29 Eylül 2005 Perşembe

Mumları üfledim, bir dilim daha kestim hayattan...




Evet, dün bir dilim daha kestim hayattan... Tuhaf bir gündü! Sanırım Teraziler dengesizliklerinin zirvesine doğdukları gün ulaşıyorlar:) Tüm gün sayısız haleti ruhiye içerisinde dolaştıktan sonra akşam eve döndüğümde "yeni yaş kararları" almıştım bile, hem de üzerinde fazlaca düşünmeksizin! Sadece içimdeki ses öyle dediği için...

Evde önce en sevdiğim ot yemeklerinden biri, üstüne de anneciğimin benim için hazırladığı pasta bekliyordu beni. Tüm gün leziz bir pastanın hayalini kurduktan sonra, annemin benim için yapacağını tahmin etmeme rağmen, Özsüt'e gidip kocaman bir dilim karaorman pastası yemeyi düşünmeye başlamıştım. Geçen yıl kendi pastamı en çikolatalısından kendim yapmış ve akşamı film izleyerek geçirmiştim. Bu yıl bu kadar hüzne tahammül edemeyeceğimi bildiğimden yapmadım. O her ne kadar "senin pastaların gibi değil" dese de annemin pastası çok güzeldi! Çünkü onda çocukluğumun tadı vardı...


Pastayı güzel birer fincan kahve eşliğinde paylaşırken annemden tarifini istedim. O ise önce benim tahminlerimi istedi. Ben de birkaç çatal aldıktan sonra içine koyduklarını tek tek saydım. Tüm tahminlerim doğruydu ama annem pandispanyayı neyle ıslattığını bilmeme şaşırdı en çok. Onu şaşırtmayı sevdiğimden itiraf etmedim ama buraya yazabilirim:) Tahminim tadından dolayı değildi, çünkü annemin dediği gibi çok baskın bir tadı yoktu, sadece evdeki en sürprizli şey o olduğundan onu kullanacağını düşünmek zor olmadı: Böğürtlen reçeli!

Bu annemin klasik (ve garantili!) pandispanyası aslında. Eskiden beri pasta deyince bunu yapar, benim deneysel çalışmalarıma başlamamdan önce de evde yediğimiz yaş pastalar hep bu temel pandispanyanın farklı kremalı-süslemeli versiyonları oldu. Basit ama çok hafif ve bence çok güzel! Annem tarifini sizinle paylaşmam için anlattı, ben de bir yandan pastamı yiyip bir yandan yazdım:

Malzemeler:

Pandispanya için:
- 4 yumurta
- 4 fincan* un
- 4 fincan toz şeker
- 1/2 paket kabartma tozu
* Türk kahvesi fincanı

Arasına:
-
1 çay bardağı sulandırılmış böğürtlen reçeli suyu
- 2 poşet krem şanti
- 1 su bardağı soğuk süt
- 1 adet muz
- 1 adet şeftali
- 1 avuç kadar damla çikolata

Üstüne:
- 1 poşet çikolatalı krem şanti
- 1 su bardağı soğuk süt
- Pasta süsleri*

* Güney Afrika'dan Türkiye'ye tatile gelirken ne istersin sorusuna hiçbir şey yanıtımı kabul etmeyen sevgili Türkmen beni en mutlu edecek şeylerden oluşan bir paket yollamıştı geçenlerde bana. Pasta süsleri, G. Afrika'nın lezzetli hurmaları, kurutulmuş mangolar ve rendelenmiş hindistan cevizleri! Tümünü en güzel şekilde kullanmak istediğimden saklıyordum ama ilk kullanımları annemin pastasına kısmet oldu:) Tekrar teşekkürler Türkmenciğim!

Yapılışı:

1. Pandispanya için yumurtaları ve şekeri mikserin önce düşük sonra yüksek devrinde en az 7-8 dk çırpın.

2. Un ve kabartma tozunu birlikte eleyip yumurta-şeker karışımına yavaş yavaş ekleyin. Bu arada mikserle değil tahta kaşıkla yavaş yavaş havalandırarak karıştırırsanız sönmesini engellersiniz.

3. Hamuru 26 cm çapındaki yağlanmış kalıba dökün, 160 derece fırında yaklaşık 40 dk kadar pişirin. Pandispanya çabuk pişen bir hamur olduğundan güzel pişmesi için daima normal kek pişirdiğiniz ısıdan biraz daha düşük ısı kullanın.

4. Ara krema için krem şanti tozlarını sütle çırparak hazırlayın. Bir kısmını üst süsleme için ayırın. Dha sonra muzu ve şeftaliyi küçük küçük doğrayarak krem şantiye ekleyin. Damla çikolataları da ekleyerek karıştırın.

5. Üst krema için çikolatalı krem şanti tozunu sütle çırparak hazırlayın.

6. Kalıptan çıkardığınız pandispanya soğuduktan sonra ikiye kesin. Böğürtlen reçeli suyu ile her iki parçayı ıslatın.

7. Ara kremayı düzgünce yaydıktan sonra üst katı kapatın. Pastanın tamamını çikolatalı krem şanti ile kaplayın. Ayırdığınız beyaz krem şanti ile (sıkma torbası yardımıyla) pastayı süsleyin. Dilediğiniz pasta süslerini kullanabilirsiniz.

Notlar:

***
Yılın ilk muzlarını almış annem, ve bu pastada hemen kullanmış. Siz dilediğiniz meyveleri kullanabilirsiniz elbette. Ben en sevdiğim meyvelerden birine daha kavuştuğum için ayrıca mutlu oldum:)

*** Reçel Muğla'da yaptığımız böğürtlen reçeliydi, ama evde bulunan herhangi bir reçel kullanılabilir tabi.

Bu hafta mutfaktan uzak kaldım biraz. Ama haftasonumu mutfakta geçirmeyi ve yeni denemeler yapmayı planlıyorum! Büyük olasılıkla son uzun haftasonum olacak bu, Ramazan ayıyla birlikte Cumartesi günleri de çalışmaya başlayacağım. Ve kış boyunca da tabi. Dolayısıyla bu 2 günü iyi değerlendirmem gerek...

27 Eylül 2005 Salı

Zeytin, incir, üzüm... ya da doğada bir nefes
















Sonbaharın kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı bir haftasonunu doğanın ortasında geçirmek kadar güzel ne olabilir? Hayatın temposuna bir es verip, zamanın gerçek yoğunluğuyla aktığı, tüm kokuların ve tatların katıksız olduğu bir yerde olmak!

Muğla - Yenice'deydik haftasonunda. Eski komşularımız Fatoş teyze ve Mehmet amcanın emeklilik sonrası yerleştikleri, tarlalar ve ağaçlarla çevrili çiftlik evlerinde. Geçen yıl Eylül'ün ilk günlerinde, Gökova tatili dönüşünde "uğrayıp" 3 gün kalmış ve doyamamıştık:) O zamandan beri fırsat olsa tekrar gitsek diyorduk annemle. Nihayet kış gelmeden ve ben Cumartesi günleri de çalışmaya başlamadan önce bu haftasonu değerlendirebildik. İyi ki de öyle yaptık!

