru pastalara gerçekten çok benziyor. Üstelik çok da basit bir hamur. Üstüne konan bal, badem ve susam karışımı ise kurabiyeler iyice kızarınca çıtır çıtır bir lezzete dönüşüyor. Özel bir misafiriniz gelecekse hiç düşünmeden deneyebilirsiniz! Ben çift ölçü yaptım (tek ölçüyle 1 tepsi ~ 18 kurabiye çıkıyor) ama tek ölçü tarifi yazıyorum.

Malzemeler:

Hamuru için:
  • 220 g un (~ 2 su bardağından biraz eksik)
  • 2 yumurta sarısı
  • 150 g tereyağı (buzdolabından çıkmış, soğukken küçük parçalara bölünmüş)
  • 75 g pudra şekeri (1/2 su bardağı)
  • 2 paket vanilya
Üstü için:
  • 1 yumurta sarısı
  • 2 tatlı kaşığı süt
  • 10 g tereyağı
  • 25 g susam
  • 50 g çekilmiş badem (1/2 su bardağı)
  • 40 g bal

Yapılışı

  1. Unu, yumurta sarılarını, soğuk tereyağını, pudra şekerini ve vanilyayı güzelce yoğurarak hamurunuzu hazırlayın. Yağın soğuk olmasına şaşırabilirsiniz ama küçük parçalara bölündükten sonra problem olmuyor, hamur çok rahat toplanıyor. Hamuru streç filmle kaplayarak buzdolabında en az 30 dk bekletin.
  2. Bu arada üst malzemenizi hazırlayın. Tereyağını küçük bir tavada eritin, içine susam ve bademleri ekleyerek çıtır çıtır sesler gelmeye ve rengi hafifçe kahverengiye dönene dek kavurun. Ocağı kapatıp balı ekleyin, karıştırın.
  3. Dolaptan çıkardığınız hamurunuzu tezgahta inceltin, dilediğiniz şekilli kalıplarla keserek yağlı kağıt serili fırın tepsisine sıralayın.
  4. Yumurta sarısını sütle çırpın, bir fırça yardımıyla kurabiyelerin üstüne sürün.
  5. Hazırladığınız balbadem karışımından kurabiyelerinizin ortasına bolca koyun, hafifçe bastırın. Zaten pişince ve soğuyunca birbirlerine yapışacakları için dökülmeyecekler.
  6. Önceden ısıttığınız 180 derece fırında yaklaşık 30 dk pişirin.

Artan yumurta akları ne yapılır? İtinayla beze yapılır!

Kabul, küçük birer şeker topları onlar, her ne kadar yağsız - unsuz da olsalar! Kurabiyeyi çift ölçü yaptığım için bu sefer epey bezemiz oldu. Bir kutusunu bugün babaanneme verdim, deden sevinecek dedi:) Tabi siz beze yapmayıp 3 yumurta akına 1 yumurta daha kırarak düşük kolesterollü nefis bir omlet de hazırlayabilirsiniz!

Haftasonu geldi bile. Artık "normal bir haftasonu" gibi hissetmeye başlasam iyi olacak...

24 Ağustos 2005 Çarşamba

Çarşamba pazarından notlar / renkli sebzeler


Sabah uyandığımda mutfakta bir poşet dolusu pembe domatesle karşılaştım...
- Anneeee! Sen bensiz pazara mı gittin?
- Ne yapayım kızım uyanmadın.
- Anne insaf et, sabahın körü daha! (kabul, çok körü sayılmaz ama bir tatil günü için öyle)
Annem kestiği pembe domatesin bir yarısını burnuma uzatınca yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı.
- Hmmm.. nefis kokuyor! Hadi hemen yiyelim.
Annem ilk ve kısa pazar seferinde köylü bir teyzeden aldığı tazecik kesiği bir tabağa koydu ve üzerine pembe domateslerden doğradı.
- Zeytinyağı gezdirelim mi?
- Hayır hayır! bu böyle saf bir güzellik olarak kalmalı ve fotoğrafı çekilmeli..

Bugün çok uzun bir zaman sonra annemle pazar gezmesine çıktım. Mahallemizde kurulan pazara çok yakın olmak gerçek bir şans! Her Çarşamba iş çıkışında ancak toplanırken görebildiğim pazara, tatilde olunca bugün erken saatlerde çıkabildim. Rengarenkti yine! Gözlerime en fazla çarpan renk kırmızı oldu; biber, domates ve şeftali kırmızısı olarak! Nasıl da boldu hepsi. Annem domateslerin artık "olduğuna" kanaat getirdiği için farklı satıcılardan ve çoğunlukla "dört kilo 1"cilerden kilolarca domates aldık. Ve hemen bugün başladı annem onları şişelemeye. Domatesler doğranır, sonra kavanozlara doldurulur, kaynatılarak konserve edilir. Sonra da kış boyunca yemeklere 2-3 kaşık eklenir, o harika rengi ve kokusuyla afiyetle yenir! Son birkaç yıldır bu böyle bizde. Ve artık salçaya pek itibar etmiyoruz bu yüzden. Hem domatesleri şişelemek çok daha pratik.

Kurtlu mayhoş elmalar getirmiş köylü teyzeler, biliyorum doğallar ama tatlanmalarını bekleyeceğim yine de. İlaçla iştah açıcı görünüme kavuşturulmuş kocaman elmalar da vardı tabi ama elmaya duyduğum tüm aşka rağmen yutkunarak geçtim önlerinden. Şeftali alındı bolca, tatlı mı tatlı sultaniye üzümlerden de, sonracığıma eski bir sevgiliye rastlandı ve heyecanla en güzelleri seçildi: Mürdüm eriği tabi ki! Bu yılın ilk erikleri. Satıcı, annemle aramızdaki diyalogu (ne yapacaksın kızım o kadar eriği? kek yaparım anne) duyunca "afedersin abla kek mi yapıyonuz bundan?" dedi. Evet dedim. Adam şaşkınlıkla bir bana bir yanındaki çocuğa bakıp "annem neden yapmıyor ki?" demez mi! Annem kolumdan çekiştirmeseydi tarifi anlatmaya başlayacaktım nerdeyse (alışkanlık!) ama "teyzeye selam söyle, bildiği gibi kek yapınca hamurun üstüne bu eriklerden koysun öyle pişirsin" diyebildim sadece:)

Teyzemin biri taze bademlerini kurutup getirmemiş mi? İki de çuval dökmüş önüne, birine 5 der, öbürüne 3. Teyze etme eyleme ne farkı var bu bademlerin? Ver işte şunu da 3'e! Öbür badem biraz daha iri de ondan. Teyzem Nuh der peygamber demez. Hemen kırıverdi birkaçını. Lezzetli mi lezzetli. Peki dedik aldık biz de. Annem magnezyum eksikliği için her gün birkaç tane yiyor. Ben de bol bol aşırıp keklerime kurabiyelerime koyuyorum! Tam stok tükenmişti ki tazeleri geldi. Ne güzel!



Taze barbunyalardan aldık, o benim vazgeçilmezlerimden. Çıtır börülcelerden de. Daha çok taratorunu yapıyoruz börülcenin. Kavurması da güzel olur!

Börülce deyince, deniz börülceleri de nedense pek boldu ve öyle güzellerdi ki fotoğraflarını çekmeden duramadım. Satıcı nereli olduğumuzu sordu fotoğraf çektiğimi görünce. Buralıyız! dedim. Bir makineme bir bana bakıp "ee, ilk defa mı görüyonuz deniz börülcesi?" deyince annem gülmeye başladı. "Yok, biliyorum da, internet sitem var oraya koyacağım fotoğrafı" dedim. Adam "haa!" deyince annem daha fazla gülmemek için kolumdan yine çekiştirmek zorunda kaldı...



Pazarın içinde oturmanın güzel tarafı; yorulunca eve dönülür, alınanlar bırakılır, birer bardak dünkü soğuk çaydan içilip serinlenir, yedek poşet toplanıp tekrar çıkılır...

Bir teyzem de beyaz patlıcan satıyordu!
Hemen gidip, bunlar nasıl patlıcan böyle? dedim merakla. Hiç görmemiştim de duymamıştım da! Bakar mısınız lütfen?



Teyzem "mantar gibi olur gızım, pek güzel olur kavurması, alın bi deneyin" dedi. Demeseydi de alınır denenirdi zaten, bu merakla! Nasıl yapalım dedik, "bildiğiniz gibi gavurun" dedi. İyi peki. Poz vermeyi de pek sevdi teyzem! Yanında da ineklerinden sağdığı tazecik sütlerin şişeleri..

