31 Ekim 2005 Pazartesi

İçli Köfte (Malatya)

Hamuru;
1/2 kg ince kısırlık bulgur, 3 bardak sıcak su, 3 bardak un, Tuz

İç malzemesi;
1/2 kg dana kıyma, 2 adet kuru soğan, 1/2 demet maydanoz, Karabiber, pul biber, tuz

Hamur hazırlanışı;
Bulgurun üzerine sıcak suyu dökelim ve yarım saat bekletelim, unu katıp yoğuralım, tuzunu da atalım, cıvık olursa un ekleyelim(kulak memesinden biraz sert olabilir), yumurta büyüklüğünde parçalar kopartıp, işaret parmağı ve orta parmak ile hamurun içine sokup döndererek içi malzeme alacak gibi ayarlayalım

İçin yapılışı;
Yağı, soğanı hazırlayalım ve ard arda kıymayı ve ince doğranmış maydonozu ve baharatları atıp ocakta biraz kavuralım ve soğumaya bırakalım
Yapılışı;
İç malzemeyi kaşık yardımı ile koyup, kuyu gibi açtığımız hamurun içine koyalım. Ağız kısmını kapatalım ve yuvarlayalım. Hepsini aynı şekilde yapalım. 1 kg ocakta kaynayan suyun içine biraz tuz atalım ve yaptığımız topları içine bırakalım, 15 dk pişirelim. sonra dikkatlice tek tek alalım.
İçli köfteleri isterseniz kızartarakta yiyebilirsiniz ama benim böylesi daha çok hoşuma gidiyor. Eğer kızartmak isterseniz 3 yumurtayı tabakta çırpıp, topları yumurtaya bulayıp, daha sonra tavada ekmek kızartır gibi kızartıp, kızarmış olanları alıp servis yapabiliriz.

Afiyet olsun...

30 Ekim 2005 Pazar

Massala Çay (Baharatlı Çay)




Sevgili Dilek geçenlerde yazdığı bir yorumda ilginç bir çay tarifi vermişti. İnternette dolaşırken bulduğu kakuleli bu Hint çayını benim sevebileceğimi düşünmüş. Çok da iyi düşünmüş, çünkü nerede acayip bitkisel karışım ve baharat varsa ilgimi çeker ve denemeyi severim. Çok teşekkürler Dilek!

Baharatlı çayı ilk fırsatta denemek üzere kaydetmiştim, geçen gün akşam yemeğinden sonra mutfakta hurmalı denemeler yapar ve bir yandan da ne içsem ki diye düşünürken aklıma geldi. Evde süt de vardı, ve tabi diğer baharatlar da. Annemi her zamanki gibi yine kandıramadım benimle paylaşması için, o normal çayını demledi. Biz de Sevim'le paylaştık 4 kişilik bu çayı:) Sevim tadını salepe benzetti ama ben bu yorum karşısında "senin canın salep çekmiş güzelim" dedim ve tabi en kısa sürede salep yapmaya karar verdim.

Zencefilin verdiği aroma çok güzel, kakulenin de öyle. Ayrıca karabiber de boğazda hafif bir yanma duygusu oluşturuyor yudumlarken ve bu bence çok hoş. İkinci bardakta baharatlar daha da belli olduğu için daha çok sevdim. Denerseniz servis ettiğiniz kişilerden kullandığınız baharatları tahmin etmesini isteyin! Keyifli bir oyun olabilir:)

Malzemeler:

- 5 kakule çekirdeği
- 1/2 yemek kaşığı zencefil
- 1 tatlı kaşığı tarçın (ben küçük bir parça kabuk tarçın kullandım)
- 5 öğütülmemiş karabiber tanesi
- 6 kahve kaşığı şeker*
- 2 karanfil
- 4 kahve kaşığı siyah çay
- 40 cl süt (2 çay fincanı)
- 40 cl su (2 çay fincanı)
* Bu ölçü çayı tatlı sevenler için! Şekeri doğrudan suya değil, sonra isteğe bağlı olarak fincanınıza ekleyebilirsiniz -ben öyle yaptım-

Yapılışı:

1. Uygun bir demliğe suyla birlikte tüm baharatları koyun, ocakta kaynama noktasına gelinceye kadar ısıtın.

2. Kaynayınca hemen altını söndürün ve çayı ekleyin. Yaklaşık 3 dk demlenmeye bırakın. İsteğe göre bu süre uzatılıp daha demli çay elde edilebilirmiş ama ben fazla bekletmedim. Sonra da ikinci fincanı daha çok sevince biraz fazla demlenmesinde yarar olduğunu düşündüm.

3. Ayrı bir kapta sütü ısıtın. Fincanlara sütü ve süzülmüş olarak çayı paylaştırın.

Yanında bir dilim baharatlı kekiniz var mı?

Köfteli İslim Kebabı

Malzemeler;
500 gr kıyma, yarım ekmek içi, 3 orta boy soğan, tuz, karabiber, sarımsak, kekik, bir miktar su, 1 yumurta, 2-3 diş sarımsak, 1 kg patlıcan (kızartmak için ayçiçek yağı)

Yapılışı;
Tüm malzemeleri herzaman yaptığınız köfte gibi yoğurun ve teflon tavada altlı-üstlü yağsız kızartın.
Bir başka yerde 6-7 adet uzun boylu patlıcanları soyup boylamasına kesip kızartın. Kızaran patlıcanların yağını kağıt havluda iyice emdirin. Bir kaseye kızarmış patlıcanları çaprazlamasına yerleştirin ve içine 1 adet köfte koyarak patlıcanları köftenin üzerine kapatıp bir tepsiye ters çevirin ve üzerine bir kürdan batırıp domates ve biberle süsleyin. Tüm malzemeler bitene kadar bu işlemi tekrarlayın ve kebapların üstünü aşmayacak şekilde salçalı su yapıp tepsiye ekleyin. Önceden 180 derece ısıttığınız fırında 30 dakika pişirin.

Afiyet Olsun...

28 Ekim 2005 Cuma

Fırında Hamsi

Malzemeler;
1kg hamsi, 2 baş kuru soğan, 2 adet patetes, 2 adet domates, 1 tane limon, yeteri kadar sıvı yağ, tuz,

Yapılışı;
Hamsiler kafaları koparılıp kılçıkları çıkarılarak fileto olarak ayıklanır, yıkayıp durulanır. Bir süzgecin içine temizlenmiş balıkları koyup yeterince tuz yapıp 1 saat kadar tuzu almasını beklemeli.
Fırın tepsisini hafifce yağlayıp halka halka kestiğimiz soğanları yerleştirelim,üzerine halka halinde kestiğimiz patetesleri,onun üzerinede hamsileri aralarında boşluk kalmayacak tarzda bir ters, bir düz diziniz.
Domatesleri ve limonu ince halkalar halinde doğrayınız. Balıkların üzerlerine domates ve limonları eşit aralıklarla diziniz.
180C’de ısıtılmış fırında 25-30 dakika kadar pişiriniz.
Sıcak servis yapınız. Afiyet olsun...

Not: Hamsiler fırında iken zaman zaman kurumaması için kontrol ediniz. Eğer kuruyorsa ki bu hamsilerin yağsız olmasından kaynaklanır, üzerlerine hafifce sıvı yağ gezdiriniz.

27 Ekim 2005 Perşembe

Zeytinli Ekmek




Zeytinli ekmek (ya da kek) yine bir Tijen İnaltong tarifi! Her daim başucu kitaplarımdan olan Meyve Ağacından Hikayeler'de, kutsal meyve zeytini anlattığı bölümünde bir Kıbrıs tarifi olan zeytinli ekmekten bahsediyordu. Ben de ne zamandır denemek istiyordum. Bu aralar sahur için alternatif arayışlarım sürerken yine bu tarife rastladım ve neden denemiyorum ki? dedim. Sonrası kolları sıvayış, mutfağa giriş ve bir süre sonra fırından gelen muhteşem kokuları içime çekerek "çoktan yapmalıymışım çoktaan!" diye hayıflanış..

Zeytin hayatımın çok önemli bir bölümünü kapsıyor. Zeytinsiz bir kahvaltı sofrası düşünemem. Sırf kahvaltı da değil; zeytini makarna soslarıma koyarım, salatalarıma atarım, pizzalarıma mutlaka serperim, ezmesini ekmeğe sürüp yemeye bayılırım. Zeytinli tariflere de ayrı bir sempatim var bu yüzden. Zeytinli poğaçaları ve bu tür ekmekleri de çok seviyorum.

Bu ekmek, benzeri tariflerin aksine yapıldığının ertesi günü ve hatta sonraki günü de tazeliğini ve yumuşaklığını koruyordu. Misler gibi kokusunu da tabi! Eğer zeytini ve yağını seviyorsanız hiç düşünmeden deneyebilirsiniz.



Zeytinli Ekmek (8 kişilik)

Malzemeler:

- 3 yumurta
- 1/2 su bardağı zeytinyağı
- 1 su bardağı süt
- 3 su bardağı un*
- 1 su bardağı çekirdekleri çıkarılmış zeytin (siyah-yeşil zeytin karışık kullandım)
- 1 çay kaşığı karbonat
- 1 tatlı kaşığı tuz
- 1 tatlı kaşığı kuru nane**

* Kitapta unun yarısının tam un veya mısır unu olarak kullanılabileceği yazıyordu, ben tam un kullandım. Bir de mısır unu ile deneyeceğim sonra, eminim öyle de güzel olur.
** Kuru nane yerine taze nane veya dereotu da kullanılabilirmiş, ama ben kuru nane kullandım.

Yapılışı:

1. Derin bir kase içerisinde yumurtaları mikserle iyice çırpın.

2. Zeytinyağını ve sütü ekleyip karıştırın.

3. Elediğiniz ve tuz + karbonat eklediğiniz unu karışıma yavaş yavaş ekleyin ve pütürsüz bir hamur elde edene kadar karıştırın.

4. Zeytinleri (iriyse doğrayabilirsiniz), naneyi veya dereotunu ekleyip kaşıkla karıştırın.

5. Hamuru yağlanmış kek kalıbına (ben baton kalıp kullandım) veya küçük muffin kalıplarına döküp 180 derece önceden ısıtılmış fırında 35-40 dk kadar pişirin. Ilık olarak servis yapın.


Tabaktaki güzeller, babaannemin kırma zeytinleri! Benim en sevdiğim zeytin yani:) Annemin yaptıkları daha yeni tatlandığı için fotoğraf çekilirken kahvaltı tabağında bunlar vardı...

25 Ekim 2005 Salı

Zeytinyağlı Yerelması




Yerelması malesef yeni keşfettiğim (itiraf etmek gerekirse geçen yıl) bir sebze. Bu geç tanışma için gerçekten çok üzgünüm! Benim gibi bir sebzeoburun bile keşfedemediği şeyler kalıyormuş demek ki. Şeker gibi bir sebze yerelması. Tıpkı patates gibi o da toprak altında yetişiyor. Oldukça besleyici, faydalı ve çok da lezzetli. Benim gibi hiç tanışmadıysanız mutlaka bir kez denemelisiniz. Yamru yumru şekliyle "aman nedir bu uzaklaşayım hemen" duygusu uyandırsa ve biraz zahmetli bir soyma temizleme süreci olsa da, çabucak pişmesi ve lezzetiyle hemen kendini sevdiriyor.