Cumartesi öğleye doğru Muğla'da otobüsten indiğimizde yağmur yağıyordu ve hava oldukça serindi. Yol boyunca pencereden izlediğim ormanlar, Yenice'ye ulaştığımızda havada asılı duran tertemiz koku, yağmurun getirdiği serinlikle birleşince, hayallerimdeki haftasonunun içinde nefes almaya başlamıştım bile... Fatoş teyze bize öğle yemeği hazırlarken otomatik olarak "ben acıkmadım" diyecektim ki diyemedim, çünkü acıkmıştım! Normalde haftasonu kahvaltılarından sonra öğle yemeği aramam ama temiz havada aldığım derin nefeslerden olsa gerek, orada acıkmıştım işte. Zaten bu sürekli acıkma hissinden haftasonu boyunca kurtulamadım ya, o da ayrı bir konu. Böyle yerlerde yaşayan kadınların neden elma yanaklı olduklarını anlamak zor değil!!

Verandada yediğimiz öğle yemeğinden sonra epey üşüyüp içeri kaçtık. Fatoş teyzenin demlediği çaya benim getirdiğim kek eşlik etti. Çayın tadı bile bu kadar güzel mi olur? Isındıktan sonra da doğru dışarı, böğürtlen toplamaya!



Ellerimize birer kase alarak çıktığımız böğürtlen yolculuğunda çok geçmeden dokunulmamış böğürtlenlerle yüklü çalılıklar keşfedince Fatoş teyzemin şeker torunu Kardelen'i eve geri yolladık, daha büyük bir kase getirmesi için. Kardelen'in kırmızı kasesine topladıklarımızı aktara aktara (tabi bir yandan da yiyerek) ne kadar çalılık varsa temizledik:) İyice olgunlaşmış olan irileri çok lezzetlilerdi!


Kardelen'in böğürtlenleri... Küçük elleri böğürtlenle boyanmış!


Elma bahçesine de uğradık tabi! Tatlı mı tatlı elmaları dalından koparıp çocuk gibi üstümüze silerek yemek nasıl bir keyifti anlatamam...
- Bunlar yıkamadan yenir mi Fatoş teyze?
- Yere düşse bile yenir kızım merak etme!
Nitekim kendisi koparırken toprağa düşen bir elmayı alıp dişledi, benim şaşkın bakışlarım arasında:)

Eve dönünce böğürtlenler reçel yapılmak üzere hemen şekerlendi ve beklemeye bırakıldı. Bu arada Fatoş teyzem bana özel pırasa kavurmasını yapmak için bahçeden pırasa topladı ve hemen oracıkta temizledi. Tazecik pırasaları kavururken ben de başından ayrılmadım ve tarifini yazdım. Sizlerle de paylaşacağım daha sonra! Akşam gezimiz sırasında geçtiğimiz yerlerden topladığımız tazecik semizotlarıyla da hemen salata yaptık. Zeytinyağının rengini görmenizi gerçekten isterdim ama fotoğraf makinem o rengi, o parlak, ışıldayan yeşil rengi ne kadar yansıtırdı bilemiyorum. Zümrüt yeşili bir zeytinyağı düşleyin lütfen! Bahçelerindeki zeytin ağaçlarından elleriyle topladıkları zeytinlerden sıktırdıkları kendi zeytinyağlarıydı. Fatoş teyzenin babası İsmail dede dikmiş zeytin ağaçlarını, zamanında. "Her kişinin kendine yetecek kadar zeytin ağacı olur burda" diyordu İsmail dede, gururla bakarken ağaçlarına...

Akşam kahvelerimizi içerken bir yandan böğürtlen reçelimizi kaynamaya bıraktık mutfakta. Mehmet amcanın çardaktan topladığı pembe yanaklı kütür kütür üzümler de eşlik etti sohbetimize...


üzüm güzeli diye buna denir...


Temiz havadan serseme döndüğümden olsa gerek, birşeyler yemediğim aralarda sürekli olarak uyukladım! Nihayet daha fazla dayanamayıp "ben dayanamıyorum uyuyacağım" dedim, bu cümleyi kurduktan birkaç dakika sonra kelimenin tam anlamıyla "sızmışım" :))

Ertesi sabah düşünebileceğiniz gibi kuş sesleriyle değil, ama tavuk gıdaklamasıyla uyandım!
"İki tane yumurta yapacaklar şu çıkardıkları gürültüye bak" diye söyleniyordu Fatoş teyze:) "Gürültü değil o!" diye gülerek gittim yanlarına, kahvaltıda haşlanmış tazecik köy yumurtası yemenin hayaliyle... Mutfağı misler gibi demlenmiş çay ve böğürtlen reçeli kokusu kaplamıştı. Ve Fatoş teyze öğleden sonra pişireceği bazlama için hamur yoğuruyordu! Reçelin kıvamını kontrol ettim hemen, ölçü tartı olmadan yapılmıştı ama şahane olmuştu işte! Kahvaltılık bir tabak ayırdıktan sonra kalanını kavanozlara doldurduk. Bir kavanozu da bizimle gelecekti, ne mutluluk!

Fatoş teyzemin bizim için hazırladığı muhteşem kahvaltıda reçelimizle birlikte Muğla'nın o şahane kekik kokulu balı, tulum peyniri, kooperatiflerinden aldıkları nefis bir beyaz peynir, önceden hazırlanıp sabah zeytinyağında kızartılmış çıtır çıtır sigara börekleri, ev yapımı çizik zeytin, annemle sabah bahçeden topladığımız pembe domatesler ve tabi haşlanmış köy yumurtaları vardı. Ve sofrada eski "hayat bilgisi" kitaplarındaki gibi bir mutlu aile; torun, gelin, oğul, dede, "koca dede" birarada!

Kahvaltıdan sonra kuruyan tarhanaları keşfe çıktım. Bizim yaptığımız gibi tarhana kurutmuştu Fatoş teyze, ama gelini ve karşı komşusu "Muğla usulü" tarhana kurutuyorlardı, bol yoğurtlu. Tepsiler içinde kuruyan tarhana öbekleri kurabiyeleri andırıyordu!



Üzüm de kuruyordu güneşte ama henüz yeni serilmişlerdi onlar. Susam zamanı geçmişti, geçen yıl geldiğimizde gördüğümüz susam çadırları yoktu bu kez.

Derken geldiğimizden beri sayıkladığım bazlamayı yapmak için ocak yakıldı, ben de Fatoş teyzenin etrafında makinemle dolanmaya başladım tabi. Öncelikle hamur teknesindeki hamur 7 tane kocaman bezeye ayrıldı. Bu arada kocaman kalın bir sac tabakası üçayak üstüne kondu ve yaklaşık yarım saat ateş üstünde öylece durdu! Ben artık"ekmek mi pişecek yoksa bu sac mı pişecek?" demeye başlamıştım ki iyice kabarmış bezelerin ilkini getirdi Fatoş teyze. Meğer sacın iyice kızması gerekiyormuş, bu da ocakta teflon kızdırmaya benzemezmiş:) Hatta her pişen bazlama bir öncekinden güzel olurmuş.


Fatoş teyze ocak başında...







Hadi bakalım diye merakla izlemeye başladım. Gerçekten de saca bırakılan her hamur yavaş yavaş misler gibi kokular yayarak pişti, defalarca ters yüz edilerek kızartıldı ve doğal sonuç, ben yine acıktım! Mehmet amcanın getirdiği köy sütü kaynayınca hemen bir kupa içtim. Annem inanmayan gözlerle bana bakıyordu:)



Pişen bazlamalar içeriye serilen sofra bezinin üstüne konduktan sonra köze atmak için bahçeden patlıcan ve biber topladım. Çünkü akşama mangal vardı ve benim için domates soslu patlıcan közleme yapılacaktı:) Onlar da közlendikten sonra hadi bir tur daha yapalım diye dışarı çıktık. Geçen yılki ziyarette unutamadığımız incir ağacına gittik doğruca. Asırlık incir ağacı öylesine büyüktü ve kök saldığı yere öyle yayılmıştı ki yerlere eğilmiş dalları arasından gövdesine yaklaşmak imkansızdı. "Bize incirlerini verir misin?" dedik ona, gülümseyerek dallarını eğdi, en olgunlarını uzattı. Sanırım insanda irade denen duygu böyle zamanlar için var, yoksa çocuklar gibi yemeyi abartıp hastalanmak işten bile değil! Bir yandan yiyip bir yandan sepetimize doldurduk güneşte sıcacık olmuş o ballı incirleri. Binlerce kez minnet duyarak doğanın insana verdiği bu şahane armağana, veda ettik incir ağacına.