Biz hemen her sebzenin kavurmasını yaparız ya, patlıcanı da kavurarak yeriz genelde. Enteresan beyaz patlıcanları da hemen bu akşam pişirdik. Tarif her zamanki gibi; patlıcanlar küp küp doğranır, tuzlanarak kevgire konur, kara suyunun akması beklenir. Sonra tavada zeytinyağında 1-2 soğan ve birkaç diş sarımsak kavrulur. Kırmızı ve yeşil biberler de doğranıp eklenir. Sonra yıkanıp tuzu giderilmiş patlıcanlar da tavaya atılır ve hepsi karıştırılıp bir müddet kavrulur. En son küp doğranmış 2 domates de eklenir, orta ateşte arasıra karıştırılarak pişmeye bırakılır. Serviste üstüne yoğurt dökülerek afiyetle yenir.




Son olarak her zamanki hijyenik peynircimizden (bizi görünce eldiven takan peynirci!) peynirlerimizi de aldık. Kaşar yerine kullandığımız tulum (deri değil di mi? valla teneke tulum abla!), kahvaltılık karacotlu peynirimiz ve kelle peyniri - ki her zaman olmazdı, benim şansıma:) Karacotlu peynir çuvalı görülüyor aşağıda. Ahmet Örs'ün kulaklarını çınlattım. Sizin o peyniriniz var ya o peyniriniz! diye ne çok bahsetmişti:)


Pazar gezmesi böylece bitti işte...
Bir daha böyle uzun uzun ne zaman gezebilirim kimbilir? Hayatın renkleri ve kokuları pazarlarda. Gezilmeli, görülmeli, koklanmalı. Her fırsatta!

23 Ağustos 2005 Salı

Bitki Çaylı Kokteyl



Ben susayınca su içenlerdenim!
Sıcak günlerde serin birşeyler içmek istediğimde (ki bu "serin" lafın gelişi, oda sıcaklığından biraz daha soğuk olur benim içeceğim), öncelikle su, sonra belki maden suyu isterim. Gerçi yazın da kahveden vazgeçemediğim için soğuk kahveye de hayır demem! Soğuk yağsız sütüme az şeker ve bol kahve ekleyerek içmeyi severim. Meyve suları da güzel bir seçenektir belki ama ben meyvenin kendisini yemeyi daha çok seviyorum ve böylesinin daha yararlı olduğunu düşünüyorum, liflerinden, posasından da yararlanabilmek için..

Kola, aromalı - aromasız her tür gazoz ve teneke kutularda / plastik şişelerde satılan diğer tüm katkılı-boyalı içecekleri hayatımdan çıkaralı çok oldu. Eksikliklerini de hiç ama hiç duymadım. Hamburger kültürünü reddettiğim döneme denk geldi sanırım! Bu reddediş nedeniyle üniversitedeki son zamanlarımda çok ama çok zorlandım ve yemek pişirmekle ciddi anlamda ilgilenmeye o zamanlar başladım. Ve en son kolayı hatır için içtiğimi, hemen ardından da "ben ne yapıyorum?" dediğimi hatırlıyorum. O gerçekten son oldu! Alternatifler her zaman var, herşey tercihinize bağlı. Ben evde soğuk içecekler hazırlıyorum yaz aylarında. Bazen kışın sıcak olarak içtiğim bitki çaylarımı aynı şekilde demleyip soğutuyorum. Ben genellikle tatlandırma ihtiyacı duymuyorum ama az şeker veya bal ilavesiyle de harika oluyorlar. Özellikle de böğürtlen ve diğer meyve çayları ideal, soğuk içmek için. Dedim ya, alternatifler her zaman var, sadece onları tercih etmenizi bekleyen!

Bu kokteylin fikri Dr. Ender Saraç'a ait. Ender Saraç kitaplarını ilgiyle okuduğum, yazılarını takip ettiğim bir doktor. Ayurvedik ve vejetaryen beslenme üzerine araştırmalarından, önerilerinden oldukça yararlandım. Bu kokteyli nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama özellikle uykusuzluk ve gerginlik durumlarında önerdiğini not düşmüşüm defterime. Tadına baka baka yaptığım için bazı değişiklikler yaptım. Kendi yaptığım şekilde tarifini yazacağım. Bitki çaylarıyla aranız çok kötü olmadığı sürece seveceğinizi düşünüyorum. Zaten içindeki şeftali ve bal oldukça hoş bir lezzet veriyor...

Malzemeler:

- 2 yemek kaşığı papatya çayı (siz poşet çay kullanacaksanız 4 poşet)
- 1 poşet melisa çayı
- 5-6 dal taze nane
- 1,5 limon
- 2 adet şeftali
- 2 yemek kaşığı bal
- 2 lt içme suyu

Yapılışı:

1. Önce birer fincan papatya çayı ve melisa çayı hazırlayın. Her iki çayı da hazırlamak için, çay poşetlerini porselen fincanlarınıza koyup kaynamış içme suyu ekleyin, üstlerini kapatın, 5 dk kadar demlenmelerini bekleyin. Porselen demliğinizi de kullanabilirsiniz, ancak çayları ayrı ayrı hazırlamanız gerekir.

2. 2 lt suyu geniş bir kaba boşaltın, üzerine hazırladığınız çayları ekleyin. Karıştırma kolaylığı açısından derin ve büyük bir kap kullanmanız daha iyi olur.

3. Naneleri incecik kıyın, limonların suyunu sıkın. Bunları hazırladığınız karışıma ekleyin, daha sonra limonların kabuklarını da içine atın.

4. Şeftalileri rendeleyin. Balla birlikte şeftalileri de karışımınıza ekleyin. Karıştırın. Bu şekilde en az 30 dk bekleyin.

5. Süre sonunda çayınızı süzgeçten geçirin, şişelerinize / sürahilerinize doldurmadan önce tadına bakmayı unutmayın. Daha tatlı isterseniz bal ekleyebilirsiniz. Durdukça da lezzetlenecektir. İyice soğuttuktan sonra dilerseniz buz ilavesiyle servis yapın.


Yorgun bir iş günü sonrasında, uyku öncesi serin serin içmek için ideal bir kokteyl! Bu ölçülerle yapınca epey de gider herhalde:) Şimdi eve gidip önce hafif bir yemek yemeyi sonra da koca bir bardak içmeyi düşünüyorum...

Unutmadan, bugün de az önce izlediğim Küçük Buda'dan bir replik paylaşayım sizlerle:
Evini minimalist çizgilerde döşeyen adama Tibetli keşiş şöyle der:
"Kafan doluysa hiçbir oda yeterince boş değildir!"

22 Ağustos 2005 Pazartesi

Peynirli Kurabiyeler

Tatlıya olan düşkünlüğüm bir yana, bazı zamanlar oluyor ki tuzlu kurabiyeleri de severek yiyorum. Ama sadece şeker yerine biraz tuz eklenmiş kuru pasta gibi kurabiyeleri sevmiyorum. Hamuruna peynir karıştırılan kurabiyeler ise bu anlamda favorim.

Peynirli Kurabiye Tarifi


Ve işte bunlar da en favori tuzlularım: peynirli kurabiyeler!

Bunları dün kruvasanların yanına yapmıştım, acıkanlar ve tatlı yanına tuzlu da arayanlar için. Ben aramam diye kimse aramayacak değil:) İyi ki de yapmışım.Annem kendi defterine de yazmamı istediğine göre artık bizde başka bir tuzlu kurabiye tarifi yapılmayacak demektir! Zaten bu tarif onun isteğiyle bloga ekleniyor, ben bilinen bir tarif olabileceği için yazmak istememiştim ama annem mutlaka yazmamı söyledi. :)

Bu peynirli kurabiyeler Emine Beder'in güzel tariflerinden biri:

Malzemeler
  • 125 g tereyağı(oda sıcaklığında)
  • 100 g kaşar rendesi (ben tulum peyniri kullandım)
  • 1 yemek kaşığı yoğurt
  • 2 su bardağı un (yaklaşık)
  • 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1 adet yumurta
  • Bir tutam tuz

Üzerine
  • 1 yumurta sarısı
  • Çörek otu
  • Toz kırmızı biber

Yapılışı
  1. Derin bir kapta peynir rendesini, tereyağını, yoğurt ve yumurtayı karıştırın.
  2. Unu, tuzu ve kabartma tozunu ekleyerek yoğurun, elinize yapışmayan kıvamda yumuşak bir hamur yapın. Üzerini nemli bir bezle örterek 30 dk dinlendirin.
  3. Hamuru tezgahta merdane ile 1 cm kalınlığında açın, şekilli kalıplarınızla parçalar kesin. Ben papatya kurabiyeler yaptım:)Yağlı kağıt serilmişfırın tepsisine sıralayın.
  4. Kurabiyelerinizin üzerine fırça ile yumurta sarısını sürün, çörek otu ve kırmızı biber serpiştirin.
  5. 170 derece önceden ısıtılmış fırında güzelce kızarıncaya kadar pişirin.

