30 Ocak 2006 Pazartesi

Saçaklı Patates Köftesi




Aslında niyetim mercimek köftesi yapmaktı.. Ama Yeliz'in daha önceki gelişinde de mercimek köftesi yaptığımı hatırlayınca böreklerin yanına ikinci bir tuzlu olarak patates köftesi yapmaya karar verdim. Bu kez Sahrap Soysal'ın köşesinde gördüğüm gibi yuvarlak şekil vermeyi ve köfteleri şehriyeye batırmayı denedim, kızartmak açısından biraz zor oldu, çünkü maşayla çok nazik döndürmek gerekiyor. Yine de görünüşlerini böyle daha çok sevdim. Kızarmış şehriyeler ise çıtır çıtır bir lezzet verdi!

Bu köfteleri tuzlu bir çeşit olarak çay saatlerinizde ikram edebileceğiniz gibi yemeklerin yanına garnitür olarak da hazırlayabilirsiniz. Patates püresi kullanılan yerlere yakışacağını düşünüyorum. Kızarttıktan sonra soğumalarına izin vermeden servis ederseniz çok daha güzel olur. Kızartmanın zararını ise havlu üzerinde fazla yağını aldırarak ve mümkünse zeytinyağı kullanarak hafifletmek mümkün:)

Ceviz büyüklüğünde toplar yaparsanız bu ölçüyle 28-30 adet patates köftesi çıkıyor:

Malzemeler:

- 5 adet orta boy patates
- 1 adet yumurta
- 100 g tulum peyniri (veya eriyebilen başka bir peynir)
- 1 çay kaşığı karabiber
- 1,5 çay kaşığı tuz
- 1 ufak kase kadar tel şehriye
- Kızartmak için zeytinyağı

Yapılışı:

1. Patatesleri bol suda kapağı kapalı olarak haşlayın. Ilıdıktan sonra kabuklarını soyun ve derin bir kase içerisinde çatal yardımıyla ezin.

2. Peyniri rendeleyerek patateslere ekleyin, yumurtayı da kırın. Tuzu, karabiberini ekleyin.

3. Tüm malzemeyi iyice yoğurun. Ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlayın ve tel şehriyeye bulayın. Önce tüm topları hazırlayıp sonra şehriyeye bularsanız daha kolay olur.

4. Kızdırılmış zeytinyağında güzelce kızarttığınız köfteleri kağıt havlu üzerine çıkarın. Daha sonra başka bir havlu serdiğiniz servis kasesine alarak üzerlerine kürdan batırın, sıcak sıcak servis yapın.

29 Ocak 2006 Pazar

Pazar günü...





Dün eski iş arkadaşlarım Yeliz ve Buket geldiler. Aslında "bütün kızlar toplandık" günlerinden biri olacaktı ama oyunbozanlık yapanlar oldu! Ne yapalım, gelemeyen Emine ve Nilgün'e de sevgilerimi yolluyorum, umarım bir gün hepimiz toplanabiliriz.

Güneşli olmasına rağmen buz gibi bir hava vardı dışarıda, ve böyle bir kış ikindisinde, evde sobanın yanında oturup çaylarımızı içerek sohbet etmek çok keyifliydi. Hava gerçekten çok soğuk olduğu için biraz çikolata ağırlıklı bir menü hazırladım:))

Menümüz:
- Sıcak çikolata
- Mantarlı börek
- Saçaklı patates topları
- Çikolatalı cheesecake
- Damla çikolatalı kurabiye (chocolate chip cookies)
- Elmalı kurabiye

Elmalı kurabiyeleri Buket getirmişti -onun spesyallerinden biridir! Çikolatalı kurabiyeler ise sevgili Estelle'in blogundan. Diğer tarifleri en kısa zamanda yazacağım. Şimdilik üstteki fotoğrafı paylaşmak istedim:)

27 Ocak 2006 Cuma

Kakaolu Kurabiye



Kurabiyeyle süt içmeye bayılan çocuklardanım ben!
Hele kahvaltıda daha da bayılırım, yağsız sütüme iki kurabiye eşlik ederse güne çoook mutlu başlayabilirim. Gerçi bunu pek sık yapmamaya çalışıyorum, hatta "kırk yılda bir" diyebilirim. Ama mutluluğun tanımlarından biri bu olsa gerek!