Bu yılın ilk yerelmasını geçenlerde yaptım ve çok özlemişiz yahu diyerek annemle bir oturuşta afiyetle hepsini yedik. Sevim ve babam birbirlerine benzerler, tutucudurlar damak zevklerinde! Neler kaçırdıklarını bilmiyorlar tabi:)

Yerelmasını pişirdikten sonra biraz bekletip ılık olarak yemenizi tavsiye ederim. Pekçok zeytinyağlı gibi asıl lezzetini piştikten bir süre sonra sunar. Hatta ertesi gün daha bir leziz olur! Ben iş çıkışında vaktim kalmadığından geceden yaptım, ertesi akşam hafifçe ısıtarak yedik. Yapılışı çok kolay!

Malzemeler: (2-3 kişilik)

- Yarım kg yerelması
- 1 adet kuru soğan
- 3 diş sarımsak
- 1 adet havuç
- 1/2 çay bardağından biraz az zeytinyağı
- 1 yemek kaşığı pirinç
- 1/2 limon suyu
- Deniz tuzu

Yapılışı:

1. Öncelikle derin bir kasede limonlu su hazırlayın ve yerelmalarını soyarak bu suya atın (minik yumruları soymak biraz zahmetli ama değecek, sabredin:) Limonlu su yerelmalarının kararmasını önler.

2. Soğanı ve sarımsakları ince ince kıyın, havucu dilimleyin, hepsini zeytinyağında biraz kavurun.

3. Limonlu suda bekleyen yerelmalarını yıkadıktan sonra irice doğrayın. Pirinçle aynı anda tencereye ekleyin. Limon suyunu da ekledikten sonra kapağını kapatın ve kısık ateşte pişmeye bırakın.

4. Eğer kendi suyu yeterli gelmezse 1/2 çay bardağı kadar su ekleyebilirsiniz (ben ekledim). Tuzunu da ekleyin, pirinçler piştiğinde ocaktan alın. Ilık olarak servis yapın. Dilerseniz serviste üzerine dereotu serpin.

Not: Limon suyunu yemeği pişirirken eklemek yerine, yerken üzerine de sıkabilirsiniz. Limon yerine greyfurt suyu da kullanılabileceğini duymuştum, hiç denemedim, ama deneyeceğim mutlaka.

24 Ekim 2005 Pazartesi

Mutfak!



Sevgili Fethiye mutfağım(ız)la ilgili bazı şeyleri paylaşmam için geçen hafta beni sobelemişti. Ben de hem mutfağa çeki-düzen verebilmek hem de günışığından yararlanmak için haftasonunu bekledim. Nihayet yanıtlayabiliyorum:)

1. Mutfağınızın bir fotoğrafını bizlere gösterir ve kişiliğinizi yansıtan yanını anlatır mısınız?

Fethiye’ye de söyledim, maalesef mutfağım(ız) benim kişiliğimi pek yansıtmıyor, çünkü annemin mutfağını kullanıyorum. O yüzden de fotoğrafını çekmek yerine kısacık bahsetmek istedim. Oldukça küçük bir mutfağımız var, çoğu kez dilediğimce yayılmama yetmiyor. Ben mutfağa girmişsem annemin mutlaka çıkması gerekir! Çünkü mutfakta çok dağınık çalışan biriyim. Yaptığım yemeğe konsantre olduğumdan çoğu kez ortalıkta kapağı açık kavanozlar, kapısı kapanmamış dolaplar, çıkarılıp kullanılmış ya da kullanılmaktan vazgeçilmiş birbirinden alakasız poşetler, kutular, şişeler görülür:) Son zamanlarda yavaş yavaş bir yandan da toplamayı öğreniyorum ama bana kalsa dağıttıklarımı işim bittikten sonra toplamayı tercih ederim ve annemle bu konuda hiç anlaşamayız (bu konuda anneanneme çektiğimi söyler, ve itiraf etmek gerekirse bu yüzden bunun çok da kötü bir şey olmadığını düşünürüm:) Kısacası benim mutfağım kesinlikle büyük olmalı! Bir de herkesin bir hayali vardır ya muhakkak, bir kapısı minik bir gizli bahçeye açılan bir mutfak hayal ederim hep. Ve mutlaka bol ışıklı, aydınlık bir mutfak…

2. Bir dolabınızı açın (istediğinizi), fotoğrafını çekin ve bize ne gördüğünüzü anlatın.



Bolca baharat görüyorum her şeyden önce! Bu benim en çok kullandığım dolap. Bakmayın siz böyle düzenli göründüğüne, ben yemek yaparken kesinlikle bu görünümde olmaz:) Ama her haftasonu bu dolabı düzenlerim, ihmal etmem. Yoksa annemden “Sibeeel pulbiber yine nereye gitti?!” çığlıkları yükselir:)) Üst rafta görünenler daha çok "zararlılar", yani pasta-kek malzemeleri. Sol tarafta ön planda kahveme attığım esmer şeker küpleri ve kahvaltıda yemeye bayıldığım fıstık ezmem var. Arka plandakiler ise yulaf ezmesi, krem şanti, damla çikolata, pudra şekeri ve bilimum nişasta paketleri.. Tam ortadaki renkli şeyler pasta süslerim:) En sağda ise susam kavanozum, harnup pekmezim ve balım var. Alt rafta ise sol baştaki zeytinyağı şişeleri haricindekilerin tümü baharat. Neler yok ki?! Tarçın, karanfil, köri, muskat, kakule, kimyon, zencefil, mahlep, karabiber, pulbiber, nane, kekik vazgeçilmezlerim…

3. En gözde elektrikli mutfak aletinizi bize tanıtır mısınız?


Açıkçası elektrikli aletlerle pek aramız yok. Bunun mutfağımızın küçüklüğüyle de ilgisi büyük. Şu robotu bile nereye sığdıracağımızı bilemiyoruz. Ama o da olmazsa olmaz. Anneme hediye etmiş olsam da ben kullanıyorum:) Annem el alışkanlıklarından vazgeçemiyor (bazen robotu temizlerken ona hak vermiyor değilim!) ben de fazla miktarda sebze-meyve kullanmam gerektiğinde başvuruyorum. Çok sık kullandığım bir alet olmasa da gözde (özellikle 4-5 tane birden soğan doğramam gerektiğinde oldukça gözde!)

4. En sevdiğiniz ve her zaman elinizin altında olan malzemeleri bizlerle paylaşır mısınız?


Tabi ki! En çok bu soruyu sevdim nedense:) Efendim, bu toplu fotoğrafta görünen ciciler benim en sevdiklerim ve sürekli kullandıklarım. Soldan başlayarak anlatayım:

- Deniz tuzu: En solda bulunan pakette deniz tuzum var. Anneme kabul ettirene kadar akla karayı seçtim. Hala kendi isteğiyle benim tuzluğuma uzanmasa da yemek yaparken kullanmama artık ses çıkarmıyor. Ama tabi sofrada tuzluklarımız ayrı. Ben mümkün olduğunca rafine tuz kullanmıyorum. Neden ki? Hımm, Tijen İnaltong’un şu cümleleri belki nedenini açıklayabilir: “Kimyasal bileşimi insan kanındaki tuza çok benzeyen deniz tuzu rafine tuza göre koyu renkli, iri taneli ve hafif nemlidir. Rafine olmadığından magnezyum, manganez, bakır, demir, bor ve nikel gibi mineraller içerir. Rafine sofra tuzuna göre üstünlüğü sadece içerdiği mineraller değil (çünkü rafinasyon sırasında tuzun içinde sodyum ve klorinden başka mineral kalmaz) ayrıca doğal olmasıdır. Rafine sofra tuzlarının paketlerine bakacak olursanız içinde dayanıklılığını ve akışkanlığını arttırmak üzere çeşitli maddeler eklendiğini göreceksiniz ki bunlar sağlık açısından zararlı olabilir.” Bence bir üstünlüğü daha var ki deniz tuzundan az miktarda kullanmak yeterli oluyor. Bu tuzun “feri” var yani!

- Karabiber değirmeni: Sol ön plandaki minik değirmende karabiberimi öğütüyorum. Her sofra kuruluşunda bu minik değirmen masaya gelir ve gider. Taze çekilmiş karabiberin muhteşem aromasını bildikten sonra hazır çekilmişinde hiç tat bulamıyorum.

- Soya sosu: Tuz paketinin yanında duran küçük şişede soya sosum var. Salatalarımda kullanmayı çok seviyorum. Çok hoş bir aroması var. Uzakdoğu mutfağına has olan bu sos tuzlu olduğu için kullanıldığı yerlerde tuz gerektirmiyor. Benim kullandığım Amoy markalı soya sosu Çin’den ithal. Yerlisini maalesef görmedim, varsa da bilmiyorum:(

- Zeytinyağı: E o olmazsa olur mu? Bu küçük şişe en vazgeçilmezim. Kendimi bildiğimden beri bizde her yemek zeytinyağıyla yapılır. Tereyağının lezzetini sevsek de öncelik onda değildir. Sadece kimi hamur işlerinde ve kırk yılda bir pilavda-omlette kullandığım tereyağı daima suçluluk hissettirmiştir bana, doğal bir yağ olsa da. Zeytinyağının yerini hiçbirşey tutamaz, nokta.

- Tam buğday unu: Tam buğday, kepekli, ya da esmer un… Tümü de aynı şeyi ifade ediyor, yani kepeği ayrıştırılmamış, yararlı içeriğinden arındırılmamış doğal unu. Zeytinyağının arkasında duran kahverengi pakette medarı iftiharımız Söke Un’un kepeklisi var. Aslında biz tam buğday unumuzu zahireciden alırız. Tıpkı yemeklik buğdayımızı, mahallenin kumru ve serçe sülalesi için kuş yemlerimizi aldığımız gibi. Ama ben o kadar çok kullanırım ki bazen evde kalmaz ve o zaman marketten alınır. Yani o da olmazsa olmaz! Pek çok hamur işinde, özellikle de ekmeklerde bolca kullanırız. Tarifin özelliğine göre, bazen beyaz un ağırlıkta olur, bazen kepekli un daha çok kullanılır, ama genellikle kullanılır. Tek başına kullanıldığında hamur işlerini -içindeki kepeğin ağırlığından dolayı- fazla kabartmadığı için beyaz unla karıştırılarak kullanılması tercih ve tavsiye edilir:)

- Esmer şeker: Sağda gördüğünüz pakette de esmerim şekerim var. Amma da reklam yaptım değil mi:) Ama böyle güzel şeylerin reklamı yapılmaz mı? Hem de müşteri şikayetlerine değer veren, sorunlu çıkan bir paketi özürler dileyip geri aldıktan sonra yenisini yanında hediyesiyle gönderen bir firmaysa? Kısacası ben Doğa markalı herşeyi seviyorum, lezzetli bitki çaylarını da, kahvaltılık nefis tahıl ezmelerini de. Ve tabi ki karamelli lezzetiyle esmer şekerini de. Her yerde bulamıyorum ama bulduğumda mutlaka alıyorum evde bulunması için. Vicdanımı rahatlatıyor onunla yaptığım tatlılar:) Beyaz şekerden nesi farklı, onu da açıklamak gerek. Şekerin esmeri, şeker kamışı ya da şeker pancarının ikinci şurubundan doğal olarak elde ediliyormuş ve sanırım bu nedenle daha keskin (hoş) bir kokusu var. Rafine olmadığı için kana beyaz şeker kadar hızlı karışmıyor ve sonuçta kan şekeriniz aynı hızla düşmüyor. Kalori açısından beyazdan çok büyük farkı yok ama daha sağlıklı olduğu kesin.