Peynirli Kurabiye Tarifi


Evde bol bol film izleyerek geçiyor günler. Nasıl da özlemişim! Bu arada denemek istediğim tarifleri de planlıyor, evden çıkıp alışveriş yapıyor, yeni filmler kiralıyor ve eve dönüyorum. Keyfim yerinde! Kısa bir süre sonra ofis ortamına geri döneceğim ama bunu düşünmek istemiyorum...

Şimdi bu dumanaltı internet cafeden bir an önce çıkmam gerek. Hemen yandaki aktara uğrayacağım, melisa çayı almak için. Soğuk içecek denemelerine geliyor sıra yavaş yavaş. :)

Melisa çayı dedim de, aklıma geldi! Dün izlediğim Görkemli Hayatım'dan bir replik:

- Hayatındaki şu kız nasıl birisi?
- İyi birisi, çünkü bitki çayları içiyor.

18 Ağustos 2005 Perşembe

Güney Afrika'nın sütlü lezzeti: Milk Tart




Dün Tijen abla ve Türkmen'le uzunca bir yazışma trafiği sonrasında "japie's delight" mı "milk tart" mı derken milk tart'ı denemeye karar verdim. Her ikisi de Güney Afrika'ya özgü lezzetler. Orada yaşayan sevgili arkadaşım Türkmen bu nefis tarifleri bana çok önceden göndermişti göndermesine de, arşivime kaydedilip zamanını ve sırasını bekleyen pekçok tarif arasına karışmaktan kurtulamamışlardı. Demek ki Cem İnaltong'un Güney Afrika seyahatinden dönmesi ve ablasına ben milk tart istiyorum diye tutturması gerekiyormuş!

Önce arşivde sırasını bekleyen japie's delight'a karar verildi, sonra Türkmen'in Güney Afrikalı iş arkadaşı Luscha'nın teyzesi kendi yaptıkları şekilde orjinal milk tart tarifini yollayınca (biraz da japie's delight portakal suyu gerektirdiğinden ve mevsimi olmadığından) hızla karar değiştirildi ve dün akşam milk tart büyük bir heyecan ve merakla denendi...

Türkmen milk tartın biraz güllaca, ama daha çok Laz böreğine benzediğini ve aslında bu lezzetleri (özellikle de "mis gibi tereyağı ile yapılmış bol fındıklı" Laz böreğini!) tercih edeceğini söylüyor, biraz da satırlarında hissedilen memleket özlemiyle... Ama sütlü tatlıları tıpkı benim gibi çok sevdiği için milk tarta da bayıldığını ekliyor. Gerçekten de güzel bir lezzet, özellikle hafif tatlılar aradığımız bu sıcak günlerde, bir süredir de sütlü tatlı yapmamış ve özlemişseniz seveceğinizi düşünüyorum!


Malzemeler*:

Taban için:
- 50 g tereyağı
- 30 g pudra şekeri (1,5 yemek kaşığı)
- Küçük boy 1 yumurta
- 90 g un (1/2 su bardağından biraz fazla)
- 25 g mısır unu (tepeleme 1 yemek kaşığı)
- 1/3 paket kabartma tozu
- Bir çimdik tuz

Dolgu malzemesi:
- 500 ml süt
- 25 g tereyağı
- 3 yumurta
- 80 g pudra şekeri (4 yemek kaşığı)
- 25 g un (tepeleme 1 yemek kaşığı)
- 20 g mısır unu (1 yemek kaşığı)
- 1/2 paket vanilya
- Bir çimdik tuz

* Mutfak terazisi olmayanlar için ölçü karşılıklarını parantez içinde belirttim ama yine de imkanınız varsa terazi kullanmanızı tavsiye ederim..

Tartın yapılışı:

1. Oda sıcaklığındaki tereyağı ve pudra şekerini rengi açılıp kabarana kadar çırpın. Yumurtayı ekleyin.

2. Unu, mısır ununu, kabartma tozunu ve tuzu birlikte eleyin. Krema kıvamına gelen karışıma ekleyin, yoğurun.

3. 25 cm çapındaki yağlanmış fırın kabına (ben Borcam kullandım) bastırarak incecik yayın, kabarmaması için üzerinibirkaç yerden çatalla delin.

4. Önceden ısıtılmış 200 dereceli fırında yaklaşık 20 dk (rengi açık kahve olana dek) pişirin.

Dolgu malzemesinin yapılışı:

1. Öncelikle süt ve tereyağını kaynayana dek ısıtın.

2. 1 bütün yumurtayı, 2 yumurta sarısını, pudra şekerini, tuzu, unu ve mısır ununu krep hamuru gibi yumuşak ve pürüzsüz bir karışım olana dek çırpın.

3. Bu karışıma kaynamış tereyağlı sütün bir kısmını ekleyin ve iyice çırpın. Sonra da kalan süte yavaş yavaş ekleyin. Muhallebi kıvamına gelene kadar pişirin.

4. Ateşten alıp, 2 yumurtanın aklarını vanilya ile katılaşana kadar çırpıp ekleyin. Mikserle pürüzsüzleşene dek çırpın.

Son olarak, hazırladığınız dolgu malzemenizi pişirmiş olduğunuz tart hamurunuzun içine dökün, buzdolabına kaldırın. Orjinal tarifte buzdolabına kaldırmadan önce tarçın serpin diyordu ama ben unutmuşum. Siz dilerseniz sade dilerseniz tarçın serperek servis yapabilirsiniz...

Bu güzel tarifi göndererek günler sonra Kahve'yi şenlendiren sevgili Türkmen'e bir kez daha teşekkürler!


15 Ağustos 2005 Pazartesi

Çingene Pilavı





Ne? Çingene pilavı mı? Nasıl yani?
Bu nefis salataya neden çingene pilavı demişler, bilmiyorum. Ama annemin anlattığına göre bizim buralarda pazar kurulduğunda pazarcıların öğle yemeği olurmuş bu salata. Ama niye pazarcı pilavı değil de çingene pilavı, niye salata değil de pilav, bakın onu bilmiyorum ve bir türlü öğrenemedim.

Pazarcılar önlerine yığdıkları ürünlerine alıcı beklerken vakit öğleye geldiğinde de yine sattıkları sebzelerle doyururlarmış karınlarını. Kimde ne varsa getirir, domates satan domatesinden, soğan satan soğanından, peynirci peynirinden.. Karıştırılır hepsi koca bir kapta, bakkaldan alınıveren ekmekler bölüşülür ve bu nefis yemeğe girişilirmiş! Egeliler bilir, evde yemek olmadığında, hafif bir öğle yemeği gerektiğinde, hemen aklımıza gelen ilk çözümlerden biridir çingene pilavı. Yapımı kolay, malzemeleri basittir ama taze ekmeğiniz varsa harika bir öğün olur.

Dün akşam eve gittiğimde annemler su almaya gitmişlerdi (içme suyumuzu almak için belli aralıklarla yakındaki -suyu çok lezzetli olan- bir köye gidiyorlar). Masanın üzerinde kendime çingene pilavı yapmamı yazdığı notunu bulduğumda gülümsedim. Peyniri bile çıkarmış, tabağa koymuştu. Ben de hemen gerisini hazırladım, bir parça ekmek ve yarım kadeh şarapla birlikte basit yemeğimin tadını çıkarttım. Sizinle de bu keyfi paylaşmak istedim... Kendinize bir tabak çingene pilavı hazırlamak isterseniz:

Malzemeler:
- 1 avuç kesik*
- 1 küçük domates
- 1 küçük soğan
- 1 yeşil biber
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- Mümkünse deniz tuzu

* Bu salata için burada kesik dediğimiz bir nevi çökelek kullanılıyor, ama herhalde tuzsuz ve yağsız başka bir çökelek türüyle de olur.

Yapılışı:
1. Kesiği ufalayıp bir tabağa koyun.

2. Domatesi, soğanı ve biberi kesiğin üzerine küçük küçük doğrayın.

3. Yağınızı ve tuzunuzu malzemenin üzerine gezdirip karıştırın.

4. Tazesi yoksa da bir parça ekmek kızartarak afiyetle yiyin.


Basit ve sade bir lezzet, yorgun bir akşamın mutluluğu olabiliyor bazen... Neden olmasın?

14 Ağustos 2005 Pazar

Zencefilli ve Kuru İncirli Şeftali

Şeftali benim en sevdiğim yaz meyvelerinden biri. Sevmediğim meyve var mı? Galiba yok. Olsa olsa "aramadıklarım" ve "yokluğuna katlanamadıklarım" (elma yemeyi nasıl özlüyorum anlatamam!) vardır.