Eve döndüğümüzde herkes evin arka tarafına mangal başına gitti, ben İsmail dedenin yanında kaldım ve bir süre sessizliğin tadını çıkararak verandada kitap okudum... Tabi yarı uyuklayarak:)

Fatoş teyze bu arada yeni kuruyan Muğla tarhanasından da kaynatmıştı bizim için, tadalım diye. Ben böyle bir tarhanayı ilk kez yedim. Görünümü biraz küçükken babaannemin pişirdiği köy çorbalarına benziyordu ama tadı farklıydı ve çok lezzetliydi!



Tarhanadan sonra domates soslu patlıcan közlemesi ve taze bazlama ideal bir akşam yemeğiydi benim için. "Hayır Mehmet amca, aç kalmadım ben, gerçekten!" Bu kadar yiyen biri değilim ki, nasıl anlatayım?!


domates soslu patlıcan közleme.. ekmek banmalık!


Erken akşam yemeğinden sonra yavaş yavaş gitme zamanı yaklaşırken Fatoş teyzenin bize hazırladığı koliye doldurduğu onca şeye engel olmaya çalışsak da tabi ki fayda etmedi. Anadolu insanının güzelliği bu.. Hem kıyamıyorsunuz almaya, hem reddedemiyorsunuz, reddetseniz kırılacaklar diye korkuyorsunuz... Fatoş teyze koca bir kavanoz reçelden başka ev yapımı güzel salçalarından, yeni kuruttukları susamlardan ve sanki orada az yemişiz gibi o güzel bazlamalardan ve meyvelerden de doldurdu koliye. Ne diyeceğimizi bilemedik, "ne olur siz de bize gelin!" demekten başka...

Böyle geçti Yenice'de haftasonu.
Yarı uykulu, bol iştahlı, fazlasıyla lezzetli...

Dönüş yolculuğunda yine uyukluyordum ve dışarıda göz alabildiğine uzanan ormanların üzerine akşamın mavi örtüsü düşüyordu usulca...

23 Eylül 2005 Cuma

Peynirli Mantar Dolması & Brokoli!




Mantar dolmasını ilk kez geçen yaz annemle gittiğimiz Akyaka'da bir restoranda yemiş ve çok sevmiştim. Zaten restoranlarda fazlaca yemek seçeneği olmayan biri olduğum için orada da hep yaptığım gibi doğruca vitrine bakmaya gitmiştim. Ne yiyebileceğime karar vermek için mezeleri inceleyip bu arada garsonun "et yemiyorsanız tavuk var balık var" çözümlerine (!) sabırla yanıt verirken gözüme çarpmıştı mantar dolmaları. Ne güzel görünüyorlar! bunlardan yiyeceğim! demiştim. Garsona göre bir ara sıcak olsa da, ben mantar dolmasını ana yemeğim olarak istemiş ve mutlulukla yemiştim.

Evde de yapmak istiyordum ne zamandır. Annem geçenlerde "şahane mantarlar buldum Sibel, bak onları değerlendir" deyince aklıma dolma yapmak geldi. Benim kullandığım mantarlar çok lezzetli olsa da biraz küçük oldukları için aslında dolmaya çok uygun değillerdi (onu da pişince anladım, çünkü küçük fotoğrafta göreceğiniz gibi iç malzemesi taşmıştı, herhalde iri olsalar daha iyi olurdu) yine de dolmalar leziz oldu. Bu kadar bol ve kızarmış peynir olursa güzel olmaz mı? Size tavsiyem iri mantarlarla yapın, ama mutlaka yapın:) Gerçekten de ideal bir ara sıcak veya ana yemek olabilir!

Geçenlerde Mekanımız Mutfak'tan sevgili Hatice de mantar dolması yapmıştı. Onun dolmaları sebzeliydi ve çok da lezzetli görünüyorlardı. Ben otlu ve peynirli denedim sadece. Özellikle biberiyenin tadını fırın yemeklerinde çok sevmeye başladım...

Malzemeler:

- 10 adet iri mantar
- 125 g tulum peyniri
- 1 diş sarımsak
- 1 dal taze fesleğen
- 1 dal maydonoz
- Bir tutam biberiye

Yapılışı:

1. Peynir, sarımsak, fesleğen, maydonoz ve biberiyeyi rondoda çekin. Peyniriniz az tuzluysa bir miktar tuz ekleyebilirsiniz

2. Mantarları temizleyip dış zarlarını soyun, saplarını kesin. Hafifçe yağladığınız küçük bir borcama sıralayın.

3. Hazırladığınız içi mantarlara doldurun.

4. Önceden ısıtılmış 190 derece fırında üzerleri iyice kızarana dek pişirin. Fırından alınca hemen servis yapın!

***********************

Eveeeet gelelim güzelim brokoliye!
Eve dönüp de annemin hazırladığı bir tabak brokoli salatasını görünce sevinç çığlıkları attım, "anneee brokoli de mi çıkmış?!" şeklinde:) Brokoliye de kavuştuk, demek ki kış geliyor artık. Ne lezzetli yemekler yapılır brokoliden.. Makarnalar mı istersiniz, salatalar mı, yoksa fırında mı pişmeli bol peynirli... Hımm.. hepsinin sırası geliyor! Ama ilk brokolimizi böyle yedik, yani buharda haşlanıp soğutulduktan sonra üzerine sızma zeytinyağı ve mis kokulu yeşil limonlardan gezdirilmiş haliyle.. Limonlar öyle güzeldi ki kokuları ellerimizden çıkmadı uzunca süre...

20 Eylül 2005 Salı

Yoğurtlu Arapsaçı (Rezene) Kavurması

İşte karşınızda dünyanın en güzel yemeği! Şimdi arapsaçına bu övgüyü yaptığımı gurmeler duysa neler derler kimbilir. Desinler! Bu bence dünyanın en güzel yemeği. Ciddiyim! Benim için Ege'nin ot imparatorluğunda bir deniz börülcesi vardır (kraliçe!), bir de arapsaçı (kral!)

Arapsaçı (Rezene) Kavurması, Yoğurtlu


Arapsaçı, nam-ı diğer "rezene", dereotuna benzeyen, hatta benim eskiden "fazla gelişmiş dereotu" dediğim mis kokulu bir ot! Ben hafif anasonu andıran aromasına bayılırım (rakı içmediğim halde!) ama kimileri bu aromayı ağır bulup yiyemez, ya da başka otlarla karıştırıp öyle yiyebilir, damak zevki elbette. Dereotundan daha uzun olan dalları salkım saçaktır, herhalde ondan arapsaçı derler adına. Neden "arap", o kadarını bilmiyorum:) Kasım'dan önce pek çıkmaz ortalıklara bu güzel ot. Kıyılarda kendiliğinden yetişir, ekimi yapılmaz. Ege'de ve özellikle Girit'te benim yiyemeyeceğim yemekler yapılır ondan. Bir de herkesin daha iyi bildiği çayı vardır tabi... Yemek sonrası içilen bir fincan rezene çayı (şekersiz lütfen), sindirime yardımcı olur. Ama ben sevgili otumu böyle severim. Üstüne yumurta kırılmış ve yoğurt dökülmüş haliyle!