- Gomasio: Öndeki küçük tabakta duran da gomasio! Gomasio da ne ola ki? Kavrulmuş susam ve deniz tuzu karışımdan oluşan nefis birşey! Yine Uzakdoğu mutfağına ait bir lezzet. Özellikle makrobiyotik beslenmede tuz yerine kullanılıyormuş. Tijen ablamdan öğrendiğimden beri evde daima bir kavanoz bulunuyor. 13 tatlı kaşığı susamla 1 tatlı kaşığı deniz tuzu ölçüsüyle yapılıyor. Yapımı da çok kolay. Tuz ve susamı karıştırarak kavuruyorum. Susamların rengi dönüp çıtırdamaya başladıklarında ocaktan alıp ılımalarını bekliyorum ve sonra tahta havanda dövüyorum. Sonra da hoop kavanoza! Sonra da salataların, ot ve sebze kavurmalarının üzerine! (özellikle ıspanağa öyle yakışıyor ki!)

5. En beğenerek kullandığınız mutfak aletinizden bahseder misiniz?


İşte bunlar! Kek kalıplarım:) Çok seviyorum cici kalıplarımı. Fotoğrafta muffin kalıplarım da olmalıydı aslında ama maalesef onları unutmuşum, epeydir kullanmadığım buradan belli! En kısa zamanda muffin yapmalıyım. Neyse; kelepçeli kalıbım, baton kek kalıbım (bu aralar favorim!), tart kalıbım ve de ortası delik kek kalıbım görünüyor fotoğrafta. Borcamlarımı da seviyorum tabi. Bana kalsa daha çoook alacağım ama abartmanın anlamı yok değil mi? (yoksa var mı:) Sanırım kendi mutfağımda bir kalıp koleksiyonum olacak:))

Efendim bir sobe daha burada sona ererken, ee.. hemen ben de birilerini sobeliyorum. Burcu, Zinnur ve Aslı, kura çektim size çıktı!!:) Bizi mutfağınıza konuk eder misiniz?

************

Son bir şey daha var! Bu güzel kurabiyeleri yazmazsam olmazdı. Sevim’in Yılmaz’a yolladıklarımı kıskanıp “bize hiç damla çikolatalı kurabiye yaptığını görmedik?!” siteminden sonra acilen yapılması gerekiyordu ve Yeşim’in bu güzel tarifi denendi...

Zeytinyağı, esmer şeker ve kepekli unla yapıldılar, kıtır kıtır ve çok leziz oldular. Kıtır kurabiyeleri pek sevmeyen annem bile çok beğendi. Sevim ofise götürüyor, ben de sahurda kahveme banıp banıp yiyorum, sağolasın Yeşim! Tarifi işte burada.

21 Ekim 2005 Cuma

Meyveli Kek






Yılmaz’a göndermek için yaptığım meyveli kekin tarifine geldi sıra..
Annem ıslak kek yapacaktı, ben de kek yapmak istiyorum deyince o zaman sen de başka bir kek yap dedi. Evde bolca portakal kabuğu şekerlemesi ve kuru meyve olduğundan meyveli kek yapmaya karar verdim. Streçe sarıp bütün halde kargo ettiğim için size maalesef dilim fotoğrafı sunamıyorum, ama ucundan kopan bir parçanın tadına baktım, oldukça güzeldi.

Geçen kış portakal reçeli yapmış, acı olmaması için rendelediğim dış kabukları atmayıp şekerleme yaparak değerlendirmiştim. Ama buzdolabında hala bir önceki kıştan kalan şekerleme duruyordu! Sanırım daha bol portakallı tarifler yapmalıyım..

Belki pek çoğunuz biliyordur, bu şekerlemeyi yapmak oldukça kolay. Yediğiniz (ya da benim gibi reçel yaptığınız) portakalların kabuklarını atmıyor, rendeliyorsunuz. Kabuk miktarı kadar toz şekerle karıştırıp cam bir kavanoza koyuyorsunuz. Sonra da keklerinize kurabiyelerinize hoş koku vermek için bundan 1 tatlı kaşığı ekliyorsunuz! Örneğin ben bazen 1 portakalın kabuğu gereken tariflerde 1 yemek kaşığı şekerleme kullanıyorum, tabi tarifteki şeker miktarını azaltarak. Portakal mevsiminde değilken çok güzel bir çözüm…

Meyveli kekimin tarifi şöyle;

Malzemeler:

- 125 g Becel
- 1 su bardağı pudra şekeri
- 5 adet yumurta
- 2 su bardağı un
- ½ paket vanilya
- 1 paket kabartma tozu
- 3 yemek kaşığı kuru üzüm
- 2 adet kuru incir
- 2 adet kuru kayısı
- 1 yemek kaşığı portakal şekerlemesi
- 1 limon kabuğu rendesi
- 1 yemek kaşığı limon suyu
- 1 yemek kaşığı iç yeşil fıstık

Yapılışı:

1. Kuru kayısı ve inciri küçük küçük doğrayın. Kuru üzüm ve kayısı parçalarını sıcak suda bir müddet bekletin. Daha sonra sudan çıkarıp kağıt havlu arasında kurulayın ve incirleri de bunlara ekleyip tümünü una bulayın.

2. Derin bir kabın içerisinde yağ ve pudra şekerini krema haline gelene kadar mikserle çırpın.

3. Yumurta sarılarını teker teker ilave edin, her ilavenin ardından iyice çırpın.

4. Un, vanilya ve kabartma tozunu ekleyin, malzeme özleşene dek karıştırın.

5. Önceden hazırladığınız kuru meyveleri, portakal şekerlemesini, limon kabuğunu, limon suyunu ve fıstık parçalarını hamura ekleyip karıştırın.

6. Ayrı bir yerde yumurta aklarını kar haline getirdikten sonra metal bir kaşık yardımıyla hamura yedirin.

7. Hamuru yağlanmış kek kalıbınıza boşaltın, önceden 180 derece ısıtılmış fırında 40 dk kadar pişirin.

Meyveli kek yanına 1 bardak süt çok güzel gider! Tabi ki çay veya kahveyle de afiyetle yenebilir:)

Keki deneyip dilim fotoğrafını gönderen sevgili Hatice (Berceste)'ye teşekkür ediyor, tarife ekliyorum.

20 Ekim 2005 Perşembe

Rastgele...




Sevgili Burcu benden hayatıma dair 20 rastgele detayı paylaşmamı istemiş… Zor bir sobe oldu doğrusu! Düşündüm düşündüm ve sizlerle şunları paylaşmaya karar verdim:

1. Dağları çok seviyorum… Yolculuklarda pencerelerden gördükçe oralarda olmak için can atıyordum. Nihayet 2 yıl önce bu düşümü gerçekleştirdim ve 3932 m ile Türkiye’nin üçüncü zirvesi olan Kaçkarlar’a tırmanmayı başardım. Yukarıdaki fotoğraf zirveden, Sibel kuş olmuş bakarken…

2. Buz patenini çok seviyorum! (yok yok, bunu sadece izliyorum:) Şampiyonaları asla kaçırmam, hatta o günlerde evde tam bir zalime dönüşürüm! Tv kumandası bendedir ve TRT3’e ayarlanmıştır. Elimde kahvem, battaniyeye sarılıp sevdiğim sporcuları izlerken hop oturup hop kalkarım. Sayemde buz patenine dair ne kadar teknik terim varsa ev halkı ezberlemiştir:))

3. Kaçırılmayacak filmler ve üst maddedeki merakım dışında Tv izlemem. İletişim Fakültesinde gözlerime taktıkları lensler yüzünden çok rahatsız olduğum için yıllar önce bu alışkanlığı bıraktım..

4. Çayla aram pek yok. Olsa da olur, olmasa aramam. Ama kahve içemediğim gün çok huysuz olabilirim!

5. Saçlarım konusunda çok tutucuyum. Bu yüzden yıllardır aynı model ve renkteler:)

6. Şapkalara çok özel bir ilgim var. Ufak çaplı da bir koleksiyonum. Buna bere, atkılar ve komik eldivenler de dahil. Kışı biraz da bu yüzden seviyorum:)

7. Mum ve tütsülere meraklıyım. Özellikle de yaz akşamlarında odada bol bol yakarım. Sandal ağacı kokusu beni çok rahatlatır.

8. Dergiseverim! Gıcır dergileri önce karıştırmayı, sonra da yavaş yavaş okumayı severim. Yanında kahvem ve bir dilim kekim de olursa dokunmasın kimse keyfime.. Atlas, Altyazı, Sinema, Picus evimize bol bol giren dergiler…

9. Çok üşüyen biri olsam da soğuğa dayanıklı bir bünyem var. Bunu biraz da beslenme seçimlerime bağlıyorum, son 4 yıldır ufak nezleler dışında (en uzunu 3 gün sürer) hiç grip olmadım.

10. Blues ve caz dinlemeyi çok severim.

11. Burcu gibi ben de aynı anda birkaç kitap okurum. Biri serviste, toplam 1,5 saat süren ofis-ev arası yolculuklarda okunmak üzere çantamda, biri evde başucumda durur. Biri de (ki çoğu kez referans kitaptır) kütüphanede durur, arasıra karıştırılmak suretiyle yavaş yavaş okunur.

12. Ayraç koleksiyonum var. Yeni bir ayraç bulduğumda ya da merakımı bilen biri getirdiğinde çocuk gibi mutlu olurum. Her kitabımı farklı bir ayracımla okurum. Kitap sayfalarını asla kıvırmam. Yaptığım tek kötülük satırları çizmektir ama bunu da yapmazsam okumam yarım kalmış gibi geliyor.

13. Kırmızı şarabın yeri ayrı da olsa, beyaz şarap ve meyve şaraplarını da severim. Konyak ve likörü, kahve ve tatlılarla beraber (ya da onların içinde) seviyorum. Diğer alkollü içecekleri bünyem kaldırmıyor.

14. Hiç dişlerim kamaşmadan sonsuz sayıda erik yiyebilirim:))

15. Hiç yufka açmadım. Mutfaktaki fobilerimden biridir.

16. Kola, her nevi gazoz, meyveli ve asitli içecek, hazır meyve suyu, hazır çorba (monosodyum glukomat çorbası!), ketçap-mayonez tüketmiyorum. Sevdiğim insanlar tüketirse de çenemi tutamayıp söyleniyorum..

17. Opera ve baleyi çok severim, yıllardır izleyemediğim için çok özlüyorum…

18. Sinemada jeneriği sonuna dek izlerim, yarıda kesilirse çok sinirlenirim. Bu sayede yakaladığım pek çok sürpriz olmuştur! Zaten filmin en güzel şarkısı da jenerikte çalar.

19. Eski Hollywood müzikallerine bayılıyorum!

20. Yemek sofrasına ve yemeğe ayrılan zaman dilimine çok önem veririm, keyifli olması için elimden geleni yaparım.


Hımm, şimdi ben kimleri sobelesem ki? Hadi bakalım Başak, Dilek ve Elçin, paylaşmak isterseniz eğer, sizin hayatlarınızdan da 20 rastgele detayı bekliyoruz!

Not: Burcu’dan önce Fethiye başka bir konu için beni sobelemişti ama o konu fotoğraf çekimleri gerektirdiğinden ve bol ışığa ihtiyacım olduğundan haftasonuna erteledim. Darılma iyi mi Fethiyecim?