Zencefilli, kuru incirli şeftali tatlısı

Meyveler açlık krizlerinin de, tatlı krizlerinin de en masum hatta en faydalı yatıştırıcılarıdır! Hele benim gibi 24 saatinizin neredeyse yarısını ofiste geçiriyorsanız acil durumlarda kurtarıcınız olabilirler. Çekmecenizde ve buzdolabınızda (ancak hava çok sıcaksa, yoksa tercih edilmese daha iyi) bulunduracağınız meyveler sizi bisküvilere, zararlı atıştırmalıklara yönelmekten de kurtarır.

Bloglar arası ilk yemek etkinliğimiz "Şeftali-YE" için, hamurişinden ziyade hafif bir yaz tatlısı yapmak istedim. Tamam itiraf ediyorum, tart yapma girişimlerim "bu aralar fazla hamurişi yaptığım" için (kuru iftira!) annem tarafından engellendi. Bu masum tatlı için kullanacağım malzemeleri söylediğimde ise, "hımm, tamam, sakıncası yok" bakışıyla baktıktan sonra o da sonucu hevesle beklemeye başladı. Açıkçası bir müddet sonra mutfaktan yükselen kokuları duyunca ikimiz de bu seçimden son derece mutlu olduk!

Tarif Tijen İnaltong - Mutfakta Zen'den. Tijen ablamın bu kitabından oldukça yararlandım. Özellikle doğal malzemeli ve pratik tarifler içeriyor. Sonuçları da son derece güzel oluyor! Hafif ve düşük kalorili, ama lezzetli ve keyifli bir meyveli tatlı arıyorsanız, yemek sonrası ne ikram etsek de ağır gelmese, içimizi serinletse diye düşünüyorsanız işte tarif:

Malzemeler
  • 3 adet iri olgun şeftali
  • 1 yemek kaşığı esmer şeker
  • 1 çay kaşığı toz zencefil
  • 1 parça kabuk tarçın
  • 3 adet karanfil
  • 2 adet kuru incir
  • Üzeri için iri parçalanmış ceviz

Yapılışı
  1. Kuru incirleri yıkayın, küçük küçük doğrayın.
  2. Şeftalilerin kabuklarını soyun, irice doğrayın.
  3. Şeftalileri ve incirleri küçük bir tencereye alın, üzerlerine esmer şeker ve zencefili serpin.
  4. Karanfilleri ve tarçını malzemenizin üzerine koyun, kapağını kapatın, kısık ateşte 10 dk pişirin.
  5. Servis tabağına alarak soğumasını bekleyin (içindeki tarçını ve karanfilleri çıkarabilirsiniz).
  6. Dilerseniz sade, dilerseniz vanilyalı dondurmayla servis yapın.
Dondurmalı kuru incirli şeftali tatlısı
Sanırım şeftaliyi pişince daha çok sevdim!

*************************************

Sizlerle bir mutluluğumu da paylaşmak istiyorum.
13 Ağustos Cumartesi sabahı kahvaltı sonrası keyif çayımı içerken Akşam Gazetesi'nde Nedim Atilla'nın köşesinde Karaburun gezisi sırasında çektiğim fotoğrafları gördüm. Çekmemi ve göndermemi istediği için yayınlayacağını tahmin ediyordum ama yazısında benden ve blogumdan da bahsettiğini, hatta "Mor Çiçekler, Mor Üzümler Diyarı: Karaburun" adlı yazımdan uzunca bir bölümü alıntı yaparak blog adresimi de verdiğini görünce çok ama çok mutlu oldum!

Yazıyı görmemden hemen önce eski iş arkadaşım Nilgün'ün araması ve siteyle ilgili güzel sözler söylemesi, sonrasında da Tijen ablamdan gelen mesajla mutluluğum katlandı.

Yazmaya ve paylaşmaya devam etmem gerektiğini hissettirdiğiniz için hepinize içtenlikle teşekkür ederim!...

11 Ağustos 2005 Perşembe

Yoğurtlu Közleme

Üniversitedeki ilk yıllarımda, eve dönüş zamanları aynı zamanda rahmetli anneannemin beni şımartma zamanlarıydı. İsteyip de alamadığım ne varsa birer "sürpriz" olarak karşıma çıkar ve beni çok mutlu ederdi. Onu ziyarete gitmek çeşit çeşit sürprizle karşılaşmak demekti! Hiç beklemediğimiz bir anda uzatılan hediye paketi ("bak bakalım beğenecek misin?"), arka odalardaki çekmecelerden çıkan çikolatalar, ve tabi mutfaktan yükselen kokular..

Yoğurtlu patlıcan - biber közlemesi


Onun yemekleri bana daima annemin yemeklerinden bile lezzetli gelmiştir. Anneannem evinde daima yemek pişen, sofra kurulan bir kadındı. Yalnız yaşıyor olmasına rağmen mutfak daima çeşit çeşit yiyecekle dolu olur, biz gittiğimizde özlediğimiz yemekler yapılır, çayın yanına içi evde hazırlanarak aşağıdaki fırına yaptırılıveren pideler olurdu. Sıcak pidelerin içine közlenmiş biberleri sarar, yanına kestiğimiz sulu domateslerle yerdik. Ama ben en çok onun yoğurtlu közlemesine bayılırdım! Bu çok basit, salataya benzeyen yemek benim için dünyanın en lezzetli yiyeceklerindendi (hala öyledir) ve anneannem tatillerde eve döneceğim zaman ne istediğimi sorduğunda yanıtım hiç değişmezdi: Közleme!

Bilmiyorum sihir onun parmaklarında mıydı, bizlere duyduğu sevgide miydi? Galiba öyleydi. Başka nasıl bu basit yemek bir ziyafete dönüşebilirdi ki? Şimdi annem yapıyor közlemeyi. Ben közleme olduğunda başka yemek aramıyorum, yanında kızarmış ekmeğim de olursa aramıza başka yemeğin girmesini kesinlikle istemiyorum.

Yazın en güzel bostan patlıcanları odun ateşinde közlendiğinde, yoğurdunuz da süzme ve lezzetliyse parmaklarınızı yiyebileceğiniz bir lezzettir bu! Domatesli-çiğ soğanlı versiyonu da güzel olur, zaten közlenmiş patlıcan her şekilde güzeldir ama yoğurtlunun yerini bence hiçbirisi tutmuyor...

Malzemeler:
  •  3 adet közlenmiş patlıcan
  • 1 adet közlenmiş kırmızı biber
  • 1 adet közlenmiş yeşil biber
  • Süzme yoğurt
  • 2-3 diş dövülmüş sarımsak
  • 1 adet iri soğan
  • 1 kahve fincanı zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
  • Taze çekilmiş karabiber
  • Tuz (mümkünse deniz tuzu)

Yapılışı
  1. Büyükçe bir servis tabağına ince ince kıydığınız közlenmiş malzemenizi yayın.
  2. Sarımsağı dilediğiniz miktarda süzme yoğurtla karıştırın. Yoğurt akıcı kıvamda değil, koyu krema kıvamında olursa daha güzel olur. Tuzunu ekleyin.
  3. Yoğurdu servis tabağındaki malzemeler üzerine kaşıkla koyun. Karıştırmayın, sadece kaşıkla aralardaki boşluklara girmesini sağlayın.
  4. Soğanları ince ince doğrayın. Zeytinyağını tavada kızdırın, soğanları karamelize oluncaya kadar çevirin. Soğanlar ne kadar kızarıp çıtırlaşırsa o kadar lezzetli olur. Ocağı kapattıktan sonra toz kırmızı biberi ekleyin, karıştırın.
  5. Hazırladığınız soğanlı sosu közlemenin üzerine gezdirin. Karabiberinizi el değirmeninde çekerek döktükten sonra servis yapın.

9 Ağustos 2005 Salı

Armutlu Turta



Moralimin bozuk olduğu zamanlarda mutfak terapisi çok iyi gelir bana...

Güzelim haftasonu sonrası yeniden ofiste olmak, üstelik canımı sıkan şeyler yaşamak beni dün akşam adeta koşar adım mutfağa yöneltti. Hemen hamur yoğurmalı, kendime gelmeliydim. Hem evde de çay-kahve yanına çıkarılacak birşey kalmamıştı. Tatlı birşeyler iyi gelirdi ama ne? Dolaba baktım, bu aralar -özellikle de sabah kahvaltıda yulaf ezmeme doğrayarak- bolca yediğim armutları gördüm. Ne zamandır denemeyi istediğim armutlu turtayı denemenin tam zamanı dedim ve keyifle başladım turtamı yapmaya...