Bu kurabiyeleri çok önce yapmıştım, sizlerle paylaşılmak üzere bekliyorlardı. Haftasonu gelmişken belki kolay bir kurabiye arayanlar olur diye düşündüm, hemen ekleyeyim dedim. Tamam kabul ediyorum, biraz da Yemekbiz'den Zeynep ablanın zıpzıpını kıskandım! Çocukların kakaolu kurabiyeleri çok seveceği kesin, tabi kocaman çocuklar da yiyebilirler (şu acayip cinsiyetçi reklama benzedi ama neyse:))

Tarifi Sahrap Soysal'ın Hürriyet'teki köşesinden aldım. Üzerindeki şekerlemeler tamamen keyfinize kalmış, hiç kullanmayabilirsiniz de. Ben bu pasta süslerini kurabiye üzerinde de seviyorum. Kurabiyelerin kıtır görünüşüne rağmen (ve öyle olacağını tahmin etmeme rağmen) soğuduktan sonra da hafif yumuşak, hoş bir kıvamı vardı.

Malzemeler:
- 1 paket (250 g) tereyağı (oda sıcaklığında)
- 1 su bardağı toz şeker
- 1/2 su bardağı pudra şekeri
- 3 su bardağı un
- 3 yemek kaşığı dolusu kakao
- 1 paket vanilya
- 1 Türk kahvesi fincanı çekilmiş ceviz

Yapılışı:

1. Tereyağını derin bir kaba alıp toz şeker ve pudra şekeri ekleyin, mikserle iyice çırpın.

2. Mikseri çıkartıp unu azar azar ekleyin, kakaoyu ve vanilyayı da ekleyerek yoğurun. Cevizi de ekleyin.

3. Elinize yapışmayan bir hamur elde ettikten sonra 15 dk kadar dinlendirin. (Ben başka işlere dalınca hamur biraz fazla dinlenmiş hatta uyumaya bile geçmişti:))

4. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp elinizde yuvarlayın. Üzerlerine hafif bastırarak yassı şekil verin. Dilerseniz şekerlemelerle süsleyin.

5. 170 derece ısıtılmış fırında 20-25 dk kadar pişirin.

Güzel bir bardak süt, ya da çayınız - kahvenizle birlikte tadını çıkarın!

25 Ocak 2006 Çarşamba

Anne Usulü Mantar Çorbası

Tam "anne usulü", yani uydurulmuş ama çoook leziz olmuş bir mantar çorbası bu! Mantar çorbasını ben bir-iki defa yapmıştım, çok da severek yemiştik ama annemin bu nefis sonuçlanmış denemesinden sonra artık ben de hep böyle yaparım, kesin.

Mantar Çorbası


Canım çok mu çorba istiyordu bilemiyorum ama yerken birkaç kez "böyle bir çorba olamaz" dediğimi hatırlıyorum. Geçen Pazar buzdolabında beni bekleyen yarım kg mantarımın yarısıyla azıcık mantarlı şehriye pilavı yapmıştım. Kalan yarısını annem değerlendirmek istemiş ve hayatının ilk mantar çorbasını pişirmiş! Yani anne, neden daha önce "uydurmadın" ki bu çorbayı? (artık çok kızdığım hazır çorbaları almazlar, yaşasın!) Lezzetin sırrı sanırım kekik ve nanede, tabi sarımsak faktörü de unutulmamalı!
Sevim de işten gelince tadına bakıp "abla bu mantar çorbasını kesinlikle yazmalısın" deyince annemden tarifi istedim. Öyle uydurmaca yok, ölçüleri alayım lütfen deyince ölçüleriyle anlattı nasıl yaptığını. İçine atılmış makarna tamamen keyif için, belki onun yerine şehriye, erişte olabilir, ya da hiç atmayabilirmişsiniz..

Malzemeler
  • 250 g mantar
  • 1 yemek kaşığı tereyağı (tepeleme)
  • 1 orta boy kuru soğan
  • 1 yemek kaşığı un (tepeleme)
  • 1/2 lt süt (ılık)
  • 1/2 lt su (ılık)
  • 1 avuç makarna (annem kelebek makarna atmış:)
  • 1 çay kaşığı kekik
  • 1 çay kaşığı nane
  • 3 diş sarımsak
  • 1 tatlı kaşığı tuz
Yapılışı
  1. Mantarları yıkayıp zarlarını soyun ve ince ince dilimleyin.
  2. Tereyağını tencerede eritin, ince ince doğradığınız soğanı kavurun. Mantarları ekleyerek kavurmaya devam edin.
  3. Tencereye unu yavaş yavaş serpin, bir yandan hızlı hızlı karıştırın. Daha sonra sütü ve suyu ekleyin, kaynayana kadar devamlı karıştırarak pişirin.
  4. Kaynamakta olan çorbaya dilerseniz makarna ekleyin, 10 dk kadar daha -makarnalar pişene dek- pişirin.
  5. Kekik ve nane serpin. Sarımsakları tuzla döverek çorbaya karıştırın, 2-3 dk sonra altını söndürün. Bu işlemleri ocaktan almadan hemen önce yaparsanız çorbanızın misler gibi bir kokusu olur.