Mantı

(6 kişilik)
Hamuru için:

3 su bardağı un, 1 yumurta, 1 tatlı kaşığı tuz, 1 kahve fincanı su
İçine:
200 gr kıyma, 1 adet kuru soğan, tuz, karabiber
Üzerine:
2 çorba kaşığı tereyağ, 1 çorba kaşığı salça, kırmızıbiber, tuz, nane,(kekik), 8 su bardağı su (haşlamak için), 5 diş sarımsak, yarım kilo yoğurt
Yapılışı:
Hamuru yoğuracağımız kaba unu boşaltalım. Ortasını havuz gibi açıp yumurtayı,tuzu ve suyu ilave edelim. Hamurun hepsi toplanasıya kadar yoğuralım. ( hamuru bıçakla kestiğimizde içinde gözenek olmaması lazım.) soğanı rendeleyip kıymayı,tuzu ve karabiberi karıştırarak içini hazırlayalım. Hamurdan 2 yada 3 beze yapıp üzeri ne bir bez örterek 20 dk kadar dinlendirelim.
Daha sonra 1-2 mm kalınlığında yufkalar açıp 1.5-2 cm kareler keselim.kıymalı içten azar azar ortalarına koyup, dört köşesi üstde ortada birleşecek şekilde katlayalım. katladıklarınızı tabanına un serpilmiş olan tepsiye aktarın.( eger buzlukta saklamak isterseniz 10 dakika kadar orta hararetli fırında kızartmadan fırınlayın. Soğunca poşetleyip buluğa koyabilirsiniz. Uzun süre dayanır.) kalan hamurlarıda bu şekilde açıp katlayın.
Suyu tencereye alıp kaynatın. Kaynayan suyun içine mantıları salın. Ara ara yapışmaması için karıştırın. Mantılar pişmeye başlayınca yumuşar. Sizde birtane alıp pişip pişmediğini kontrol edin. Ayrı bir tavaya tereyağını aktarın ve yağda salçayı, tuzu , naneyi ve kırmızı biberi yakıp tenceredeki sulu mantının içine salçalı yağı aktarın. Tencerenin altını kapatın. Güzelce karıştırın. Sarımsaklı yoğurdunu hazırlayın. Sıcak olarak sulu mantıdan tabaklara üzeri yoğurtlu olarak servis yapın.

Afiyet olsun...

Not: Tarif Yemek Günlüğüm'den alıntıdır...

19 Ekim 2005 Çarşamba

Yoğurt Tatlısı

Yoğurt tatlısı annemin eskiden en sık yaptığı tatlılardan biriyken, sağlıklı besleneceğiz, şekerden uzak durmalıyız diye diye unuttuğumuz tatlardan birine iade-i itibardır..

Yoğurt Tatlısı tarifi

Gelenekseldir, çok lezzetlidir! Unutulmamalıdır. Ama küçük bir porsiyonla yetinilmeli, abartılmamalıdır da.. Hatta mümkünse benim yaptığım gibi tamamı paket edilip şerbetli tatlı sayıklayan birine gönderilmelidir!

Yılmaz'ın "acil gıda yardımı" listesinde "şerbetli bir tatlı" da vardı. Aklıma ilk gelen yoğurt tatlısı oldu, hem denemek istediğimden, hem de Yılmaz'ın sevdiğini bildiğimden. Bu benim yaptığım ilk yoğurt tatlısı aynı zamanda. Bu kadar kolay olduğunu tahmin etmiyordum. Tek endişem şerbetiydi, kuru olur mu olmaz mı derken bir de baktım tam kıvamında olmuş. Annem Yılmaz'ın paketini sardıktan sonra tepsinin dibini sıyırırken "bundan sonra yoğurt tatlısı'nı sen yapıyorsun" dedi. Bu herhalde ondan alabileceğim en önemli iltifatlardan biri! Yaptığım herşeyi yemeyen babamsa, pakete sığdıramadığımız için ona kalan 2 dilimi afiyetle yedikten sonra gerisini sorduğu için (bu da onun en büyük iltifatıdır!) dün akşam bu tatlıyı tekrar yaptım...

(tarif Kenton kabartma tozu paketinin arkasından)

Malzemeler
  • 3 kahve fincanı yoğurt (suyu süzülmüş)

  • 4,5 kahve fincanı pudra şekeri

  • 3 adet yumurta

  • 1/2 kahve fincanı eritilip ılıtılmış tereyağı

  • 6 kahve fincanı un

  • 1 paket kabartma tozu

* Kahve fincanı = Türk kahvesi fincanı

Şerbeti için:
  • 3 su bardağı toz şeker

  • 3 su bardağı su

  • 1 tatlı kaşığı limon suyu

Yapılışı
  1. Öncelikle şerbeti hazırlayın. Şekeri ve suyu kaynatıp, kaynadıktan birkaç dakika sonra limon suyunu ekleyin, 1-2 dk daha kaynatıp ocaktan alın, soğumaya bırakın. Şerbet iyice soğuduktan sonra hamuru hazırlamaya geçin.

  2. Hamuru hazırlamak için, derin bir kabın içine yoğurdu alın. Pudra şekerini ekleyin, mikserle çırpın. Yumurtaları ve tereyağını ekleyin, çırpmaya devam edin.

  3. Kabartma tozu karıştırılmış unu yavaş yavaş ekleyerek mikserin düşük devrinde malzemeler birbirine karışana dek çırpın.

  4. Hamuru yağlanmış yayvan bir fırın tepsisine dökün, önceden 180 derece ısıtılmış fırında 40 dk kadar pişirin.

  5. Fırından aldığınız tatlı hamurunu hemen baklava şeklinde dilimleyin (böylece şerbeti daha iyi çeker), soğumuş şerbeti sıcak hamurun üzerine bekletmeden dökün. Üzerini bir tepsiyle kapatarak soğuayana kadar bekletin. Dilerseniz üzerine hindistan cevizi serperek servis yapın.

Yoğurt Tatlısı Tarifi

17 Ekim 2005 Pazartesi

Hurma Ekmeği (Keki)



Bütün bir Pazar gününü mutfakta geçirmek, yorucu olduğu kadar dinlendiricidir de benim için. Ertesi güne, yani yeni haftaya hazırlık yapılacaktır, bütün hafta biriktirilmiş ufak tefek işler de vardır (temizlenip kaldırılacak ayakkabılar, geçen haftanın okunamamış gazeteleri, alınamamış tozları!) ama vaktimin en büyük kısmını mutfağa ayıracaksam keyifli olurum. Çok yorulurum belki ama ruhum dinlenir ya, yeter bana!

Bu kez sinemada görmek istediğim pekçok film vardı ve en az birini kesin izleyecektim. Dolayısıyla mutfağa fazlaca vakit ayıramayacağımı düşünüyordum. Ama İstanbul'daki kardeşim Yılmaz koli istediğini ve bazı ihtiyaçların yanısıra "acil gıda yardımı (!)" gerektiğini söyleyince dayanabilir miydim? Sonuçta tüm Pazar günü mutfakta geçti, neyse ki telaşımıza rağmen hiçbir sorun çıkmadı, annemle birlikte hazırladığımız herşey güzel oldu. Annem ıslak kek, ıspanaklı tepsi ve tava börekleri hazırladı. Ben de meyveli kek, bence artık klasikleşen kaya kurabiye (ama bu kez damla çikolatalı!) ve yoğurt tatlısı yaptım canım kardeşime. Pazar günleri genelde yaptığım üzere akşam yemeğini de ben yaptım, yemek sonrası evde ekmek kalmadığını farkedince de sahur için sevgili Mine'nin tarifinden bagel yaptım. Epey yoğun bir faaliyet vardı yani mutfakta, bolca da güzel koku tabi:)

Sizinle tariflerimi paylaşacağım yavaş yavaş. Ama bu güzel hurma ekmeği Cumartesi akşamı yapıldığı ve sırasını kimselere vermek istemediği için öne geçti! Aslında kek elbette, ama tarifi okuduğum yerden böyle not etmişim (1 yıl öncesinden! bir de nerede okuduğumu not etseymişim.. )
Düzeltme: Hayattan Renkler mail grubumuzun üyesi sevgili Aylin Öney Tan, sağolsun tarifi kendisinin verdiğini bugün -24 Ekim- hatırlattı. Ben de hemen düzeltmeyi yapmak istedim. Tarifi geçen sene Cumhuriyet Dergi'de Ramazan yazılarından birinde vermiş ve aynı tarifi Ayfer Ünsal Sofra dergisinde kendisinden alıntı yaparak yayınlamış. Aylin Hanım bu yazıyı grubumuzla da paylaşmıştı. Kendisi bunun bir İngiliz tarifi olduğunu ve İngiltere'den bulduğunu söylüyor. "İngiltere'de bizim Vakıflar benzeri bir çok eski eser yapıya sahip olan ve onları korumak ile yükümlü olan National trust'in derlediği tarihi tariflerden biri.... Bu tarif "The National Trust Book of Tea-time Recipes" kitabında yayınlandı. Derleyen Jane Pettigrew, basım 1991." diyor. Bilgileri ve tarifi paylaştığı için Aylin Hanım'a buradan da çok teşekkür ediyorum!

Yılmaz cevizli tatları sevmediğinden bu kek bize kaldı, ona ertesi gün yaptığım meyveli keki yolladım.

Geçenlerde Mekanımız Mutfak'tan sevgili Hatice de harika bir hurmalı kek yapmıştı. Ben de hurmalı bir tarif denemek istiyordum ne zamandır. Özellikle de buzdolabında duran, kimselerin beğenmediği hurmaları gördükçe! Hurmanın da pekçok cinsi oluyor ve tümü aynı lezzette olmuyor tabi. Bu hurmalar ne cinsti bilmiyorum ama pek güzel değillerdi. Ben de bol hurma kullanılan bu tarifle onları değerlendirmek istedim. Yeni baton kek kalıbımı da ilk kez kullandım, bu tarife yakışacağını düşünerek. Sonuç tahmin ettiğimden de güzel oldu. Hurmanın keke verdiği lezzet inanılmaz! Baharatlar da cabası. Bu sabah iki dilimi birden hiç çekinmeksizin yerken niye daha önce denememişim diye düşündüm:)



Malzemeler:

- 250 g hurma
- 100 g esmer şeker
- 75 g tereyağı
- 150 ml su
- 2 köy yumurtası
- 150 g tam buğday unu (kepekli un)
- 100 g beyaz un
- 1/2 paket kabartma tozu
- 50 g ceviz (iri parçalar halinde)
- 1 çay kaşığı yenibahar
- 1 çay kaşığı zencefil
- 1 çay kaşığı tarçın
- 1 yemek kaşığı kavrulmuş susam

Yapılışı:

1. Hurmaların çekirdeklerini çıkartıp 2'ye veya 3'e bölün. Ekmek dilimlerinde fotoğraflardaki gibi görünür olmasını istiyorsanız fazla küçük parçalara bölmeyin.

2. Hurmaları, esmer şekeri, tereyağını ve suyu bir kaba alın. Kısık ateşte kaynama noktasına gelene kadar arada karıştırarak tutun (kaynatmayın / pişirmeyin). Ateşten alıp ılınmaya bırakın. Bu arada fırınınızı da 180 dereceye ısıtın.