Yaz geçmeden meyvelerden bol bol yararlanmak gerek. Keklere, turtalara, tatlılara da çok yakışıyorlar! Buzdolabından çıkarttığınız serin mi serin bir meyveli turta herhalde sıcak ikindilerde çayınızın yanında harika gider. Ben malesef ofiste tadına baktım turtamın, ama siz denerseniz benim yerime de şöyle güzel bir çay demleyin, balkonunuzda serin serin tadını çıkarın.

Tarifin kaynağı malesef bilinmiyor çünkü annemin tarif defteri arasındaki gazete kupürlerinden birinde görüp deneyeceklerim arasına almıştım. Ben tarifteki yumurta sayısından 1 azalttım, üzeri için de limonlu jöle kullanmak istemediğimden Dr. Oetker'in tart jölesini kullandım.

Malzemeler*:

Turta hamuru:
- 225 g un
- 150 g Zeytinyağlı Becel (veya tercih ettiğiniz yağ)
- 75 g pudra şekeri
- 1 paket vanilya
- 1 yumurtanın sarısı
- Bir fiske tuz
- 1 yemek kaşığı soğuk su

Kreması:
- 1 yumurta + 1 yumurtanın akı
- 10 g mısır nişastası
- 125 ml çiğ krema
- 75 g pudra şekeri

Ayrıca:
- 4 tane armut
- 1 limonun suyu
- 1 paket tart jölesi
- 2 yemek kaşığı badem

* Bu tür tariflerde gram ölçüsüne uymak her zaman için daha iyi. Ben de bardak / kaşık ölçüsü verilmeyen tarifleri eskiden sevmezdim ama şimdi malzemeyi hassas terazide ölçerek yapmanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ama sizin bu şekilde ölçme imkanınız yoksa malzemenizi değişik kaynaklarda bulabileceğiniz (bulamazsanız ben de yazabilirim) standart bardak / kaşık ölçülerine uyarlayarak kullanın...

Yapılışı:

1. Turta hamurunu hazırlamak için; unu, yağı, pudra şekerini, vanilyayı, yumurta sarısını, soğuk suyu ve bir tutam tuzu karıştırarak yoğurun. Biraz yumuşakça, ama elinize de fazla yapışmayan bir hamur olacak. Streç filme sarıp buzdolabında 1 saat bekletin.

2. Kremasını hazırlamak için; yumurtaları, pudra şekerini, nişastayı ve çiğ kremayı mikserle çırpın.

3. Bademleri sıcak suda bekleterek kabuklarını soyun, ince ince dilimleyin.

4. Armutları soyun, çekirdeklerini çıkarıp ince uzun dilimler halinde doğrayın. Üzerlerine hemen limon suyu gezdirin ki kararmasınlar.

5. Tart kalıbınızı yağlayın (ben hamur az olduğu için büyük tart kalıbım yerine 26 cm çapında Borcam kullandım), bademleri kalıba serpiştirin. Daha sonra hamuru kalıba düzgünce yayarak kenarlarını 2 cm yükseltin.

6. Armut dilimlerini hamurun üzerine sıralayın. Hazırladığınız kremayı da armutların üzerine gezdirin.

7. Önceden ısıtılmış 175 dereceli fırında 35 dk pişirin.

8. Turta biraz ılıdıktan sonra tart jölesini paketteki tarife göre hazırlayın ve üzerine dökün...


Turtayla uğraşırken mutfaktaki kısacık vaktim bitti, uyku saati geldi ve anneme tekrar yapacağıma söz verdiğim sakızlı lorlu kurabiyeleri yapamadım... Onu da bu akşam yaparım artık.

7 Ağustos 2005 Pazar

Mor çiçekler, mor üzümler diyarı: Karaburun



Ege'nin bir ucundaydım haftasonunda...
Atlas'ın 2005 Tatil sayısında "Ege'nin uç beyliği" diye bahsedilen Karaburun'da, Karaburun Belediyesi tarafından bu yıl 5-7 Ağustos tarihlerinde ikincisi düzenlenen Karaburun Şenliği'nde. Sevgili Tijen ablamın (İnaltong) davetiyle bu lezzet şölenine ben de konuk oldum. Çok ama çok şanslı sayıyorum kendimi! Tijen ablayla birlikte; Akşam Gazetesi yazarı, gezgin-lezzetçi, kendisi sürekli estafurullah dese de Türkiye'nin önemli gurmelerinden sevgili A. Nedim Atilla ve Sabah Gazetesi yazarı, yine kendisi kabul etmese de önemli gurmelerimizden Ahmet Örs Şenliğin lezzetçi konuklarıydı. Bilmem lezzetçi demek daha uygun düşer mi, gurmeliği hiçbiri kabul etmediğine göre?

Bana gelince, ben sadece şanslıydım.
Hatta kim olduğumu soranlara "sadece bir şanslı" demek istedim gezi boyunca! Ama Tijen ablacığım herkese kardeşim diye tanıttı beni. Ona ne kadar teşekkür etsem az ama bir de buradan teşekkür etmek istiyorum (biliyorum, o istemez hatta kızar şimdi ama olsun)!

Çok şey öğrendim, çok lezzet keşfettim, nefis yemekler tattım iki gün boyunca. Eskiler "yediğin içtiğin senin olsun" der ama ben yine de haftanın ilk yazısında bunları paylaşmak istedim sizlerle.. Belki gözlerinizi kapatıp elinizi uzatırsanız fotoğraflardan bir "çılkım" üzüm bile koparır, o eşsiz rayihasını damağınızda hissedersiniz, belli mi olur?

Karaburun'un İzmir'e mesafesi 100 km, bu da İzmir'den sonra yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk anlamına geliyor. Herhalde Türkiye'de yapılabilecek en nefis manzaralı yolculuklardan biri bu olsa gerek! Yol biraz virajlı olsa da, gözlerinizin maviyle ve yeşille buluşup hasret gidereceği, yolda olmanın keyfini hissedeceğiniz bir yolculuk bu...

Derken Karaburun'a ulaşıyor, serin mi serin (geldiğiniz yer 41 dereceyse üşüyebileceğiniz kadar serin!) tertemiz havasını içinize çekiyorsunuz.. Hele bir de az önce yağmur yağmışsa, havada asılı kalan koku sizi bir anda kendinize getirir, yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle Karaburun sokaklarını adımlamaya başlayabilirsiniz.



Biz önce sokaklarda domates, üzüm, kavun, armut, börülce satan Karaburun köylülerinin tezgahları arasında kısa bir tur attık, mis kokulu kavunlardan hemen oracıkta kestirip tadına baktık. Sabah erken kalkmış ve yolculuk sırasındaki zorunlu beklemelerimizde öğle yemeği yiyememiş olduğumuzdan kurt gibi acıkmıştık! Etrafı fazlaca göremeden, kendimizi ağaçların altına kurulmuş ahşap masalardan birinde erken akşam yemeğinde bulduk. Cavidan hanımın gözetiminde (Tijen abla daha detaylı yazar herhalde, yakında kendi yemek kitabını çıkaracak olan bir gurme Cavidan hanım) Karaburunlu ev hanımlarının hazırladığı nefis yöresel yemeklerden tadacaktık.

Hepimizin bildiği ama geleneksel de olsalar her elin ayrı yaptığı yaprak sarması, biber dolması, domates salatası, patlıcan ezmesinin yanına sıralanmıştı kimini hiç bilmediğim kiminiyse özlediğim lezzetler.. Pirinçli bir içle hazırlanan masur böreği, kızarmış hamurların yoğurtlu bir sosa bulanmasıyla yapılmış, ama bu basit tanıma rağmen inanılmaz bir lezzeti olan dede sarığı, Tijen ablamın ayaküstü tarifini aldığı (duymasın, bloknotundan kopya çektim tarifi ama tabi ki yazmayacağım:) bence yemeğin yıldızı olan kabaklı negerek böreği yöreye özgüydü ve tabi bilmediklerimdi..


tepside negerek böreği...

Özlediğim ise, Ayvalık'tan sonra hiçbir yerde rastlayamamış ve yiyememiş olduğum kabak çiçeği dolmasıydı ki, pirinçli yemeklerle arası hoş olmayan ben bu minik dolmaları her gün önüme koysalar yerim... (annemin dediğine göre bizim buralarda da bazı pazarcıların erken saatlerde kabak çiçeği getirdiği oluyormuş, ama bu çiçekler ille de ilgi ister, beklemeden pişirilmek ister.. Ne yapsam, bir Çarşamba günü sırf bunun için şirketten izin istesem verirler mi ki?!)


güveçte zeytinyağlı taze fasulye... bildiğimiz gibi değil!