Buğday'da yazılanlara göre Prometheus, tanrılardan çaldığı içten içe yanan ateşi, dev bir rezenenin içinde getirmiş. Rezene, Romalılar tarafından da iyi değerlendirilmiş. “Bir gladyatörün güçlü ve haşin olmasını istiyorsanız, yemeklerine rezene katın. Eğer o savaşır ve yenilirse ölüsüne rezeneden çelenk takın.” Romalı savaşçılar sağlıklarını korumak, kadınlar ise şişmanlığı önlemek için rezene yerlermiş. Tohumları halk arasında gaz söktürücü olarak kullanılan ve genç sürgünleri sebze olarak yenen rezenenin süt artırıcı etkisi de varmış! Ve bu etkileri eski Mısır ve eski Mezopotamya’da da bilinirmiş...

Arapsaçı kavurmasının tarifine geçelim!

Annemin anlatımıyla vereceğim tarifi. Çünkü yılın ilk arapsaçını lezzetli parmaklarıyla o yaptı, tarifini bloga yazacağımı duyunca da "kızım herkes sevmez bunu, hem nerden bulsunlar arapsaçını?" diyerek beni engellemeye çalıştı. Ama onu dinlemedim tabii!

Bulunduğunuz yerlerde arapsaçı bulabilir misiniz, bulup da bu şahane kavurmayı yapar, kendinize Ege usulü bir ziyafet çekebilir misiniz bilemiyorum. Pazarlara bakmak gerek, büyük kentlerdeki marketlerde bulunabildiğini de duymuştum. Sevgili Türkmen de geçtiğimiz aylarda gönderdiği bir mailde taa Güney Afrikalarda rezene bulduğunu söyleyip beni şok ederek tarif istemişti, ama anlattığına göre onun bulduğu sadece rezenenin kökleriydi. Belki siz de ancak o şekilde bulabilirsiniz, şu sıra olmasa bile Kasım'dan sonra... Sen nasıl buldun diyeceksiniz, Cumartesi pazarına bir bakalım neler varmış diye girince köylü bir ablamın maydonozları şeftalileri arasında gözüme çarpıverdi. Ben "anne bu arapsaçı olamaz di mi?!" derken abla gülerek "arapsaçı gülüm gel gel, yeni topladım daha" diyerek beni çağırdı. Bir bağına 50 kuruş verdik, oldu bize 4 porsiyon arapsaçı kavurması. Annemle iki gün ziyafet çektik kendimize (bizim evde de bu ota bizden başka müşteri çıkmaz, Egeliden Egeliye de fark var yani, dedim ya herkes sevmez!)

Arapsaçı (Rezene) Kavurması, Yoğurtlu



Malzemeler
  • 1 bağ arapsaçı
  • 1 adet kuru soğan
  • 1 sap pırasa*
  • 1/2 çay bardağı zeytinyağı
  • 2-3 adet köy yumurtası
  • Deniz tuzu
  • Üstüne tercihe göre süzme yoğurt, pul biber, taze çekilmiş karabiber
* Pırasa opsiyoneldir, annem evde varsa ekler, yoksa mutlaka eklenmesi gerekmiyor. Ama hoş bir lezzet veriyor, aromayı biraz daha yumuşatıyor.


Yapılışı
  1. Arapsaçını temizleyip yıkayın, soğan ve pırasayla birlikte ince ince kıyarak malzemenizi hazırlayın.
  2. Zeytinyağı tavada ısıtın, soğan ve pırasayı birlikte kavurun.
  3. Arapsaçını ekleyin, biraz tuz serperek karıştırın, kapağını kapatın. Ateşi de kısarak kendi buharıyla bir süre yumuşamasını bekleyin. Arasıra tahta kaşıkla karıştırmayı ihmal etmeyin. 10-15 dk gibi bir sürede pişecektir. Eğer arapsaçı çok taze değilse yumuşaması daha uzun sürebilir, bu durumda 1 çay bardağı kadar sıcak su ekleyip kapağını kapatın, suyu çekene kadar pişmesini bekleyin.
  4. Tadına bakarak kontrol ettikten sonra, piştiyse yumurtaları kırın. Karıştırmak ya da benim sevdiğim gibi öylece bırakmak size kalmış...
  5. Üzerinde (veya yanında) yoğurtla ve pul biber / karabiber serperek servis yapın.

Arapsaçı (Rezene) Kavurması, Yoğurtlu

19 Eylül 2005 Pazartesi

Patates Tabanlı Pizza




Bu pizza bildiğimiz pizzalardan değil!
Ne isim versem diye düşündüm düşündüm, en uygunu bu olur herhalde dedim, çünkü tabanı neredeyse patatesten ibaret. Üzerinde bir de ıspanak ve mantar düşünün, mmm...

Ispanak dedim, evet!
Güzeller güzeli ıspanak çıkmış da haberim yokmuş. Annem geçen hafta pazardan aldığı ıspanaklardan bahsedince aaa! dedim. Dolaptaki o poşette duranlar ıspanak mıydı? :)

Ispanakları biz çoğunlukla kavurarak yeriz (kavurmadığımız sebze-ot var mı? yok!) Çoğunlukla diyorum, ama başka türlü de pek yemeyiz. Annem bol otlu kış böreklerinde çokça kullanır, ben de bazı deneysel çalışmalarımda kullanırım:) Pirinçle suluca pişirilmiş klasik ıspanak yemeğini hem severek yiyemem hem de bu güzelim otun azıcık zeytinyağında sotelenip üstüne yumurta kırılmış ve sarımsaklı yoğurtla taçlandırılmış hali dururken o bütün lezzeti ve vitamini gitmiş halini tercih etmem, edemem! Hem bizim usül ıspanağın "ıspanak sevmeme sendromu"na da fena halde iyi geleceğine eminim. Otobur ben bile sulu yemeğini sevmiyorsam küçücük çocuklar nasıl sevsin?! Bu kadar laftan sonra Ege usulü ıspanak kavurmasının da tez vakitte yazılması şart oldu sanırım.. Evet:) Ama bugünkü konumuz bu pizza.

Bu tarif gazetelerden kesip sakladığım tarifleri ayıklarken (ne gereksiz şeyler biriktirmişim, inanılmaz!) gözüme çarpmıştı. Günlerden Pazar, vakitlerden akşama doğru olunca, akşama ne yesek ki sorusuna cevap bulunmuş oldu. Bu güzel pizza yapılır, önden de bir tarhana çorbası kaynatılırsa mideler bayram eder. O da yılın ilk çorbası. Geçen yılın tarhanalarından, ama olsun. O kadar çok yapmışız ki geçen yıl, bu yıl yapmasak da idare edecek. Nane unutulmadı değil mi? Hayır, kesinlikle! Ya sarımsak? Olmazsa olmaz ki! Annem çorbayla ilgilenirken ben de bu pizzayı yaptım. Fotoğrafını çekmek ne zaman aklıma geldi dersiniz? Son dilimleri babama servis ederken:) Nasıl acıktıysak artık...

Ben tarifi kendime uyarladım. Tarif vakit alacak gibi görünse de yapmaya başlayınca çabucak hazırlanıyor.