3. Derin bir kâsede yumurtaları mikserle çırpın. Ilınan hurmalı karışımı ekleyip karıştırın.

4. Başka bir yerde unları, kabartma tozu, baharatlar ve ceviz parçalarını karıştırın. Tümünü diğer karışıma yedirin. Hepsi iyice karışınca yağlanmış, unlanmış baton kek kalıbına dökün (ebatlarını ölçmedim ama benim kullandığım küçük bir kalıp).

5. Hamurun üzerini düzeltin ve susamı serpin. Isınmış fırında 45 dk kadar pişirin.



Ekmek-kekiniz pişince incecik dilimler kesip ister benim gibi çayın / kahvenin yanında ısırarak, ister tarifte tavsiye edildiği gibi üzerine tereyağ sürerek sıcak sıcak yiyebilirsiniz! Her şekilde seveceğinizi düşünüyorum:)

Etli Topalak

Malzemeler;
1 kg yağsız dana kıyması,
1 su bardağı köftelik bulgur,
1 ad. yumurta,
1 demet maydanoz,
2 yemek kaşığı un,
Tuz-karabiber-kekik,
1 ad. soğan,
1 su bardağı haşlanmış nohut,
1 yemek kaşığı salça
margarin yağı, etsuyu veya sıcak su

Yapılışı;
Geniş bir kabın içine eti, bulguru, yumurtayı ince kıyılmış maydanozu, unu, soğanı, tuzu ve baharatları koyup köfte hazırlar gibi iyice yoğrulur. Macun haline gelince ufak ufak yuvarlaklar yapılır.
Diğer tarafta genişçe bir tencereye iki yemek kaşığı margarini eritip içine bir kaşık un konup kavrulur.
Salçasıda konduktan sonra nohutta katılarak 6-7 bardak sıcak su veya etsuyu konur.
Kaynadıktan sonra diğer tarafta bekleyen etli malzememizi tencereye boşaltır. 15-20 dakika hafif ateşte pişirilir. Servis yapılır...

Afiyet olsun...

14 Ekim 2005 Cuma

Lorlu Güllaç



Bloglarda yayınlanan birbirinden güzel güllaçları gördükten sonra benden de beklenen güllacı artık yapmam lazım diye kolları sıvadım. Uzun süredir sakladığım farklı bir tarif vardı, önce onu arayıp buldum. Sonra bir paket güllaç aldım. Ve önceki akşam salona yayıldım:) Ama oldukça merasimli olacağını düşündüğüm güllaç hazırlama işi umduğumdan daha kısa sürede bitti. Ama iyice soğuması için tadına bakmak ertesi güne yani dün akşama kaldı.

Tarifi geçen yıl Portakal Ağacı'na yorum bırakan Hülya yazmıştı, ben de çok ilginç bulup not etmiştim. Ama o zaman deneme fırsatı olmamıştı bir türlü. Isparta'nın Yalvaç ilçesine ait yöresel bir tarifmiş bu. Farkı sütle yapılmaması ve içine eklenen lor peyniri. Loru güllaçta düşündükçe tarifi uygulamak için sabırsızlanıyordum. Nihayet yapabildim ve dün iyice dinlenmiş haliyle tattık. Güzel görüntüsüne rağmen klasikten farklı olduğu için endişeleniyordum (bizim ailede klasik tatlar aranır genelde!) ama neyse ki güllacın bu şekli de beğenildi. Lor peyniri çok hoş, yumuşak bir lezzet vermiş ve narin güllaç yapraklarına da çok yakışmıştı. Eğer okuyorsa tarifi için Hülya'ya çok teşekkürler!

Ben bu kez loru da kendim hazırladım. Tatlı lor bulmakta sorun yaşayanlar veya hiç bulamayanlar için de bir alternatif olur diye düşündüm. Zaten tarifi veren Hülya da loru kendilerinin yaptığını yazmıştı, ama onlar "kesmik" diyorlarmış. Annemle ikisinin aynı şey olup olmadığını konuştuk bir süre, sonuçta aynı şey olduğuna karar verdik. Anlattığım şekilde evde her zaman lor peyniri yapabilir, hem sonra belki sakızlı kurabiye de pişirebilirsiniz:)

Kalanını farklı değerlendirebilmek için 1 güllaç paketinin yarısını kullandım. Tarifi kendi yaptığım ölçülerle yazıyorum.


Malzemeler:

1/2 paket (6 yaprak) güllaç

İçi (kesmik - lor):

2 kg süt
1,5 limonun suyu
2,5 yemek kaşığı şeker

Şerbeti:
2,5 bardak şeker
2,5 bardak su

Yapılışı:

1. Önce loru hazırlayın. Bunun için sütü kaynatın. Kaynamaya başladıktan sonra önceden sıkıp hazırladığınız limon suyunu içine dökün. Süt birkaç saniye sonra kesilmeye başlar. 2-3 dk kadar kaynattıktan sonra ocağı kapatın. Üstte bir peynir tabakası, altta sarımsı (yoğurt suyu gibi) bir su görülecektir. Bir tülbent (veya elek) yardımıyla bu suyu süzdürün. Üstte kalan tabaka lor peynirinizdir.

2. İyice suyu süzülen ve biraz ılıyan loru bir tabağa alıp içine 2,5 yemek kaşığı şekeri karıştırın. Bu karışım güllacınızın içi olacak.

3. Güllacı hazırlayacağınız tezgah ya da masa üzerine (veya yere) bir sofra bezi serin. Bir yanınıza içine su doldurduğunuz geniş bir tepsi, bir yanınıza da güllacı hazırlayacağınız yuvarlak bir tepsi koyun. Güllaç yapraklarını bıçakla düzgünce ikiye kesin. Elde ettiğiniz 12 adet yaprağın birini tepsiye koyduğunuz suya daldırıp çıkarın, sofra bezinin üstüne serin. Yumuşaması için 1-2 dk bekleyin.

4. Yumuşayan yaprağı dikkatlice önünüze alın, kestiğiniz geniş ucuna 1 yemek kaşığı kadar lor serpin, yan uçlarını kapatarak sigara böreği gibi sarın, uzun bir rulo elde edin. Ruloyu 3 parçaya kesip yuvarlak bir tepsiye yerleştirin.

5. Tüm güllaçları tepsiye bu şekilde sıralayın. Dikkat edeceğiniz tek nokta güllaç yapraklarını ıslattıktan sonra yeteri kadar bekletmek. Fazla bekletirseniz çok yumuşayacağı için parçalanabilir, az bekletirseniz de rulo yapacak kıvama gelmeyip kırılabilir. Bu nedenle birini rulo yapmadan önce bir sonrakini ıslatıp yumuşamaya bırakın.

6. Güllaç tepsinizi hazırladıktan sonra şerbetinizi kaynatın. Kaynar şerbeti tatlının üstüne bekletmeden dökün. Üzerini bir tepsiyle kapatarak şerbeti iyice çekmesini sağlayın. Soğuduktan sonra antep fıstığı ile süsleyerek servis yapın.


12 Ekim 2005 Çarşamba

Peynirli Sarma Çörek




Bu çörekler uzun zaman önce yapılmıştı ve yayınlanmayı bekliyordu. Daha fazla bekletmeyeyim dedim, sahurda da, kahvaltıda da güzel giderler diye.. Tabi ki ikindi çaylarının yanında da!

Tarif Boyut Yayınları - Pratik Mutfak Rehberi serisinden. Çöreklerin yapımı gerçekten de oldukça pratik. Soğuduğunda da tekrar ısıtırsanız yeni yapılmış gibi oluyor. Ben Pazar kahvaltısı için yapmıştım, çok sevilerek yendi. Pazar kahvaltılarında illa ki aranıyor her zamankinden farklı birşeyler, herhalde her evde bu böyledir...

Orjinal tarifte yaptığım değişiklikler, beyaz un yerine kepekli + beyaz un karışımı kullanmak, kaşar yerine de tulum peyniri kullanmak oldu. Kepekli un kullanınca daha bir gönül rahatlığıyla yiyorum bu tür çörekleri:)

Malzemeler:

- 2,5 su bardağı kepekli + beyaz un karışımı
- 1/2 su bardağı süt
- 1/4 su bardağı su
- 100 g tereyağı (oda sıcaklığında)
- 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
- Bir fiske tuz

İç malzeme:
- 200 g az yağlı beyaz peynir
- 100 g tulum (veya kaşar) peyniri
- 1 yemek kaşığı kıyılmış maydonoz
- 1 yemek kaşığı kıyılmış dereotu
- 1 tatlı kaşığı biberiye
- 1 tatlı kaşığı kekik
- 2 yemek kaşığı tereyağı (oda sıcaklığında)

Yapılışı:

1. Unu bir kaba eleyip içine süt, su, tereyağı, kabartma tozu ve tuzu ekleyin. Yoğurarak elinize yapışmayan yumuşak bir hamur elde edin. Üzerini bir havluyla örtüp 15 dk dinlendirin.

2. Bu arada iç malzemeyi hazırlayın: Peynirleri rendeleyin. Maydonoz, dereotu, biberiye, kekik ve tereyağını ilave edin, hepsini harmanlayın.

3. Dinlenmiş hamuru merdane ile yarım parmak kalınlığında açarak dikdörtgen bir hamur elde edin. Peynirli harcı hamurun üzerine serin, eşit olarak yayılmasını sağlayın. Hamuru bir ucundan başlayarak sıkıca rulo yapın, strece sararak buzlukta 30 dk dinlendirin.

4. Ruloyu bir parmak kalınlığında dilimleyerek yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine sıralayın. Önceden 200 derece ısıtılmış fırında üzerleri güzelce kızarana dek pişirin. Sıcakken servis yapın.


Not: Tarifte çöreklerin üzerine tereyağı sürülerek servis yapılması öneriliyordu, ama ben o kadar abartmayayım dedim:)

11 Ekim 2005 Salı

Cazibe Pasta




Sevgili kuzenim Emine şahane bir kız bebek getirdi dünyaya: Zeynep Eylül! Biz de geçen Cumartesi akşamı gittik ziyaretlerine...

Taze anne için bol çikolatalı bir pasta yapmak istedim, tam da sevdiği gibi. Epeyce tarif karıştırdıktan sonra Selçuk Kuzu'nun bu tarifini buldum. Tarifin asıl adı "Cazibe Kek" ama aslında bu gerçek bir pasta! Pastayı Cumartesi tam gün çalıştığım için Cuma akşamından yaparak mecburen buzdolabında 1 gün beklettim. Ama iyi ki öyle yapmışım; çünkü bitter çikolata, kakao ve tereyağı içeren kek, yoğun çikolata sosunu iyice çekince ertesi gün tam tahmin ettiğim gibi ideal bir kıvama gelmişti.

Gittiğimiz akşam Emine, Semih ve bebişlerinin başka ziyaretçileri de vardı. Toplam 11 kişiydik ama neyse ki pasta herkese yetti. Hatta serviste 12 dilime böldüğüm için Emine'ye fazladan bir dilim bile kaldı:) Gerçi ikinci dilimi arayanlar olmadı değil! Sanırım yaptığım hiçbir pasta bu kadar kısa sürede bitip bu kadar çok övgü almamıştı. Çikolata herkesi mutlu ediyor galiba!