Tatlı olarak; yufka katmanları arasında serpilmiş bol cevizi ve şerbetiyle aslında tanıdık bir lezzet olan kesme tatlıya ve yörede sündürme dedikleri höşmerime sıra gelmesini şahsen sabırsızlıkla bekledim:) Karnı açken bile tatlı düşünebilen, hatta tercih et deseler "kesinlikle tatlı!" diyen biri olarak bu benim için yemeğin en keyifli bölümüydü...





Birol Üzmez'in fotoğraf sergisi ve Tariş'in zeytinyağı standı, zeytine ve zeytinyağına aşık olanları bekliyordu dışarıda...


Yemek sonrasında gittiğimiz Şenlik alanı cıvıl cıvıldı. Karaburun Kadın Kooperatifi'nin standında el emeği sepetler, işlemeler, takılar (gelin kızların boyunlarına taktıkları mis kokulu karanfil kolyeleri yapıyorlar), çeşit çeşit reçeller (karabaşotunun tek başına ya da gelincik otuyla birlikte reçelini yapıyorlar, yine enginar reçeli bildiğim kadarıyla sadece burada yapılıyor) vardı. Bir süre Yusuf Savaş Emek'in kitap standında Ahmet Bey ve Tijen ablayla birlikte sohbet ettik. Savaş Bey Karaburun'da bir gelenek haline gelen Ütopyalar Toplantılarını düzenliyor. Bu yılın toplantısı geçmiş, ama gelecek yıl yapılacak olan ve sevgili İlhan İrem'in de büyük ihtimalle katılacağı toplantıya beni şimdiden davet etmesine çok sevindim! İlhan İrem'le tanışmanın hayali bile müthiş! Bakalım sözünde duracak mı?

O akşamın Şenlik programında "Şeyh Bedrettin ve Sanat" konulu panel vardı ve Radikal Gazetesi yazarı Haydar Ergülen ile, antik kentler üzerine pekçok kitabın ve devasa bir "Tarihsel Adlar Sözlüğü"nün yazarı olan Bilge Umar panelistler arasındaydı. Şeyh Bedrettin Destanı'nın alkışlanan dizeleri eşliğinde indi akşam Karaburun'a...


****************************************

Ertesi sabah erkenden uyanıp yine Cavidan hanımın ev sahipliğinde kahvaltı yapacağımız yere doğru yola çıktık. Önceki akşam geç vakitte gelen Nedim Bey ile ekip tamamlanmıştı (dedim ya, bendeniz sadece bir şanslıyım!)

Neler yoktu ki kahvaltıda?
Ege'nin klasik kahvaltılıkları haricinde ilk dikkatimizi çeken kapalı pide oldu. Cavidan hanımın bir nevi kapalı pizza dediği bu pideyle başladı günün lezzet şöleni.



Adını çok duyduğum ama tadamadığım kopanisti peyniri, zeytinyağının içinde çökelek görünümünde bir peynirdi. Yanılıp bir kaşık aldım tabağıma ama tadına baktıktan sonra kalanını yiyemedim. Kopanisti, ancak başka lezzetlerin arasına karışarak, o keskin tadı hafifletilerek yenebilen bir peynir. Benim gibi farklı peynirlere çok meraklı bir peynirsever olsanız bile! Tuzuyla, yoğun ve tanıdık aromasıyla kelle peynirini daha çok sevdiğimi itiraf etmeliyim:)

Yöreye özgü hurma zeytini, Nedim Bey'in zeytinyağına kırılmamış olduğu için hayıflandığı köy yumurtaları ve tabi çeşit çeşit reçeller kahvaltının diğer farklı tadlarıydı. Ben tabi ki en çok reçellere bayıldım! Karabaşotu, domates, erik, çıtır kabak, portakal ve turunç reçelleri.. Hepsinden tadacağım der ve bir de kaptırırsak iş kötü.. Sonra gün boyu nasıl üzüm yiyeceğiz? O yüzden kaşığın ucuyla alalım da, tadı damağımızda kalsın..


ön planda erik reçeli, arka planda çıtır kabak


Derken yeniden Şenlik alanı. Günün ilk etkinliği üzüm yarışması!
Çoğunluğu Kösedere köyünden gelen 20 yarışmacı heyecanlı beklemelerine başladı, lezzetçilerimizden oluşan jüri yerini aldı. Tek tek çağrılan üzüm yetiştiricileri, özenle seçerek en güzel sepetlerine yerleştirdikleri gözalıcı üzümlerini gururla sergiledi, tadımlar yapıldı. Sonunda oybirliğiyle Yüksel amcanın yetiştirdiği "enfes" mor üzümler 1. oldu. Hakkı değil mi ama bakar mısınız?



Tabi diğer üzümlerin hakkını yememek gerek. Hepsi ama hepsi o kadar güzel, o kadar lezzetliydi ki! Yöreye özgü razaki (ben bizim "kadın parmağı" üzümlerimize benzettim ama bilenler bu farklı dediler), sultaniye, en şiddetli tatlı krizlerine birebir. Ben bu üzümlerden reçel yapılmamasına şaşırdım biraz, bizim çokça yaptığımız üzüm reçeli, bu üzüm memleketinde yapılmıyor...

Yarışma sonrasında Yüksel amca kendi bağında yetiştirdiği bu hakikaten enfes üzümlerden şarap da yaptığını söyleyince gidilecek adres belli olmuştu: Yüksel amcanın bağ evi! Karaburun'un ünlü rüzgarlarına açık, turkuaz denizle karşı karşıya bir bağ evi var Yüksel amca ve eşi Mübeccel teyzenin. Yanıbaşlarındaki bağlarında mor salkımlar büyüyor, karşılarındaki incir ağaçlarında incirler ballanıyor...


bu fotoğrafı Nedim Bey için çektim ama kızmaz herhalde siteye de koymama:)


Biz gittiğimizde düğün hazırlıkları var evde! Hamurlar açılıyor, sac üzerinde katmerler pişiyor, bize de düşüyor:) Mübeccel teyze keçi sütünden kendi yaptığı tulum peynirini koymuş katmerine. Toprak kokulu domatesleri ve ev yapımı şarapları eşlik etti bu lezzete...



Bütün bu lezzetlerin üzerine, Karaburun'un tertemiz koylarından birinde birkaç kulaç atmamız şarttı artık, biz de öyle yaptık! Yüzme keyfimiz ilk başta kısa sürse de öğleden sonraki tekne turu ile devam etti.

Vakit akşama doğru ilerlerken Tijen ablamın da katılacağı "Zeytinyağı Uygarlığı" paneli öncesi son bir yemek yedik. Yine Cavidan hanımın elinin değdiği nefis yemekler ve eşlik eden Sevilen Majestik... Tabi bir de en üstte gördüğünüz fotoğraftaki muhteşem üçlü biraraya geldi ki, başka hiçbir şey olmasa bile yeterli olurdu bence! Bu üçlü; bir kadeh kırmızı şarap, yöreye özgü bir parça peksimet ve yanında kopanisti peyniri karıştırılmış domatesli bir mezeden oluşuyordu. Peksimet suyla ıslatılarak biraz yumuşatılıyor, sonra üzerine bolca ezme koyularak suyunu çekmesi bekleniyor, şarabınızdan alacağınız yudumlar eşliğinde mutlulukla yeniyor...

peksimet ıslatılmadan önce...

Paneli, otobüse yetişmem gerektiği için ancak kısa bir süre dinleyebildim, öncesinde Tijen ablayla vedalaştım ve mor üzümler diyarı mis kokulu Karaburun'dan ayrıldım... Dönüş yolculuğunda gün batımının inanılmaz renklere boyadığı koyları izlerken otobüsten inivermek içimden geçmedi değil!..

Benim Karaburun'um böyleydi işte.. Asıl lezzetçilere kulak vermek gerek şimdi. Kimbilir Tijen abla güzel kalemiyle nasıl anlatacak kendi Karaburun'unu? Ya Nedim Bey, Ahmet Bey, onlar nasıl anlatacaklar kimbilir? Hepsini merakla ve heyecanla bekliyorum.

Mor çiçekler, mor üzümler diyarı Karaburun için son söyleyebileceğim, belki de ilk söylenmesi gereken:
"ne olur, hiç olmazsa sen hep böyle kal!"




4 Ağustos 2005 Perşembe

Nohut Mayalı Ekmek

Ve işte annemin nohut mayalı ekmeği! Nar gibi kızarmış, tepsisinden çıkıp dilimlenmeyi, sonra da afiyetle yenmeyi bekliyor.. Annem nohut mayasını ne zaman öğrendi, ne zaman yapmaya başladı, ne zaman bizde alışkanlık yaptı bilmiyorum ama tek söyleyebileceğim bu ekmeği yiyince ekmek yediğimi ve doyduğumu anladığım!