Malzemeler:

- 4 orta boy patates
- 1 su bardağı tam buğday unu
- 1 adet köy yumurtası
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
- Bir tutam maydonoz (birkaç dal)

Üzerine:

- 1 su bardağı ıspanak (ince kıyılmış)
- 1 su bardağı mantar (ince dilimlenmiş)
- 1 adet soğan
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 çay kaşığı deniz tuzu, taze çekilmiş karabiber
- 1 avuç rendelenmiş tulum peyniri
- 1 küçücük domates

Yapılışı:

1. Patatesleri haşlayın, beklerken de üst malzemenizi hazırlayın.

2. Zeytinyağını tavaya alıp ısıtın, ince kıyılmış soğanları hafifçe pembeleşene dek kavurun. Mantarları da ekleyip 2-3 dk daha kavurun, tuz ve karabiberi ekleyip ocaktan alın.

3. Haşlanıp ılımış patatesleri rendeleyerek yoğurma kabınıza alın. Patateslerin üzerine un, yumurta, zeytinyağı ve ince kıyılmış maydonozları da ekleyerek güzelce yoğurun. Biraz yapışkan bir hamur oluyor patatesten dolayı, ama fazla un eklemeyin.

4. Hamuru 2 parçaya bölün, parçaları elinizde biraz açarak yağlı kağıt serdiğiniz büyükçe bir dikdörtgen fırın tepsisine yanyana yerleştirin. Tepside parmak uçlarınızla hamurları biraz daha açarak tabak büyüklüğüne getirin.

5. Ispanakları az miktarda tuzla biraz ovalayıp hamurların üzerine paylaştırın. Onların üzerine de önceden hazırladığınız mantarlı malzemeyi paylaştırın.

6. Pizzalarınız artık pişmeye hazır. Üzerlerine rendelenmiş peyniri serpip, birkaç dilim domatesle süsleyin.

7. 175 derece önceden ısıtılmış fırında 30 dk kadar pişirdikten sonra sıcak sıcak servis yapın!...

15 Eylül 2005 Perşembe

Çikolatalı Elmalı Cheesecake, Elma Lokması, Kaymaklı Elma Tatlısı




En sevdiğim meyveden blog etkinliği yapılır da, bana ELMA-YE denir de, ben mutfağa girmez miyim? Girerim. Önce anneme yılın ilk elmalarını aldırırım. Köylü teyzelerden alınmış, hiç ilaçsız, hemen çürümeye meyilli, sonyaz elmalarıma gözüm gibi bakarım sonra. Kahvaltı için ofise bile getirir, özlediğim gibi müslime doğrayıp doğrayıp yerim (siz hoşçakalın armutlar mürdümler, elmam geldi!) Eve gidince de tabi elmalı lezzetler için iş başına geçerim...

Gerçekten de 1 numaralı meyvedir elma benim için. İlkbaharın o güzel, o kışkırtıcı meyveleri bile elmanın yerini dolduramaz benim gözümde. Tek bir şekilde yemem gerekseydi kütür kütür ısırarak yemeyi tercih ederdim, nasıl da keyiflidir pespembe, sulu mu sulu, incecik kabuklu bir elmayı dişlemek! Kabuğuyla yemenin daha sağlıklı olduğu ve günde 1 elma yemenin saymakla bitmez faydaları artık herkesin malumu olsa da ben önce tadı diyorum, o eşsiz tadı! Faydaları ekstrası olsun, teşekkür ederiz:)

Elma etkinliğimiz için tarif bulmak hiç zor olmadı. Arşivlerime, yemek kitaplarıma, gazete kupürlerime göz attım, annemin tarif defterini karıştırdım, hepsi elmalı tariflerle doluydu. Bu kez zor olan tarifleri elemek ve seçim yapmak oldu! Sonuçta güzel bir cheesecake, ilginç bir lezzet olduğunu düşündüğüm elma lokması ve elmalı tatların en klasik ve sade formlarından biri olan kaymaklı elma tatlısını sizlerle paylaşmaya karar verdim.

E hadi artık çok bekledik, elmalı birşeyler yiyelim yedirelim, buyrun!

ÇİKOLATALI ELMALI CHEESECAKE


Çikolatalı cheesecake'i geçtiğimiz yaz Didim Özsüt'te bayılarak yemiş ve tatlı krizi halindeyken önüme gelen dev porsiyonu (ama kesinlikle iki kişilikti!) bitiremediğim için üzülerek yarım bırakmıştım...

Epeydir evde de cheesecake yapmak istiyordum, cheesecake tanımından pek hoşlanmadığı için daha önce tatmamış olan annemi de böylece bu lezzetle tanıştırmak. Yapmışken de bari elmalısını yapayım dedim. Annem bir çatal aldıktan sonra "Sibeeeel!" dedi. Hmm, fena bir tanışma olmadı sanırım:)

Sevgili Zeynep de benden bir cheesecake tarifi istiyordu geçenlerde, böylece onun isteği de yerine gelmiş oldu. Umarım beğenirsin Zeynep!

Bu cheesecake tabanında pekçok tariften farklı olarak gofret kullanılıyor. Tabanı ve üst kreması nedeniyle oldukça yoğun bir çikolata tadı var, bu tat peynir katmanı içindeki pişmiş elma dilimleriyle birleşince tam çikolata düşkünlerine göre bir lezzet çıkıyor ortaya. Kullanılan malzemeleri düşününce tehlikeli bir lezzet olduğunu kabul ediyorum, ama bay ve bayan çelik iradeler için bir dilimle yetinmek zor olmasa gerek:)

Benim kullandığım kelepçeli kalıp malzemelerime göre biraz büyük geldi, o yüzden biraz ince cheesecake dilimleri elde ettim. Kalın dilimler için daha küçük (mesela 18-20 cm.lik) bir kalıp kullanmanızı öneririm.

Malzemeler:

- 6 paket çikolatalı gofret (standart boy)
- 50 g katı yağ (tercih ettiğiniz)
- 1 paket labne peyniri (bari light olsun:)
- 3 yemek kaşığı un
- 1 su bardağı toz şeker
- 3 adet yumurta
- 1 paket çiğ krema (200 ml)
- 1 paket vanilya
- 2 adet elma
- 200 g sütlü çikolata (2 büyük kare, 1 baton paket)

Yapılışı:

1. Cheesecake tabanını hazırlamak için gofretleri rondoda çekin, yağı ekleyerek karıştırın. Kelepçeli kalıbınızın tabanına yağlı kağıt serin, üzerine karışımı dökerek bastırın. Bu aşamada oldukça yumuşak bir taban olacak ama piştikten ve soğuduktan sonra ideal kıvamda oluyor.

2. Tabanı 180 derece önceden ısıttığınız fırında 10 dk pişirin ve fırından alıp soğutun.

3. Labne peynirini mikserle çırparak krema kıvamına getirin, unu ve şekeri ekleyip çırpmaya devam edin.

4. Karışıma yumurtaları teker teker ekleyin, her eklemeden sonra özleşene dek iyice çırpın.

5. Vanilyayı ve çiğ kremanın yarısını ekleyin, çırpın.

6. Kabuklarını soyduğunuz elmaları incecik dilimleyerek karışıma ekleyin (kararmamaları için bekletmeden hemen ekleyin veya doğrudan karışımın içine doğrayın), kaşıkla karıştırın.

7. Hazırladığınız karışımı soğumuş olan tabanın üzerine dökün ve yine önceden 180 derece ısıtılmış fırına verin. Yaklaşık 50 dk - 1 saat kadar pişirin. Fırından alıp soğutun.