Servis sırasındaki karışıklıkta dilim fotoğrafı çekmem mümkün olmadı. Ama oldukça koyu renkli, bol kakao ve çikolatalı bir dilim pasta düşünebilirsiniz değil mi:)

Malzemeler:

Kek için:
- 75 g bitter çikolata
- 150 ml yoğurt
- 100 g toz şeker
- 100 g tereyağı (oda sıcaklığında)
- 4 yumurta (oda sıcaklığında)
- 225 g un
- 2 yemek kaşığı kakao
- 1 paket kabartma tozu

Sosu için:
- 6 yemek kaşığı süt
- 50 g bitter çikolata
- 65 g tereyağı
- 300 g pudra şekeri
- 2 yemek kaşığı kakao

Yapılışı:

1. Keki hazırlamak için öncelikle çikolatayı küçük parçalara bölün. Yoğurt ve 75 g şeker ile birlikte küçük bir kaba alın. Kısık ateşte çikolata eriyene kadar -arada karıştırarak- ısıtın. Ocaktan alıp soğumaya bırakın.

2. Şekerin kalanı ile tereyağını mikserle krema kıvamına gelene dek çırpın. Hazırladığınız erimiş çikolata karışımını ekleyin, çırpın. Ardından yumurtaları tek tek ve her defasında iyice çırparak ekleyin.

3. Kakao ve kabartma tozu ile birlikte elenmiş unu azar azar ekleyerek karışım bütünleşene dek karıştırın.

4. Dibine yağlı kağıt serilmiş ve kenarları yağlanmış 24-26 cm çapında yuvarlak bir kek kalıbına hamuru boşaltın. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 35 dk pişirin. Piştikten sonra ilk sıcaklığının geçmesini bekleyip kalıptan çıkarın. Soğumasını bekleyin.

5. Bu arada sosu hazırlamak için; süt, kıyılmış çikolata ve tereyağını bir kaba alıp ısıtın. Sadece malzemeler eriyene kadar ateşte tutun, daha sonra ateşten alıp beklemeden elenmiş pudra şekeri ve kakaoyu ekleyin. Tahta bir kaşıkla iyice karıştırın. Arada tekrar karıştırarak soğumaya bırakın.

6. Keki ip yardımıyla kestikten sonra arasına çikolata sosunuzdan sürün. Üst parçayı da kapatıp kekin tamamını sosla kaplayın. Üzerini dilediğiniz gibi süsleyin. Sosun katılaşabilmesi için pastanızı servisten önce en az 2 saat buzdolabında bekletin. Daha fazla bekletirseniz daha da güzel sonuç alırsınız...


9 Ekim 2005 Pazar

Çiçek Ekmek


Bu da benim tam buğday unlu çiçek ekmeğim:)

Geçenlerde sevgili Hanife Otlu Çiçek Ekmek , sevgili Sarah da Çörek yapmıştı. Onların tariflerini görünce epey zaman önce yaptığım ama yayınlamayı nedense ertelediğim çiçek ekmeğim aklıma geldi. Hadi dedim, bu haftaya da ekmekle başlayalım.

Ben de bu tür ekmekleri çok seviyorum. Üniversitedeki son yılımda Ankara-Kurtuluş'ta bir evde yaşıyordum. Hemen altımızda bir fırın vardı ve her saatte açıktı. Ne zaman istesek taze sıcak ekmek bulabilmek büyük bir lükstü doğrusu! Oradan en çok çiçek ekmek alırdım, bir de simit şeklinde yaptıkları kocaman ekmeklerden. Özellikle o bol susamlı simit-ekmeklerle kahvaltı yaparken kendimizi kaybederdik. Hayatımda unutamadığım lezzetlerdendir.. Bir daha da hiçbir yerde görmedim zaten o devasa simitleri.

Çiçek ekmeği yaparken kafamda bunun bir çiçek ekmek olacağı yoktu doğrusu. Sadece annemin bir önerisini uyguladım ve tepsiden bir çiçek ekmek çıktı! Şöyle ki; annem küçük somunlar yaptığımı görünce "pişirmek için küçük bir kap kullan, fırın tepsisine koyarsan yayılırlar ama küçük kaba koyarsan yayılacak yer bulamayıp üste doğru kabarırlar" demişti. Bu bana da mantıklı geldi ve 26 cm çapında küçük yuvarlak bir fırın kabı kullandım. 8 somunu kaba ancak çiçek şeklinde sığdırabildim tabi. Neye benzeyeceğini merakla beklerken ilk çiçek ekmeğimi elde edince çocuk gibi sevindim!

Malzemeler:

- 200 g tam buğday unu
- 200 g beyaz un
- 1.5 çay kaşığı deniz tuzu
- 1 çay kaşığı esmer şeker
- 1/2 paket yaş maya
- 120 ml ılık süt
- 170 ml ılık su (yaklaşık)

Yapılışı:

1. Unları derin bir kabın içinde tuz ve şekerle karıştırın. Ortasına bir havuz açın.

2. Ilık sütü açtığınız havuza döküp, mayayı ufalayın. Parmak uçlarınızla ezin. Üzerine biraz un serpip 20 dk kadar bekletin.

3. Ilık suyu azar azar ekleyerek hamuru yoğurmaya başlayın. Su ve un miktarlarını hamurunuzun kıvamına göre ayarlayabilirsiniz. İyice yoğurduktan sonra üzerini zeytinyağı ile yağlayarak yoğurt ısısındaki fırına koyun, 1-1.5 saat kadar mayalanmaya bırakın.

4. Mayalanan hamuru alın, hafifçe yoğurup 8 parçaya bölün. Küçük bir fırın kabına yağlı kağıt serip somunları yanyana sıkı bir şekilde yerleştirin.

5. Fırını 230 dereceye getirin, fırın ısınana kadar (10-15 dk) somunlar da tekrar kabaracaktır.

6. Somunların üzerlerine bir fırça ile süt sürerek fırına verin.



Sahurda / kahvaltıda bir bardak çay ve peynirle birlikte iyi gider!

7 Ekim 2005 Cuma

Peynir ve Cevizli Erişte



Geçen akşam Şirince eriştelerimle bir de cevizli erişte pişirmek istedim. Zaten erişteyi en çok böyle seviyorum. Ceviz, bolca peynir ve yeşillik içeren ev yapımı erişte ideal bir akşam yemeği benim için. Hele de karbonhidrat ihtiyacının arttığı bugünlerde!

Bu kez uyguladığım tarif Tijen İnaltong - Mutfakta Zen'den. Cevizli erişte tarifleri aşağı yukarı aynıdır, ama benim bu tarifi özellikle sevmemin nedeni eriştelerin haşlanmadan suyu çektirilerek pişiriliyor oluşu. Daha doğrusu bu pişirme yöntemini benim bu kitaptan öğrenişim:) Böylece eriştenin besin değerleri ve lezzeti korunmuş oluyor. Makarnayı da bu yöntemle pişirenler olduğunu duymuştum ama açıkçası al-dente sevdiğim makarnayı böyle pişirmeye pek cesaret edemiyorum.

Sonuçta leziz bir yemek oldu. Yanında patlıcan kavurmamız vardı, yoğurtlu. Çok yakıştılar birbirlerine! Sağolasın Tijen abla deyip tarife geçiyorum hemen. Ufak tefek değişiklikler yaptım, parantez içinde belirteceğim onları da.

Malzemeler: (2-3 kişilik)

- 2,5 su bardağı ev eriştesi
- 2,5 su bardağı kaynar su
- 200 g ezilmiş az yağlı beyaz peynir veya tulum peyniri (bu miktar bana fazla geldiği için 50 g beyaz peynirle 50 g tulum peynirini karıştırdım)
- 1/2 su bardağı ceviz
- 4 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1/2 su bardağı yeşillik - maydonoz, dereotu, taze soğan (maydonoz ve dereotunu karıştırdım)
- 3 diş sarımsak
- Karabiber, pul biber, deniz tuzu (peynirlerin tuzu yeterli geldiğinden ben tuz eklemedim)

Yapılışı:

1. Bir tabakta erişte haricindeki tüm malzemeyi karıştırın.

2. Erişteleri verilen miktardaki suda, tencerenin kapağı yarı kapalı olarak haşlayın.

3. Erişteler yumuşayıp suyunu çekince peynirli malzemeyi ekleyin, 1 dk çevirip servis yapın.


6 Ekim 2005 Perşembe

Çikolata Soslu İrmik Tatlısı ve bazı öneriler..




Bugün hem hafif bir sütlü tatlı tarifi vermek, hem de biraz Ramazan'daki beslenmemizden bahsetmek istedim. Dün oruç mükemmel bir detoks demiştim, öyledir gerçekten de! Ama elbette temel bazı konulara dikkat edilirse... Dengesiz beslenir, yediklerinize dikkat etmezseniz bu dönemde çok kolay kilo alabilir (evet, bütün gün aç kaldığınız halde!) ya da tam tersi güçsüz düşebilirsiniz.

Vücudumuzun mükemmel işleyen bir mekanizması var. Yediklerimiz bizi oluşturuyor, bir başka deyişle "ne yersek oyuz". Böyle bakınca bünyenize alacağınız her besin üzerinde uzun uzun düşünmeye başlıyorsunuz. Elbette en saf, en doğal şekilde beslenmek herkesin hayali ama bunu tam anlamıyla gerçekleştirmek ne kadar mümkün, tartışılır. Yine de en azından elimizden gelenin en iyisini yapabiliriz diye düşünüyorum.

Yıl boyu toksin biriktirmiş olan vücudumuzun bu toksinleri atması için oruç harika bir fırsattır. Hem bedeninizi, hem ruhunuzu arındırır, eskilerin deyişiyle "terbiye eder". Yemek yiyebiliyor olmanın değerini anlarsınız yeniden, akşam ilk lokmayı ağzınıza götürürken duyduğunuz minnet duygusu sizi arındırır. Manevi duyguların daha yoğun olduğu bir dönem olması, kendi içinize daha çok dönmenizi sağlar, özellikle benim gibi sahurdan sonra uyumaz ve günün ilk ışıklarını yakalarsanız!

Mesailerimiz Ramazan'a göre ayarlandığı için akşamları işten erken çıkıyor ama tabi sahurdan sonra fazlaca vakit kalmadığı için tekrar uyumuyorum. Bu bir anlamda iyi oluyor, tok halde uyumak zaten sağlıklı değil. Akşam erken çıktığım için eve gelince kolay bir çorba ("hazır" değil!) ya da salata yapmak için bile vaktim kalıyor. Yaz boyunca oldukça geç saatte eve gelebildiğim için yemek yapmaya vaktim olmuyordu. Yeniden mutfağa girebilmek güzel:)

Elbette bir uzman değilim ama "ne yersem oyum" cümlesini hiç unutmadığım için beslenmeme maksimum özeni gösteririm ve sağlıklı beslenmeye dair bolca okurum. Öğrendiğim ve bu dönemde uyguladığım (faydasını da gördüğüm) birkaç temel ilkem var, onları paylaşmak istiyorum sizinle. Uygulamak uygulamamak size kalmış, her bünyenin ihtiyaçlarının farklı olabileceği unutulmamalı!

- Sahur için kalktığınızda öncelikle 1 bardak ılık su için.

- Sahurda mutlaka gün boyu ihtiyaç duyacağınız temel besin ögelerini alın. Tercihe göre peynir, süt, yoğurt gibi bir süt ürünü, tam tahıllı bir-iki dilim ekmek veya bir kase yulaf ezmesi, her gün olmasa da haftada en az 2 kez yumurta, tatlıya ihtiyaç duyuyorsanız bir kaşık bal veya pekmez, bir meyve veya meyve suyu ideal bir kahvaltı olabilir. Eğer daha tok tutacak birşeylere ihtiyaç duyuyorsanız belki hafif bir börek, bir parça tam unlu kek veya kurabiye yiyebilirsiniz. 1 bardak daha su içmeyi ihmal etmeyin.