Nohut Mayalı Ekmek Tarifi

Çok basit bir akşam yemeğini bir şölene dönüştürebilir anneciğimin bir dilim kızarmış ekmeği. Hele o gün karbonhidrat girmediyse bünyeye, eve döndüğümde muhtemelen gergin ve mutsuzumdur, işte o zaman kızarmış ekmek kokusu çikolata yediğim zamanlardaki kadar mutlu eder beni. Ama esas lezzet şöleni sabah kahvaltılarıdır ki, bu ekmeğin yanına ille de katık gerekirse bolca sızma zeytinyağı gezdirilmiş bir tabak çörekotlu çökelek (bizim buralardaki adıyla "karacotlu peynir") yeter de artar bile.. Soğuk kış günlerinde balla da nefis olur, hele de sıcacık kızartıldığında. Çok tatlı çektiyse canımız, yaz günlerinde de karadut reçeli ve tatlı lor eşlik edebilir bu mutluluğa.

Eskilerin çok kullandığı bir mayaymış nohut mayası. Hazır mayalar icat olunup mertlik bozulmadan önce Anadolu kadınının elinin altındaki en temel malzemeler olan nohut ve unla yaptığı bu maya, hazırlanması için sizden istediği birazcık sabra ve vakte oranla inanılmaz bir lezzet sunar ve inanın bu zahmete fazlasıyla değer...

Biz de annemle geçen Cumartesi sabahı (maya kurmaya Cuma akşamından başlayarak) haftalık ekmeğimizi yaptık. Bir büyük tepsi bir de küçük tepsi 2 ekmeğimiz oldu. Yaparken de tarifi sizlerle paylaşacağımı söyledim anneme. Şimdi heyecanla denemenizi ve başarmanızı bekliyor(uz). Bu ekmeği boş bir gününüzde, belki bir haftasonunuzda, aralardaki bekleme sürelerinde başka işlerinizi yaparak, belki kitabınızı - gazetenizi okuyarak denemenizi öneririm. Tarifi annemden detaylıca öğrendiğim şekilde yazıyorum, umarım fotoğraflar da yardımcı olur.

Ekmeği denemeniz için size gerekenler

  • 1 avuç kuru nohut
  • Mümkünse demir bir havan
  • Büyükçe bir kavanoz
  • Bolca un, tercih ederseniz ayrıca kepekli un / tam buğday unu (veya 2-3 avuç kepek)
  • 5-6 adet defne yaprağı
  • ve birazcık boş vakitten ibaret...

1. Aşama - Maya için nohutların hazırlanması

1 avuç nohutu, bu iş için kullanmak üzere ayırdığınız bir mutfak bezinin içine koyup, bezin üstünden demir bir havanın sapıyla (yoksa iri bir taş da olur, ya da kabuklu kuruyemişleri kırmak için ne kullanıyorsanız onunla) vurarak kırın. Bez muhtemelen yırtılıp delinecek, kıymetli bir önlüğünüzü bu iş için kullanmayın:) Nohutları sağa sola dağıtmadan kırmanın tek yolu olarak annem bunu keşfetmiş. Çiğdemciğimin deyişiyle "sefil nohutlar"ı kırmak zor olabilir, ama iyice unufak etmeniz gerekmiyor, ikiye ayrılmaları bile yeterli olacaktır.

Daha sonra kırık nohutları alttaki resimde gördüğünüz gibi büyükçe bir kavanoza koyun (büyük boy Nescafe kavanozları veya konserve kavanozları olabilir). İçine 1-2 avuç kadar un ve bir fiske tuz atın. Kavanozu yaklaşık yarısına kadar sıcak suyla doldurun. Suyun ısısı hissedilmeli ama elinizi de yakmamalı. Malzemenizi kaşıkla karıştırın ve kapağını kapatın.


Nohut Mayası


Kavanozu bir naylon poşete koyup poşetin ağzını bağlayın. Burada amacımız maya geldiğinde olur da kavanozdan taşarsa etrafını batırmaması. Daha sonra kavanozu tercihen battaniye gibi sıcak tutacak bir örtüyle örtüp bir kenara kaldırın.

Püf noktası : Bu işlemi öğleden sonra veya akşama doğru yapmanız zamanlama açısından daha iyi olur. Gece yatmadan önce kavanoza 1 çay bardağı kaynar su ekleyin ve tekrar iyice sarıp üzerini örtün. Böylece mayanızın tutması daha garanti olacak.

2. Aşama - Nohut Mayası

Ertesi sabah mayanız çok büyük ihtimalle gelmiş olur. Bunu kapağa kadar çıkan köpüklerden anlarsınız. Bir de malesef kokusundan:) Bu maya pek hoş kokmaz ama bu kokuyu önemsemeyin ya da bozulduğunu düşünmeyin. Ekmeğiniz piştiği zaman kokudan eser kalmayacak, kesinlikle maya değil, misler gibi ekmek kokacak..

Nohut Mayası Köpürmüş


Kavanozun kapağına kadar köpürmesi şart değildir, 1-2 parmak suyun üzerinde köpük varsa bu da yeterlidir. Ancak hiç köpüklenme göremezseniz mayanız tutmadı demektir ancak bu çok düşük bir ihtimalle olur. Ya ısı yeterli gelmemiştir ya da annemin dediği gibi mayanın canı istememiştir:) Ama özellikle bu sıcak günlerde mayanın tutmaması imkansız gibi birşey...

Nohut Mayası Köpürmüş ve Kullanıma Hazır
İşte nohut mayası böyle birşey


Ekmeğinizi yapmaya geçmeden önce küçük bir kapta 5-6 yaprak defne kaynatıp biraz demlenmesi ve ılıması için bekleyin. Suyun miktarı konusunda göz kararınızdan yararlanacaksınız ama biz benmari için kullandığımız küçük sütlükte kaynatıyoruz defneyi, yani tahminen 1-2 bardak kadar su kullanıyoruz. Defneli su ılıyınca, kavanozdaki ılık mayayı -nohutlarını süzgeçten geçirip atarak- defne suyuyla birlikte yoğurma kabınıza aktarın.

3. Aşama - Hamurun Hazırlanması

Artık hamurunuzu yoğurmaya başlayabilirsiniz. Başlangıç olarak 1/2 kg kadar un ile bir hamur yapın. Hamur oldukça yumuşak, hafif cıvık bir kıvamda olmalı. Kepekli un kullanacaksanız bile bu ilk aşamada normal beyaz un kullanın.

Hamurun Yoğurulması
Annemin eli nohut mayalı hamurun içinde

Yoğurma kabınızın üzerini örtüp (yine battaniye kullanmanızı tavsiye ederim) sıcak bir ortamda 2 katı kadar kabarmasını bekleyin. Kış mevsiminde sıcaklık yine de yeterli gelmeyebilir. Bu durumda garantili mayalanma için yoğurma kabını sıcak su dolu bir başka kap üzerine koyup üzerini örterek buhar desteğinden faydalanabilirsiniz (ancak kabı sıcak suyun içine oturtmayın!) Yazın güneşte de bekletebilirsiniz, hamurunuz çok daha çabuk mayalanır.

Hamur mayalanınca bu şekilde köpükler oluşacak
Hamurunuz mayalanınca üzerinde bu şekilde köpükler oluşacak
Püf noktası: Bu ilk mayalı hamurdan yaklaşık 3 tepsi ekmek çıkacaktır. Bu miktar size fazlaysa ikinci yoğurma aşamasına geçmeden önce (mayalandıktan sonra) hamuru bölün, bir kısmını ekmeği denemek isteyen bir başkasına -komşunuz, arkadaşınız, akrabanız- verebilirsiniz. Bizim mahallede tüm komşular bu ekmeği yaptığından mayalı hamurlar her defasında paylaşılır. Ama buzlukta yeriniz varsa ekmeğinizi bolca yapıp buzluğa da atabilirsiniz, tercih sizin...

4. Aşama

Mayalanan hamurunuza bir miktar tuz serpip yavaş yavaş un ekleyerek yoğurmaya devam edin. Artık kepekli un veya 2-3 avuç kepek kullanabilir, ekmeğinizi kepekli yapabilirsiniz. Biz diğer tüm ekmeklerde ve bazı hamuişlerinde yaptığımız gibi beyaz un-kepekli un miktarlarını eşit kullanıyoruz. Tamamen kepekli un kullanmak kabarmasını engelleyebilir. Dilerseniz bu aşamada hamura keten tohumu da karıştırabilirsiniz... Poğaça hamuru yumuşaklığında bir hamur yapın.