8. Soğuyan cheesecake'i kelepçeli kalıptan çıkarttıktan sonra kalıbın tabanından ve yağlı kağıttan da dikkatlice ayırın. Servis yapacağınız pasta tabağına aktarın. Bunun pratik yolu yağlı kağıtla cheesecake arasına ince bir kesme tahtasını yavaşça itmek. Böylece cheesecake'i tahta üzerine alıp oradan da sağ salim servis tabağına alabilirsiniz.

9. Üst kreması için çikolatayı benmari usulü eritin, kremanın kalan yarısını da ekleyerek karıştırın (krema soğuk olduğu için erimiş çikolata tekrar katılaşır, o yüzden kremayı kap hala benmarideyken ekleyin). Hazırladığınız bu sosu fazla bekletmeden cheesecake'in üzerine dökün.

10. Buzdolabında en az 1 gece dinlendirdikten sonra servis yapın.

ELMA LOKMASI


Bu lokmalar yağda kızartılan (ve hani pek yanına yaklaşmak istemediğimiz!) lokmalara çok benziyorlar. Farkları, elmayla yapılmaları ve yağ çekmemeleri, dolayısıyla çok daha hafif olmaları. Zeytinyağıyla yaparsanız daha da iyi olur tabi. Dışı incecik çıtır bir hamur tabakasıyla kaplı, içi ise pişkin elma olunca sıcak sıcak ikram edilesi ve hemen yenilesi lokmalar çıkıyor ortaya. Hamurunu 1 saat bekletmek dışında da hiç vakit almıyor. Hani içeride misafir varken yapılabilecek tariflerden:)

(kızartmaları unuttum diyordum ama unutulmuyormuş, onu da anladım ya hadi neyse, zeytinyağlı:)

Malzemeler:

- 750 g elma (6-7 adet orta boy)
- 125 g un
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 adet yumurta
- Bir tutam tuz
- 150 ml süt
- 1/2 limon suyu
- 1/2 tatlı kaşığı vanilya
- 100 g pudra şekeri
- Kızartmak için zeytinyağı

Yapılışı:

1. Unu bir kaba eleyin, içine bir tutam tuz serpin. 1 yemek kaşığı zeytinyağını ve yumurtayı ekleyip çırpın. Sütü bu karışıma yavaş yavaş ekleyip tel çırpıcıyla sürekli çırparak krep hamuru gibi bir hamur hazırlayın. Üzerini kapatıp buzdolabında 1 saat bekletin.

2. Bu arada hemen elmaları soyup çekirdek yuvalarını çekirdek çıkartma aletiyle (adı budur herhalde:) çıkartın (dikkat edin, bu bende bir adet parmak ucu delinmesine sebep oldu).

3. Elmaları yuvarlak olarak 1 cm'den daha ince (ama çok ince değil) dilimleyin. Hemen üzerlerine limon suyu gezdirin, kararmasınlar. Daha sonra da pudra şekerinin yarısını vanilya ile karıştırarak serpin, bu şekilde bekletin.

4. 1 saat dolunca hamuru dolaptan çıkarın, yağı tavaya koyup kızdırın. Elmalar sulanmış olacaktır, bir yandan peçeteyle kurulayarak hamura bulayın, kızartın.

5. Üzerlerine kalan pudra şekerini serperek sıcak sıcak servis yapın.

Not: Bu lokmalar gül reçeli ile de servis edilirmiş, severseniz, dilerseniz öyle de yapabilirsiniz.

KAYMAKLI ELMA TATLISI



Ve bunlar da işte o hani "canım tatlı istiyor ama evde malzemem yok, ne yapsam da sakinleşsem" diye dolap çekmece karıştırılan kış akşamlarının bence vazgeçilmezlerinden.. Meyvesi kesmediyse hemen birkaç elma soyulur, tatlı haline getirilip afiyetle yenir.

Tarif klasik olsa da fotoğrafta çok güzellerdi, yılın ilk elmaları bizde böyle yendi, haliyle elemeye kıyamadım!

Malzemeler: (5 porsiyon için)

- 5 adet elma
- 250 g toz şeker
- 150 ml su
- 4-5 adet karanfil
- 100 g süt kaymağı*
- Birkaç dal taze nane

* Katkısız süt pişip soğuduğunda üzerinde biriken kalın kaymak tabakası, kahvaltıda ekmeğe sürülüp bal ve reçelle afiyetle yenebileceği gibi, kaymak ya da çiğ krema gereken yerlerde de kullanılabilir. Ben de bu tatlılarda kullandım. Siz hazır kaymak da kullanabilirsiniz.

Yapılışı:

1. Elmaların kabuklarını soyduktan sonra çekirdek yuvalarını oyarak çıkartın (yine dikkat:)

2. Elmaları bir tencereye yerleştirip üzerlerine suyu ekleyin, şekeri serpin. Karanfilleri de tencereye atın.

3. Kapağını kapatarak hafif ateşte yaklaşık 20-25 dk pişirin. Elmaların cinsine göre süre değişebilir, o yüzden arada kontrol edin.

4. Pişen elmaları servis tabağına alın, tencerede kalan şerbeti üzerlerine gezdirin.

5. Soğuduktan sonra elmaların üzerlerine birer parça kaymak koyup nane yapraklarıyla süsleyin, servis yapın.


Bir etkinlik daha böylece sona erdi...
Daha doğrusu bloglara tarif ekleme telaşı sona erdi. Sırada sabah kahvemiz eşliğinde blogları dolaşarak herkesler neler yapmış görmek var, en keyiflisi de bu. Hepimizi kış boyu idare edecek kadar elmalı tarif çıkacağı kesin!

11 Eylül 2005 Pazar

Hindistancevizli Bezeler / Antepfıstıklı Biscotti'ler



Haftasonunda mutfakta epey deneysel çalışmam oldu:)
Sırasıyla hepsini yazacağım.
Bugün bu küçük bezelerle başlamak istedim, bir de aşağıda göreceğiniz güzel biscotti'lerden bahsedeceğim.

Küçükken çarşıya çıktığımızda annem bize pastanelerden “içiboş” alırdı. Kesekağıdına koydukları ve üçer beşer yediğim o bembeyaz çıtır çıtır içiboşların aslında “beze” olduğunu sonradan öğrendim:) Evde de epey başarısız girişimin ardından püf noktalarını birer birer keşfettim ve artık bol bol beze yapıyorum. Hala pastanelerin içiboşlarının nasıl o kadar bembeyaz olabildiğini bilmiyorum, annem fırıncıların fırını farklı deyip çıkıyor işin içinden.

Bizde beze müşterisi annemdir. Ne zaman yumurta akı artsa ve benim canım sıkılsa “hadi beze yap” der. Bana kalsa içine bir yumurta daha kırıp “düşük kolesterol omleti” yapmayı tercih ederim ama beze yapmak da fena bir fikir değil... Hem evde atıştırmalık bir şey bulunması açısından, hem de olur da pasta yapar ve süslemek için malzeme ararsanız yararlanmak için.

Yine denediğim tariflerden birkaç yumurta akı artınca bir beze macerasına daha giriştim. Macera diyorum, çünkü bu kez hoş bir koku verir düşüncesiyle bezelere hindistan cevizi de ekledim! Oldukça da güzel oldular, klasik bezeden daha çok hoşumuza gitti. Bir dahaki sefere kakao eklemeyi düşünüyorum, herhalde öyle de güzel olur.