- Sahurdan sonra eğer dışarı çıkacaksanız tekrar uyumamanız en sağlıklısı. Üzerinize çöken ağırlık birkaç saat içinde kaybolur, ama tok uyursanız pek iyi hissederek uyanmayabilirsiniz. Yine de uyuyacaksanız bu mümkün olduğu kadar uzun süre sonra olsun. Akşam da tabi her zamankinden erken yatmaya çalışın.

- İftarda orucunuzu hurma ile açmanızı tavsiye ederim. Hurma insanın yaşayabilmesi için gerekli tüm besin ögelerini içermesiyle mucize bir besin. Kan şekerinizi hemen normal düzeyine çekecek ve tabi sizi mutlu edecektir:)

- Hurmanın ardından 1 bardak ılık su için. Suya 1 çay kaşığı kadar bal ve bir miktar limon suyu eklerseniz bedeninize olağanüstü bir iyilik yapmış olursunuz. Ancak bu suyu yudum yudum için. Bal kan şekeriniz üzerinde etkili olacak, limon da toksinlere saldıracaktır:)

- Suyun ardından birkaç dakika bekleyin ve daha sonra çorba için. Çorbanın ardından da yine birkaç dakika bekleyip yemeğe öyle devam edin. Zaten içtiğiniz su, çorba ve bekleme süreleri nedeniyle muhtemelen fazla yiyemeyeceksiniz. Yine de porsiyonlarınıza ve besin dengelerine dikkat edin.

- Yemek üstüne çay veya kahvesiz olmaz diyenlerden olabilirsiniz. Ama öncesinde veya yanında 1 bardak da maden suyu için. Çok soğuk olmazsa ve içmeden 10-15 dk önce açarsanız daha faydalı olur.

- Yemeğin 1 saat sonrasında küçük bir avuç kuruyemiş, meyve veya sütlü bir tatlı yiyebilirsiniz. Ancak uyumadan hemen önce midenizi fazla yormayın.

- Oruç döneminin en büyük handikapı vücudunuzun susuz kalma olasılığıdır. Bunun için de sahurda içtiğiniz suların yanısıra akşamları da içebildiğiniz kadar su için. Yemek sonrası şişkinlik hissedebilirsiniz ama bu suya vücudunuzun çok ihtiyacı var.

İftarda hurma, limonlu-ballı su ve bekleme süreçlerini Dr. Ender Saraç'tan öğrendiğimi belirtmek istiyorum. Geçen Ramazan'da bunu 1 ay boyunca aksatmadan uyguladım ve gerçekten de yemek sonrası hiçbir rahatsızlık hissetmedim.

Gelelim sütlü tatlımıza!

Benim sütlü tatlılara ayrı bir zaafım var. Akşamları ne güzel gidiyorlar yemek sonrasında! Gerçi bu dönemde insanın her türlü tatlıya zaafı oluyor ama mümkün olduğunca meyvelerle veya sütlü tatlılarla geçiştirmek lazım bu zaafı. Yoksa yemek sonrası yenilen o tatlılar ne yapıyor biliyoruz:)

Bu tatlıyı dün akşam yaptım ve Sevim'le dayanamayıp biraz ılıyınca önce buzdolabına oradan da buzluğa koyduk bir an önce soğuması için. Kısa zamanda yenecek soğukluğa geldi neyse ki:)

Malzemeler:
*6 kase/kup için

- 1 su bardağı irmik
- 1,5 su bardağı toz şeker
- 1 lt süt
- 1 paket vanilya
Üzerine:
- 1/2 paket çikolata sosu*
- 250 ml (1 büyük bardak) süt

* Biliyorum çok faydalı olmadığını:) Ama işte zaaflarım ve ben! Tukaş'ın çikolata sosunu aldık bu kez ve çok beğendim.

Yapılışı:

1. İrmiği, şekeri ve sütü bir tencereye alıp tel çırpıcıyla karıştırın. Daha sonra ocağa alın.

2. Orta ateşte sürekli karıştırarak kaynatın. Kaynadıktan sonra vanilyayı ilave edin. Karıştırmaya devam ederek bir 10 dk pişirin.

3. Kaselere veya kuplara boşaltın.

4. Çikolata sosunu paketteki tarife göre hazırlayıp bekletmeden tatlıların üzerine kaşıkla paylaştırın. Soğuyunca servis yapın.

5 Ekim 2005 Çarşamba

Köy Çorbası ve Ramazan ayına dair..


Ve işte yine Ramazan geldi! Hepimiz için bir şekilde anlamı olduğunu düşünüyorum bu ayın. Oruç tutanlar için de, tutmayanlar için de anlamlı. Tutmayanlar için niye anlamlı diyebilirsiniz. Ben de derim ki, herkesin çocukluğunda kalmış Ramazan anıları vardır. İşte bu ay onları yeniden anımsatır...

Bir düşünsenize beyaz başörtüsü, pamuk elleriyle babaannenizi, anneannenizi. Aileyi az mı topladılar sofra başında, az mı çorba kaynattılar bereketli elleriyle sizin için? Topun patlaması için herkes sofra başında sabırla beklerken annelerimiz yemeklerimizi sıcak tutabilmek, sonra da tabaklar boşaldıkça hemen doldurabilmek için mutfakta az mı koşturdular? Ya sahurda, herkes uyurken yine ilk önce onlar uyanmadı mı sofra hazırlamak için?

Köşedeki fırından alıp elinizi avcunuzu yaka yaka taşıdığınız o doyumsuz pideleri iftara yetiştirebilmek için siz de az koşmadınız, az sıra beklemediniz değil mi? Ya da belki kapı önünde oynarken pidecinin yolunu gözlediniz, köşede görünür görünmez annenize seslenmek ya da zaten cebinize koyduğu bozukluklarla hemen pide almak için.

Kocaman olurdu ben küçükken pideler, upuzun. Şimdi öylesi yok pek. İki lokmada bitip insana vicdan azabı çektiren minyatür pideler var! Ben o kocaman, üstü yumurtalı pidelere bayılırdım. Sokakta koşturup oynarken pideci çocuğun sesini daha birkaç sokak öteden duyunca anlardım acıktığımı. Pidelerin sığacağı şekilde, kayık gibi sepetler taşırlardı ya da bazen başlarının üstüne koydukları tepsilerde olurdu pideler, üzeri bezle örtülmüş halde. Pide alıp eve dönünce annem hemen sıcak pide arasına tuzlu tereyağı sürerdi benim için. Görmesin canı çekmesin diye korkuluklu pencereden ayaklarımı sarkıtır, sırtımı ona döner iştahla yerdim pidemi. Kilo alması gereken cılız bir çocuktum, annem dayanabilirim inadıma rağmen oruç tutturmazdı bana. Yine de inat ettiğim ve tuttuğum günler de olurdu! Sıcak yaz günlerine denk gelirdi Ramazan, upuzun, geçmek bilmeyen saatler anımsıyorum, o günlerden. Ve tabi iftar vaktinin nasıl bir mutluluk olduğunu da.

Babaannem lokma dökerdi bahçedeki ocakta. Yufka ekmeği pişirirdi, tüm ay boyunca yetecek kadar. Yeneceği zaman hafifçe ıslatılırdı o yufkalar. Dayım "çapıt ekmek" dermiş onlara:) Ben de sadece ilk piştiği gün hemen dürüm yapmayı severim açık söylemek gerekirse. Dayım bir bakıma haklıdır:))

Bazı akşamlar annemin karıp sıcakken bana dağıttırdığı helvaları, bazen bizim kapımız çaldığında getiren teyzeyi çıkartamasam da annemin öğrettiği gibi Allah kabul etsin deyip tabağa boşalttığım hayırları (kızım kim getirdi bunu? bilmiyorum anne! bir teyze iştee! kızım deli etmesene beni, kim o teyze?!..) gece geçen davulcunun söylediği manileri ("estane mestane kuzu kuzu kestane!!"), sokağa çıkmak yasak olsa da kapı önlerine çıkıp arkadaşlarımızla kikirdeyişlerimizi, mahallede kim uyanık diye camlara bakışımızı, sonra adamcağız sanki gulyabaniymiş gibi davulcudan korkup evlere kaçışımızı, ve daha pekçok şeyi anımsıyorum... Annem bunca ayrıntıyı nasıl kaydettiğime hayret eder hep, bense hep daha çok şey anımsasam keşke derim...

Dün ilk sahurumuzda sohbet ediyorduk annemle, küçükken Ramazan ayında babaannesinin evinde kalmayı çok sevdiğini söyledi. Onun çocukluğunda kış günlerine denk gelirmuş Ramazan. "Ben salonda uyurdum, babaannem sahur vaktinde gelip sobayı yakar, kahvaltı hazırlardı. Tabakların bardakların tıngırtılarını duyunca vakit geldiğini anlar mutlu olurdum" dedi. Gülümsedim, oruç tutamasam da beni ille de uyandırın! diye tutturduğum zamanlar aklıma geldi. Aynı kanıya vardık annemle, herhalde çocuk gözüyle sahurun keyfi ve anlamı buydu, her zaman yapılmayan enteresan bir faaliyet olarak, ev ahalisiyle birlikte uyanıp yemek yemek:) Gerçi bazen uyku tatlı gelir, kalkılamaz, ertesi gün de mızmızlanılırdı niye uyandırmadınız beni diye!!

Bugün, tüm bu güzellikler yanında, aynı zamanda mükemmel bir detoks olan orucun yararlarından bahsetmek istiyordum aslında, ama bunlar dökülüverdi klavyeden! İyi mi? Hadi böyle olsun. Size ilk gün için favori çorbalarımdan birinin tarifini vermek istedim. Ramazan sofralarının olmazsa olmazıdır çorbalar. Tüm gün boş kalan midenize yemekten önce bir tas sıcak çorba göndermek onu rahatlatır, çok fazla yemenize de engel olur. Bilmeyenler ya da anımsamak isteyenler için işte köy çorbası:

Malzemeler:

- 1 çay bardağı yeşil mercimek
- 1 su bardağı ev eriştesi
- 90 g tereyağı
- 1 adet kuru soğan
- 1 yemek kaşığı ev yapımı salça
- 6 su bardağı su
- Deniz tuzu, kuru nane, pul biber

Yapılışı:

1. Önceden yıkayıp suda beklettiğiniz yeşil mercimeği haşlayın. Suyunu süzebilirsiniz ama çorba yapacağınız su için bunu kullanırsanız daha besleyici olur.

2. Tencerede yağı eritin, küçük doğranmış soğanları kavurun.

3. Salçayı, suyu, haşlanmış mercimekleri ve erişteyi ilave edip karıştırın.

4. 15 dk kadar kapağı yarı kapalı olarak pişmeye bırakın.

5. Erişteler yumuşadığında çorbanızı ocaktan alın, kaselere boşalttıktan sonra kuru nane ve pul biber serperek servis yapın.

Ben bu çorbada Şirince'li bir köylü teyzemden aldığım erişteleri kullandım. Gerçekten güzel oldu, tereyağından dolayı hem çok lezzetli hem de besleyici. "Tam bir iftar çorbası bu" dedi annem:)

Çocukluğunuzdaki kadar renkli, mutlu bir Ramazan ayı dilerim hepinize...