Mantar Çorbası Tarifi




Servis önerisi : Dilerseniz serviste tereyağında pulbiber / kırmızıbiber kızdırıp mantar çorbasının üzerine gezdirebilir, ya da bizim gibi sadece karabiber ve pul biber serpebilirsiniz...

Beşemal Soslu Tavuk

Malzemeler:
1 adet tavuk göğsü(haşlanmış), havuç, patates, bezelye, hazır garnitürlerden (
ben tavuğu haşlarken havucu, bezelyeyi ve patatesi içerisine attım), istediğiniz miktarda kaşar peyniri rendesi

Beşemal Sos:
4 çorba kaşığı un, 4 çorba kaşığı tereyağı, 3 su bardağı süt, tuz, karabiber

Yapılışı:
Tavuk göğsünü yıkayıp haşladıktan sonra güzelce didin. Eğer hazır ganitür kullanıyorsanız yıkayıp konserve kokusunu giderin. Ben gibi tavukla haşlamak isterseniz patetesi havucu küp küp doğrayın ve bezelyeyle birlikde haşlanan tavuğun içerisine atın. Pişireceğiniz borcam tepsinizin tabanına bezelyeyi, havucu ve patetesi yayın. Üzerine haşlanmış ve didmiş olduğunuz tavuk etlerini yayın. En üste hazırladığınız beşemal sosu dökün ve tepside heryerine karışmasını sağlayın. Sosun üzerine de kaşar peyniri rendesini serpin. Eğer yağ eklemek isterseniz üzerine belli aralıklarla margarin koyabilirsiniz. 200 derecede 20-25 dakika üzeri kızarana kadar pişirin.

Beşemal Sos'un yapılışı:
Unu tereyağında kavurun. Un hafiften sararınca sütü ekleyin bir kaşık yardımıyla sürekli karıştırarak orta ateşte pişirin. Sonradan içerisine tuzunu ve karabiberini ilave edin.

Afiyet Olsun...

24 Ocak 2006 Salı

İrlanda Ekmeği



Pazar kahvaltısı için ekmeğimizin olmadığını Cumartesi akşamı geç saatlerde farkedince o saatten sonra hamur mayalamaya üşendim ve ertesi sabah yapılabilecek basit bir tarif bulmak için arşivimi karıştırmaya başladım. Sabah uyandıktan sonra mutfağa girince hamurun mayalanması ve pişmesi için gereken süre çok uzun geldiğinden, genelde ekmek yapacaksam akşamdan yapıyor, sabah tekrar ısıtıyorum. Niyetim kaygana ya da çörek türü bir tarif bulmaktı ama hiç ummadığım kadar kolay bir ekmek tarifi bulunca onu denemeye karar verdim. Tarif çok kolaydı çünkü mayasızdı!

Yemekbiz mail grubumdan sevgili Güzide ekmek denemeleri yaptığı bir dönem gruba çeşitli tarifler göndermişti. O zaman denemek üzere kaydettiğim tariflerden biri de buydu, İrlanda ekmeği. Gerçekten çok pratik ve mayayla yapılmış bir ekmekten hiç farklı değil. Sabah uyanınca hemen pişirdim, kahvaltı için mis gibi dumanı tüten, sıcacık ve kocaman bir ekmeğimiz oldu.

Tarifi özellikle ekmek yapmaya cesaret edemeyenler, mayalandırma problemleri yaşayanlar ya da benim gibi çabucak hazır olsun isteyenler için, sevgili Güzide'nin izniyle paylaşıyorum. Çok teşekkürler Güzide!

Malzemeler:

- 800 g un (yarısını kepekli kullandım)
- 1 tatlı kaşığı karbonat*
- 1 paket kabartma tozu
- 20 g tuz (silme 1 yemek kaşığı)
- 600 ml ayran (ben süzme yoğurdu suyla çırparak hazırladım)
- 1 adet yumurta

* Tarifte karbonat miktarı 15 gramdı ama bu miktar bana çok fazla geldiği için 1 tatlı kaşığı kullandım.

Yapılışı:

1. Un, karbonat, kabartma tozu, tuz, ayran ve yumurtayı robotta karıştırın. (Ben kek yapar gibi malzemeleri mikserle çırpıp unu azar azar sonradan ekledim)

2. Hamuru, unlu tezgahta pürüzsüz oluncaya kadar yoğurun. Benim hamurum hala elime yapışıyordu ama daha fazla un eklemedim. Yumuşacık bir ekmek olmasını istiyorsanız size de eklememenizi öneririm.