Güzel bezeler yapmak için;

1. Öncelikle yumurta aklarını sarılardan çok dikkatlice ayırmalısınız. Bir damla bile sarı karıştıysa hiç denemeyin. Ben bir kez denemiştim:)
2. Yumurta aklarını çırpacağınız kap ve mikser uçlarınız kesinlikle kuru ve temiz olmalı. Yine bir damla bile su, yumurta aklarının kar haline gelmesini engeller.
3. Bu koşullar altında yumurta aklarını bir fiske tuzla birlikte katılaşana dek çırpın. Kabı ters çevirdiğinizde köpüklerin yerinden kıpırdamaması gerek.
4. Bu aşamadan sonra bir yandan çırpmaya devam ederek azar azar şeker eklemeye başlayın. Ben yumurta akı başına 40 g kadar şeker kullanıyorum. Daha az veya çok kullanmak damak tadınıza kalmış. Yumurtalar normal ebatta değil de çok küçük veya iriyse kullanacağınız şekeri buna göre de ayarlayabilirsiniz.
5. En son 1 paket vanilya ve 1 dolu yemek kaşığı hindistan cevizi ekleyin, tekrar çırpın. Yumurta akı 3-4 adet kadarsa bu miktarlar yeterli olur.
6. Hazırladığınız karışımı sıkma torbasına doldurun. Fırın tepsinize mutlaka yağlı kağıt serin. Kağıt üzerine dilerseniz kurabiye ebatında, dilerseniz (süslemede kullanacaksanız) daha küçük ebatlarda bezeler sıkın. Sıkma torbası kullanmak yerine bezeleri iki kaşık yardımıyla da tepsiye koyabilirsiniz.
7. 90 derece önceden ısıtılmış fırında 1 – 1,5 saat arası pişirin / kurutun. 1 saatin sonunda birini bölerek pişip pişmediğini kontrol edin. İri bezeler yaptıysanız içlerinin tam kuruması daha uzun sürebilir.

İşte benim bildiğim kadarıyla beze sırları bunlar...

Gelelim bu güzel biscotti’lere!


Bu biscotti'ler yani çift fırınlanmış bisküvilerin tarifinde hiç yağ kullanılmıyor. Ama bolca kakao, damla çikolata ve antep fıstığı içeriyorlar! Yani çocuk olmak isteyenler için idealler.

Evde annemin pasta süslemesi için aldığı ama pasta bir türlü yapılamadığı için kullanılamayan antep fıstıklarım vardı. Damla çikolatayı da alışverişte aldım. Başka da ekstra malzeme gerekmiyor zaten. Yapımı son derece basit, sonuç şahane.


Cumartesi akşamı bunları güzelce pişirip soğumalarını bekledikten sonra (sabır!) mandıradan aldığım sıcacık akşam sütünü kaynattım ve hemen mavi yelkenli kupama doldurdum. Elime de vicdan azabına dönüşen yarım bıraktığım bir kitabımı aldım ve pikenin altına girdim. Doğan Canku'nun eski bir albümünü koydum. Bir yandan kitabımın sayfalarını çevirirken bir yandan da biscottileri süte banıp banıp yedim!

Tarifi sevgili Devrim'in sitesinden almıştım ve yapılacaklar listesinde beklemekteydi. İyi ki fazla bekletmemişim! Denemek isterseniz tarifi burada bulabilirsiniz...

8 Eylül 2005 Perşembe

Yoğurtlu taze barbunya, ve bir mutluluk!




Fotoğrafı çekerken o kadar acıkmıştım ki daha yakın planla uğraşamadım. Tabi böyle bakınca alttaki barbunyalar pek görünmemiş. Ama olsun, tadını o kadar sevdim ki anlatmamak olmazdı. Bu güzel yoğurtlu yemek taze barbunya fasulyelerinden yapıldı. Annemle uzun bir süre bu fasulye hayır barbunya tartışması yaptıktan sonra annem noktayı koydu. "Taze barbunya deyince bebelerinden yemeği yapılan barbunya anlaşılır. Bu barbunya fasulyesi!" Peki:)

Her neyse işte, bu güzel yemeği henüz bebeleri çıkarılacak kadar olmamış tazecik barbunya fasulyelerinden yaptım. Görünüş itibariyle zaten bildiğimiz fasulyeden farkları yok. Siz isterseniz taze fasulyeyle de yapabilirsiniz.

Bu sene garip bir şekilde taze fasulyeden soğudum, nedendir bilmiyorum.. İş yerinde çok sık yapıldığı ve malesef kötü yapıldığı için olabilir bu soğuma. Anneciğimin mis gibi fasulyesini bile çok severek yiyememeye başladım bu yüzden. Habire alternatif yollar arıyorum fasulye yemek için. Yaz sıcağında bile kuru fasulye özler olmuştum ki bu tarifle derin bir nefes aldım. Mümkünse ben bir müddet böyle yiyeyim...

Malzemeler: (4 kişilik)

- Yarım kg taze barbunya / fasulye
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 orta boy kuru soğan
- 1 su bardağı sıcak su
- Deniz tuzu, taze çekilmiş karabiber

Sosu için:

- 1 büyük kase süzme yoğurt
- 2 diş sarımsak
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 tatlı kaşığı salça
- 1 çay kaşığı kırmızı biber
- 1 çay bardağı sıcak su

Yapılışı:
1. Barbunyaları ayıklayıp yıkadıktan sonra küçük küçük doğrayın.
2. Kuru soğanı yemeklik doğrayıp zeytinyağında pembeleştirin.
3. Fasulyeleri de ekleyerek 5-6 dk kavurun. Üzerine sıcak su ekleyip kapağını kapatın, bir süre kısık ateşte pişirin. Daha sonra kapağını açarak suyunu çekene kadar pişirmeye devam edin.
4. Pişen yemeğinizi servis tabağına aldıktan sonra ılıması için biraz bekleyin. Bu arada sosu hazırlayın. Zeytinyağını küçük bir tavada ısıtarak içine salçayı ve kırmızı biberi ekleyip ezin. Sıcak suyu da ekleyin, suyu hafif çekip yoğun bir sos oluncaya kadar pişirin.
5. Daha sonra tuzda dövülmüş sarımsak karıştırdığınız süzme yoğurdu yemeğinizin üzerine gezdirin. Krema kıvamında olsun:) En üste de salçalı sosu dökün.


*******************************************


KURABİYEYLE ÇOĞALAN MUTLULUK!

Sevgili Haşmet Babaoğlu Vatan Gazetesi'ndeki bugünkü yazısında, Ayvalık'ta Güler Pastanesi'nden alıp severek yediği sakızlı kurabiyelerden bahsetmiş ve Portakal Ağacı, Zeytin Ağacı ve Didem'in Günlüğü ile birlikte Sibel'in Kahvesi'ni de anmış. Üstelik mailime gönderdiği nazik yanıtta da arasıra bloguma baktığını ve çok keyif aldığını söylemişti. Sevdiğim ve takip ettiğim bir yazardan böyle güzel sözler duymak beni o kadar mutlu etti ki!
Güne müthiş bir keyifle başladım.. Sonra bu güzel mis kokulu küçük kurabiyelerin ne kadar çok kişiyi mutlu ettiğini ve tanışmamızı sağladığını düşündüm...

Mutluluğun bir tepsi fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu kadar yakınımızda olduğunu bir kez daha anladım. Ve "iyi ki.." dedim içimden, yine!
Bugün Vatan Gazetesi almadıysanız yazıyı burayı tıklayarak internet sayfasından da okuyabilirsiniz.