5. Aşama

Pişirmek için kullanacağınız yuvarlak fırın tepsisini zeytinyağı ile bolca yağlayın. Hamuru tepsiye boşaltın, üzerini elinizle hafifçe düzeltin. Hamurun tepsinin yarısını biraz geçmesi idealdir. Son bekletme aşamasında tekrar kabarıp resimdeki gibi tepsiyle bir olacak... Hamurunuz bu şekilde kabarıncaya kadar bekleyin. (Bekleme süresini kısaltmak için yine sıcak su buharından yararlanabilirsiniz...) Hamurunuz tek tepsiye sığmayacaksa başka bir tepsiyi daha yağlayarak bir kısmını ona aktarın.

Pişirmeden önce tepside nohut mayalı ekmek hamuru

6. Aşama - Ekmeği Pişirme

Tepsiyi 175 derece önceden ısıtılmış fırına sürün. Yarım saat sonra 200 dereceye alın. Toplam olarak yaklaşık 1 saat boyunca pişirin.

Nohut Mayalı Ekmek Fırında Pişerken

Tepsiyi fırından alınca bir müddet bekletin, hafifçe terlemesi için bezle sarabilirsiniz. Daha sonra çok bekletmeden hemen tepsiden çıkarın (kek yaparken olduğu gibi). Tepsinizi güzel yağladıysanız kenarlardan bıçakla hafif kaldırmanız çıkması için yeterli olacaktır. Çıkmadıysa benim bir kez yaptığım gibi telaş etmeyin ve zorlamayın, beze sarılı olarak biraz daha bekleyin.

Kızarmış nohut mayalı ekmek dilimi üzerinde karacaotlu peynir
ve muhteşem final :)

Artık bir bardak çay ve en sevdiğiniz peynir eşliğinde mis kokulu ekmeğinizin sıcak sıcak tadını çıkarabilirsiniz. Kalanını dilimleyerek bir poşete koyun ve hemen o gün veya ertesi gün buzdolabına kaldırın, gerektikçe çıkarıp ısıtarak veya kızartarak yiyin. Bu ekmeğin esas tadı kızartılınca çıkıyor, söylemedi demeyin...

1 Ağustos 2005 Pazartesi

Sakızlı Lorlu Kurabiye

"Kaybolan Tatlar" ve sevgili "Hayattan Renkler" (o zamanki adıyla "Mutfakta Zen") mail grubu üyeleriyle, Nedim Atilla ve Tijen İnaltong önderliğinde, geçen yıl Ayvalık'a yapmış olduğumuz lezzet gezisinde tanıştığım pekçok lezzetten biriydi Güler Pastanesi'nin sakızlı lorlu kurabiyeleri... Tabi önce Tijen ablayla tanıştım, onu anlatmam gerek!

Sakızlı lorlu kurabiye tarifi

Tijen ablayla, yazılarındaki sıcaklığı ve benzer damak tadlarına sahip olduğumuzu (ki en büyük benzerlik ot aşkımız olsa gerek) farkederek özel mesaj atmaya başladığım vejetaryen mail grup üyeliğimiz sırasında tanıştık. Epeyce de devam etti gelip giden mailler.. Derken kitapları, tarifleri, ve en nihayetinde Ayvalık'a düzenlenen gezi! Güler Pastanesi'nin bir özelliği de bizim buluşma noktamız olmasıydı. Benim yön duygum pek yoktur, dolayısıyla hemen bulacağımı söylediği pastaneyi bulmam biraz vakit aldı. Nihayet bulduğumda o beni beklerken gezide tadacağımız kurabiyelerimizi sipariş etmiş, hatta lor tatlısını bile yemişti (bensiz!) Ben onu zaten -fotoğraflarından- biliyordum da o da beni hemen tanıdı (ben Sibel miyim? Evet:) Bir yandan gruba yetişmek için koşar adım Ayvalık'ın küçük sokaklarını adımlarken bir yandan da konuşmaya başladık. Hatta hiç unutmuyorum Tijen abla iki lafın arasında "aa bak pembe domatesler! bak bunlar ne güzel sepetler!" diyerek beni enerjisine ve zaten bildiğim yaşama sevincine hayran bırakmıştı.

Güler Pastanesi'ni Tijen abla çok anlattı şimdiye dek. Ben kısaca küçük kentlerde benzerlerini çok gördüğümüz minik pastanelerden olduğunu, hani ünü ile birlikte düşününce gözünüzde canlanabilecek kocaman şıkşıkırdım bir pastane olmadığını söyleyebilirim. Ama lor tatlısı, dondurması ve elbette kurabiyeleriyle lezzetçiler tarafından iyi bilinen, gezdiğiniz yerlerin lezzetlerini de yakalamayı seviyorsanız ıskalanmayacak mekanlardan. Bir de bir böreği vardı sanırım ama şimdi hatırlayamadım onu...

Sipariş edilen kurabiyeler öğleden sonraki tekne turumuza sıcak sıcak yetişti. Ege'nin mavi sularında saçlarımızı rüzgara verip yol almaya başlamamızdan kısa bir süre sonra çaylar demlendi, ince belli bardaklara dolduruldu ve kurabiye paketleri açıldı. Herhalde ömrümde yediğim en güzel kurabiyeler arasında sayabilirim o kurabiyeleri.. Üstelik pastanede yapılmış gibi değil, özenli bir ev sahibesi konukları için pişirmiş gibiydi.

Eve dönünce Nedim Atilla'nın Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde tarifini verdiği ve sevgili Hatice 'nin de yapıp yazdığı şekliyle kurabiyeleri denedim. Güzel oldular ama kesinlikle Ayvalık'ta yediklerim gibi değildi. Birşeyler eksikti ama ne? Gerçek bir sızma (zeytinyağınızın asit oranı ne kadar düşük olursa hamurişlerinizde o kadar güvenle kullanabilirsiniz) olmalı ki sakız kokusunu kesinlikle bastırmamalı, üzeri susamla kaplanmalı, ve tabi ki lorla yapılmalı! Benim ilk denediğim tarif sadece sakızlıydı ve sanırım en büyük eksik de buydu.

Nihayet Pazar günü bir de böyle denedim. Hemen söyleyeyim bu sakızlı lorlu kurabiye tarifi benim uydurmam, yani Güler'in sırrı halen saklı! Ajan gönderip sır çözme girişimlerimiz başarısızlıkla sonuçlandı:) Ama sanırım benim kurabiyelerim de güzel oldu.Yumuşacık oldular, içindeki lordan dolayı. Ayrıca pişerken buram buram sakız kokuyor ki, sıcağa rağmen fırının başından ayrılmak istemiyorsunuz. Denemek isteyenlere, e artık bu kadar da bahsedilir mi bir kurabiyeden diyenlere, işte buyrun tarif:

Malzemeler
  • 1/4 su bardağı zeytinyağı
  • 250 g lor peyniri*
  • 1 su bardağı şeker
  • 2 yumurta (birinin beyazı ayrılacak)
  • 1/4 limonun suyu
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 2 su bardağı un (yaklaşık)
  • 2 küçük parça damla sakızı
  • 1 kase susam
* Tatlılarınızda kullanmak istediğiniz lor peynirini süt loru veya tatlı lor olarak isteyin. Bir de tuzsuz diye de satılabilen lor peyniri var ki genelde çökelek görünümünde olur. Emin değilseniz tadına bakarak alın.
Yapılışı
  1. Zeytinyağını, loru, şekeri ve yumurtaları yoğurma kabınıza alıp karıştırın.
  2. Karbonatı limon suyunda eritin. Un ile birlikte karışımınıza ekleyin, hepsini iyice yoğurun. Yumuşak bir hamur elde edince, elinizden ve kaptan ayrılmaya başladığında un eklemeyi bırakın.
  3. Sakızı mümkünse demir yoksa tahta bir havanda incecik dövün, toz haline getirerek hamura ekleyin, bir kez daha yoğurun.
  4. Tepsinizi yağlayın, fırınınızı 180 dereceye getirin.
  5. Hamurdan parçalar koparıp yuvarlayın, hafif çırptığınız yumurta akına ve susama batırın, tepsiye sıralayın.
  6. Tepsiyi ısınan fırına verip yaklaşık 30-35 dk pişirin. Piştiğinde oldukça yumuşak olacak, o nedenle tepsiden almak ve servis etmek için soğumasını bekleyin (en azından sabredin azıcık ılısın)
Bu ölçülerle benim 16 tane kurabiyem oldu. Kalanını buzdolabına koyduk, ertesi gün dolaptan çıktığında bile yumuşacıktı. Üstelik az yağlı (hem de margarinsiz ve tereyağsız!) bir kurabiye bu. Rahat rahat bir tane daha alabilirim:)) Tijen ablanın verdiği görevi de zevkle tamamlamış oldum böylece. Şimdi artık keyifle kahvemi içebilirim...