4 Ekim 2005 Salı

Pırasa Kavurması



Fatoş teyzemin bu güzelim yemeğine ancak sıra geldi! Muğla Yenice'de geçirdiğimiz haftasonunda ben "akşam yemeğine özel birşey istiyorum!" deyince Fatoş teyzem bunu yapmıştı benim için. O benim "özel birşey" deyince bahçe mahsulleriyle yapılmış bir yemeği kastettiğimi bilir:) Bu kavurma cidden çok özeldi! Kullanılan tüm malzeme tazecik ve doğaldı, ve yemek biraz bu yüzden, biraz da Fatoş teyzemin elinden çıktığından çok lezzetliydi. Pırasalar hemen toplandığı yerde temizleniverdi, bahçedeki çeşmenin altında yıkanıverdi, mutfağa alınıp pişiriliverdi:) Ben de kedi gibi sağında solunda dolaştım tabi.

Bazıları (hatta çoğunluk) pırasa sevmez. Neden bilmem, ben bayılırım. Tıpkı yine çoğunluğun sevmediği bamya, kabak, kereviz yemeklerine de bayıldığım gibi. Bana ot olsun, sebze olsun! Zaten küçükken de ot kavurmalarına ekmek banan tuhaf bir çocuktum:) Bunda annemin küçükken bizi hiçbir şey yemeye zorlamamasının payı büyük sanırım. Sadece süt içmeye zorladı ki onun acısı da çıktı, uzun yıllar süte uzak durdum (ve kardeşlerim kadar fidan boylu olamadım:) Neyse, sonuçta ben şuna da eminim ki, söz konusu sebzelerin yemekleri çok iyi yapıldıysa ve eğer tuzuyla, yağıyla, salçasıyla, yedirilecek olan kişinin damak tadına uyuyorsa sevdirilebilir. Bilmem, belki fazla iyimserimdir:)

Pırasanın bizde bazen havuçlu ve bol ekşili yemeği, bazen de bu şekilde kavurması yapılır, ama annem sadece yeşil kısımlarını incecik doğrayarak ve Fatoş teyzenin kullandığından çok daha az domates koyarak yapar, onunki bu yüzden daha susuz olur. Ama nefis olur! Bir de pırasa yemeğinin yanına muhakkak kurutulmuş biber kızartması yapar ki, kızartma pek yemeyen ben buna asla hayır diyemem! Çok yakışır çook...

Ve işte Fatoş teyzemin "artist olacak, dur güzel bir tabağa koyayım" dediği şahane kavurmasının tarifi:

Malzemeler:

- 1 kg pırasa*
- 3 orta boy domates
- 1 çay bardağı zeytinyağı
- 2-3 adet kırmızı biber
- 1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
- Tuz

* Eğer pırasanın sadece yeşil kısımlarını kullanırsanız 1 tane de kuru soğan doğrayın.

Yapılışı:

1. Pırasaları temizleyip yıkayın, ince ince doğrayın. Kullanacaksanız soğanı ve kırmızı biberleri doğrayın. Domatesleri de küp küp doğrayın.

2. Zeytinyağını çelik tencerede ısıtın, kırmızı biberleri (soğanla birlikte) kavurun.

3. Domatesleri ekleyin, kırmızı toz biber ve tuzunu da ekleyerek 5 dk kadar kapağı kapalı olarak pişirin.

4. Pırasaları ekleyin, kapağını kapatın. 1 dk sonra kapağı açıp şöyle bir karıştırın, tekrar kapatın. Çelik tencerede harlı ateşte 5 dk içinde pişecektir, zaten ateşi kapatınca da bir müddet pişmeye devam eder diye not ettirdi Fatoş teyze:)


3 Ekim 2005 Pazartesi

Sandviç Ekmekleri




Küçükken çocuk dergileri okumaya bayılırdım. Gerçek bir dergisever olacağım o zamandan belliymiş! O zamanlar (80'li yıllar!) Bankalar çocuk dergileri verirdi, kumbaraların yanında. Bu dergilerden birinde "sandviç" sözcüğünün sandviçi keşfeden, daha doğrusu pratik birşeyler arayışı ile aşçısına "keşfettiren" bir adamın soyadından geldiğini okumuştum ve bu bana çok komik gelmişti. Hikaye doğru mudur bilemiyorum ama hayatımızdaki diğer şeylere uyarlamaya kalktığınızda gülümsetiyor:)

Aslında bu pufidik ekmekler daha önce yayınlanması düşünülen tariflerin sırasını çalmış bulunmaktalar... Ama haftaya onlarla başlamak istedim! Dün gece ilerleyen saatlerde fırından çıktıklarında yumuşacıklardı ve "hadi hemen sandviç yap!" diyorlardı. Tabii o vakitte sandviç yapılamayacağından tadlarına bakmak bugüne kaldı. Sabah evden çıkarken öğle yemeği için yanıma bir tane alayım diye mutfağa gittiğimde, babamın yumuşak kalması için sofra bezine sardığım ekmekleri hemen keşfedip birini kahvaltıda yediğini farkettim:)

Poğaçaya benziyorlar ama bunlar benim küçük ekmeklerim. Fazla ekmek yiyen biri olmadığımdan bitirebileceğim ebattaki küçük ekmekleri seviyorum. Bunları da evdeki nohut mayalı ekmeğin bitmesi ve annemin yeni maya kurması arasında bulduğum bir fırsatta yaptım:)Tarifi nereden aldığımı malesef kaydetmemişim ama kendime göre bazı değişiklikler yaptım. Vereceğim ölçülerle 6 adet küçük ekmek çıkıyor, biraz daha büyük yapılırsa 5 adet ekmek çıkarılabilir.



Malzemeler:

- 1,5 su bardağı beyaz un
- 1/2 su bardağı kepekli un*
- 1/2 paket Pakmaya
- 35 g tereyağı (eritilip ılıtılmış)
- 1/4 su bardağı ılık su
- 1/4 su bardağı ılık süt
- 1 çay kaşığı deniz tuzu
- 1/2 yemek kaşığı esmer şeker
- 1 köy yumurtası (sarısı ve akı ayrı)

* Ekmeklerde kepekli ve beyaz unu normalde eşit oranda kullanıyorum ancak kepekli ekmekler biraz daha tok olduğundan, sandviçlerin yumuşak olmaları için bu kez daha az kepekli un kullandım.

Yapılışı:

1. Beyaz unu bir kaba koyup ortasını açın. Mayayı bu çukura ufalayıp ılık su ve sütü dökün, parmak uçlarınızla mayayı ezin. Çukurun üzerine biraz un serpin ve 15 dk kadar bekleyin.

2. Şekeri, tuzu, yumurtanın akını, tereyağını ekleyip yoğurun. Kepekli unu azar azar yedirin. Elinize hafif yapışan bir hamur yapın.

3. Hazırladığınız hamuru zeytinyağı ile yağladığınız kapaklı bir kaba koyun, hamurun üzerini de yağlayıp kapağını kapatın. Fırınınızın yoğurt ayarında 1 saat boyunca bekletin (yoğurt ayarındaki fırın ısısı ideal olduğu için fırında bekletilen hamurlar çok güzel mayalanıyor ama siz başka yerde de bekletebilirsiniz, önemli olan hamurun üşümemesi).

4. Hamur mayalandıktan sonra hafif unlanmış zemine alıp tekrar yoğurun. Dilediğiniz büyüklükte bezeler alıp yuvarlayın, yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizin.

5. Tepside de 20 dk kadar mayalandırdıktan sonra bezelerin üstlerine yumurta sarısı sürüp 200° fırında 15 dk pişirin. Fırından aldıktan hemen sonra üzerlerine bir bez örterseniz yumuşak kalırlar.

**********************************

Çok güzel iki film de izledim bu arada! Onlardan da bahsetmek istiyorum.

İlki "Charlie and the Chocolate Factory". Küçük kentimizin eski ama yıllardır kapalı olup şimdi yeniden açılan sinema salonunda izlediğim ilk film bu oldu. O sinema salonunun açılmasına benim kadar çok sevinen başka biri var mıdır bilmiyorum ama artık daha sık sinemaya gitme şansımın ve daha bol film seçeneğimin olduğunu biliyorum, ve bu harika birşey! Kocaman bir paket bitter çikolata aldım yanıma, bolca da kahve. Öyle yapmak gerekiyor çünkü bu filmi çikolata tüketmeden izlemek mümkün değil!! Keyifle izledim yönetmen Tim Burton'ın son eserini. Onun sinema perdesine yansıttığı masalsı dünyalarını severim, o filmleri Burton'ın içindeki çocuğa teslim ettiği kamerasının çektiğini bilirim. Düş gibi olur Burton filmleri, sizi sinemanın büyülü dünyasına çeker ve yüzünüzde bir gülümsemeyle bu dünyaya kapılıp gidersiniz! (Edward Scissorhands'i kim unutabilir?) Bu kez de çikolata üreticisi Willy Wonka'nın çikolata imparatorluğu için veliaht arayışını anlatmış, başrolü -her zamanki gibi- teslim ettiği Johnny Depp ile. Wonka, çikolata paketlerine gizlediği 5 altın bileti bulan 5 çocuktan birini fabrikasını teslim etmek üzere seçecektir ama bu şanslı çocuk ancak çikolata yiyebilmenin değerini bilen olacaktır.

Film (her ne kadar artık çift sinemamız olsa da!) bize ancak ulaştı, ama umarım büyük kentlerde yaşayan çikolata düşkünleri bu filmi ıskalamamışlardır, zira hayal ürünü bir çikolata fabrikasının ne şahane bir yer olabileceğini görmek gerek! (yanınıza bolca çikolata almayı unutmayın! :)


Diğer film, "The Island". Görselliği ile etkileyen, sağlam senaryosu ile uzunluğuna rağmen keyifle izlenen bir film. Yıl 2019 ve yeni Amerikan rüyası "sonsuz yaşam". İnsanların bunun için yapmayacakları şey yok ve en zengin olanlar milyon dolarlar ödeyerek satın aldıkları sigorta poliçeleri sayesinde kendilerinin birer kopyasının "üretildiğinden" habersiz, bilimin son noktasının onlara hediye edeceği uzun ve sağlıklı ömrün keyfini sürmeye hazırlanıyorlar. Diğer tarafta klonların yaşadığı merkezde yolunda gitmeyen birşeyler var! Klon Lincoln (Ewan McGregor), bir gün aslında yaşayan gerçek insanların yedek parçaları olmaktan öte bir varoluş sebeplerinin olmadığını keşfediyor ve varolmayan Ada'ya gitmek (yani kullanılmak!) için seçilen herşeyden habersiz Jordan'ı (Scarlett Johansson) da yanına alarak merkezden kaçıyor. Sonrası, gerçek dünyadaki pekçok şeyden habersiz iki çocuk-yetişkinin Los Angeles'ın göbeğinde hayatta kalma ve bütün bunlara sebep olanlarla yüzleşme çabaları.

Çok orjinal bir fikre dayanmasa da senaryo gerçekten sağlam ve görsel efektler etkileyici. Daha önce Armageddon ve Pearl Harbor gibi pek de şahane sayılamayacak filmlere imza atmış olan yönetmen Michael Bay'den şahsen bu kadar iyi bir film beklemiyordum.

*********************************

Eveet, sitemiz de güncellendiğine göre şimdi artık sandviçimi yiyip kahvemi içebilirim! Siz benim gibi ertesi güne bırakmayın, hemen sıcakken ikiye kesip arasına en sevdiğiniz malzemeleri doldurun ve kocaman bir ısırık alın:)