6 Eylül 2005 Salı

Patatesli Ay Çöreği




Bunlar da haftasonu Yılmaz'a göndermek için yaptığım patatesli ay çörekleri...

Yılmaz dün sabah gönderdiklerimin tümünü tükettiklerini ve süper olduğunu yazmış:) Kargonun gecikmeden ulaşmasına da ayrıca sevindim, genelde sorun yaşadığım bir firmaydı çünkü..

Bu çörekleri ilginç yapan, hamuruna karıştırılan patates püresi. Patatesli deyince düşünülebileceği gibi içinde patates değil peynir var. Başlangıçta mayalanacak bir hamura patates koyma düşüncesini pek aklım almadı ama merak ya, denemek istedim. En kötü ihtimalle Yılmaz'a klasik poğaça yapıp gönderirim diye düşünerek denedim. Hamur o kadar kabardı ki ben de şaşırdım! Lezzetli olacağını tahmin etmiştim hamuru görünce, tadınca da kesinlikle "misafirlik" olduğuna karar verdik annemle. Tek tehlikesi var, o da özellikle açsanız kendinizi kaptırma olasılığınız yüksek! Zira yumuşacık puf puf oluyorlar. Ama neyse ki biz hemen paket edip göndererek bu dertten kurtulduk:)

Tarif, Boyut Yayın Grubu'nun çıkarttığı Pratik Mutfak Rehberi serisinden. Serinin yazarlarını bilmiyorum ama oldukça güzel tarifler var, ileride de denediklerimi paylaşmak istiyorum. Tarifte değişiklik yapmadım, sadece un miktarı fazla geldi, onu azalttım. Bir de ısıyı ve pişirme süresini kendi fırınımıza göre ayarladım.

Malzemeler:

- 400 g un (yaklaşık)
- 1/2 paket yaş maya (21 g)
- 3 adet orta boy patates
- 125 g tereyağı (oda sıcaklığında)
- 2 adet yumurta
- 1 Türk kahvesi fincanı süt
- 2 tatlı kaşığı tuz
- 200 g beyaz peynir (ben kelle peyniri kullandım)
- 1/2 demet maydonoz
- Çörekotu


Yapılışı:


1. Öncelikle patatesleri haşlayın ve ezerek püre haline getirin.

2. Mayayı ılık sütte eritin, az miktarda unla krep hamuru kıvamında bir bulamaç yapın. 15 dk kadar ılık bir yerde bekletin.

3. Geri kalan unu eleyin, ortasına dinlendirdiğiniz karışımı boşaltın. Tuzu kenarlarına serpin. Patates püresini, tereyağını ve 1 yumurtayı da ekleyerek iyice yoğurun. Elinize yapışmayan bir hamur yapın.

4. Hamurun üzerini örterek mümkünse güneşte, değilse ılık yerde mayalanmaya bırakın. Hamur elinize yapışmıyor olsa da sıcakta mayalandıktan sonra beze yapışacaktır (bez nemli de olsa), o yüzden üzerini ya streç filmle örtün ya da kapaklı bir kap kullanın. Ben kapaklı kap tercih ediyorum. Mayalanma 30 dk - 1 saat arasında sürebilir.

5. Bu arada iç malzemenizi hazırlayın. Bunun için peyniri ufalayın, maydonozları incecik kıyın, 1 yumurtanın da sarısını ayırarak akını iç malzemeye ekleyin, karıştırın.

6. Mayalanan hamuru yumurtadan daha küçük parçalara ayırın. Elinize yapışıyorsa ellerinizi ve hamur tahtasını unlayın. Hamuru 10-12 cm çapında açın. İç malzemeden bir kenarına koyun, katlayarak kapatın, hafif bükerek ay şekli verin.

7. Yağlı kağıt serili tepsiye dizdiğiniz çöreklerin üzerine fırçayla yumurta sarısını sürün, çörek otu serpin.

8. Fırını hafif ılıtın, 10 dk da fırında mayalandırın. Ben doğrudan sıcak fırına koydum, çünkü tepsiye sıraladıkça zaten kabardılar. 175 derece fırında 15 dk pişirdikten sonra ısıyı 200 dereceye yükseltin, üzerleri kızarana kadar 15 dk daha pişirin (tarifte verilen ısı ve süre 175 derecede 40 dk).


Bugün Çarşamba, yani bizim pazar günümüz:)
Anneme kilolarca elma sipariş ettim yine! Bir de tazecik barbunyalardan. Ne güzel oluyorlar bu mevsimde! Keşke gezip dolaşma şansım olsaydı ama ne yapalım, bana da eve gidince torbaları karıştırmak düşüyor... Bakalım bugün ne sürprizler çıkacak?

4 Eylül 2005 Pazar

Tahinli Kek

Yılmaz birkaç ufak eşyası için kargo istedi haftasonu. "Abla birşeyler de yaparsan çok iyi olur valla" diye de ekledi. Özel birşey istemiyormuş, ne istersem yapacakmışım. Ama annem de ıspanaklı börek yapsa ne iyi olurmuş hani! Ispanaklar daha çıkmadı hayatım ama ben sana başka birşeyler yaparım dedim.

Tahinli Kek Tarifi


Cumartesi günü paketi İstanbul arabasına yetiştirmek için annemle seferber olduk. Araya Pazar günü gireceği ve yaptıklarımız biraz bayatlayacağı için üzülerek de olsa koliyi hazırladık. Yılmaz için tahinli kek, patatesli ay çörekleri ve elmalı kurabiyeler yaptım. Onun favori keki çikolatalı ıslak kektir, ama o tür bir kekin 2 gün kapalı pakette sağlam kalmayabileceğini düşündüm, pek güvenemedim. Sonuçta kışın soğuk günlerinde daha "sağlam" bir paket hazırlama niyeti ve sözüyle paketi gönderdim. Umarım 5 dakikadan daha uzun bir sürede afiyetle yerler:)

Tahinli keki dilimleyip kutuya koyarken tadına ucundan baktım tabi. Klasik bir kek yemeyi özlemişim! Hele annem benden de fazla özlemiş. Yaz boyunca bir-iki tart dışında klasik kek yapmadığımı hatırladım. Eve de isteriz bu tahinliden! dedi annem bir parça keki kahvesinin yanında tadarken.

Malzemeler:

  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı yoğurt
  • 140 g eritilip ılıtılmış tereyağı
  • 3 su bardağı un
  • 1 paket vanilya
  • 1 paket kabartma tozu
  • 5 yemek kaşığı tahin

Yapılışı

  1. Yumurtaları ve şekeri derin bir kaba alıp, mikserle önce normal sonra yüksek ayarda en az 6-7 dk çırpın.
  2. Yoğurdu ve yağı ilave edip çırpın.
  3. Unu, vanilyayı ve kabartma tozunu yavaş yavaş ekleyerek sadece malzemeye karışıncaya kadar karıştırın.
  4. Yağlanmış kek kalıbına hamuru dökün. Ben kelepçeli kalıp kullandım.
  5. Hamurun üzerine tahini gelişigüzel gezdirerek dökün.
  6. Önceden 180 derece ısıtılmış fırında yaklaşık 40 dk pişirin. Fırından aldıktan 10 dk sonra üzerine toz şeker serpin.
Tahinli Kek



Oldukça basit ama çok leziz bir tahinli kek oldu. Bu güzel sarı rengi de sanırım köy yumurtaları ve tereyağı verdi. İlk fırsatta bir de çikolatalı kek mi yapsam?