3. Yağlı kağıt serili 26 cm. çapındaki kalıba (ben kelepçeli kalıp kullandım) hamuru koyun. Üzerine çapraz çizikler atın. 200 derece ısıtılmış ve içinde sıcak su dolu kap bulunan fırında 40-45 dk* pişirin.

* Sevgili Deniz Güney'in notunu buraya eklemek istedim: Yurtdışında yaşayanlar için fırın farklılığından dolayı ekmeğin (ve bunun gibi hamurların) pişme süresi daha uzun -10 dk kadar daha fazla- olabilirmiş. O nedenle biraz daha uzun süre fırında tutmanız, ekmeğin içinin tam pişmesi açısından yararlı olabilir. Bu arada üstü fazla kızarırsa bir alüminyum folyo ile örtüp, pişmeye devam etmesini sağlayabilirsiniz...



Ekmeğinizin kalanını temiz bir mutfak bezine ya da poşete sarılı olarak saklayabilirsiniz. Sonraki birkaç gün boyunca da tazeliğini koruyor...

22 Ocak 2006 Pazar

Mutfağın küçük sırları..



Doğrusunu söylemek gerekirse bloga aktarmak istediğim, mutfağa dair kıyıda köşede bekleyen birkaç anekdot vardı. Sevgili Nazan geçenlerde "en pratiklerimi" paylaşmamı isteyince hepsini toparlayıp yazabileceğim için mutlu oldum. Umarım siz de işinize yarayan bilgiler bulursunuz. Teşekkürler Nazan!

* Lütfen güzel bir kek ol!

Kek yaparken azıcık da olsa heyecanlanmayan yoktur sanırım. Kabarır mı, çöker mi, kalıptan kolay çıkar mı, vb.. Çözüm basit, benim gibi siz de fırına vermeden önce onunla konuşun:))
Kek yapmanın önemli birkaç püf noktası var tabi ki;
- Kullanacağınız tüm malzemeyi önceden hazırlayıp oda ısısında olmalarını sağlayın. Özellikle yumurtalar, süt-yoğurt gibi malzeme buzdolabından çıkmış olmamalı.
- Kalıbınızı hangi yağla isterseniz yağlayın, katı - sıvı olması bence sonucu pek değiştirmiyor. Ama yağladıktan sonra biraz un ya da şeker serpebilirsiniz. Şeker kekin dış kabuğuna hoş bir kıtırlık verir (bu tüyoyu da Türkmenciğimden almıştım!) Pişen keki fırından hemen almayın, 5 dk kadar sönmüş fırında bekletin. Kalıptan çıkarmak için acele etmeyin, ama çok da beklemeyin ki kekin dibi terlemesin. İdeali, kalıp elinizi yakmayacak kadar ılıdığında çıkartmak.

- Muffin yaparken -tarifte başka bir yöntem önerilmediyse- önce sıvı malzemelerin tamamını çırpın, daha sonra kuru malzemeleri ekleyin. Ve kesinlikle çok fazla çırpmayın, minik kekler bundan pek hoşlanmıyorlar!
- Kekte kuru meyveler kullanacaksanız onları bir müddet ılık suda bekleterek şişmelerini sağlayın. Herhangi bir meyve suyunda veya içkide bekletirseniz daha şahane olur! Daha sonra kurulayıp una bulamayı zaten unutmazsınız.
- Daha önce de yazmıştım; keklerinizde (ve gereken başka yerlerde) kullanmak üzere dolapta portakal şekerlemesi bulundurmak isterseniz, kışın yediğiniz portakalların (hatta diğer narenciyelerin de) kabuklarını atmayıp incecik rendeleyin. Kabukları aynı oranda şekerle karıştırarak cam kavanoza koyarak buzdolabında saklayabilirsiniz. Bu şekerlemeden 1 tatlı kaşığı ya da 1 yemek kaşığı kullandığınızda kekinizde şahane bir aroma elde edebilirsiniz!

* Krokan denen müthiş şey..


Krokana bayılıyorum! Hazırlamak için 1 bardak şeker yeterli oluyor. Daha azı da yeter aslında. Şekeri büyük bir cezvede ocağa koyup karıştırarak eritiyorum. O müthiş kahverengi tonu alınca ve nefis kokusunu duyunca içine ceviz, badem, fındık, ne istersem atıyorum. Yağlı kağıt üzerine hızlıca döküp ince bir tabaka halinde yayıyorum. Buzdolabında birazcık beklese yeter. Sonra kırıp kırıp pastanın, tatlı kuplarının üzerine.. Bilmediğim ise, krokan yaptığım kabı daha sonra nasıl pratik olarak temizleyeceğim! Ben hiç bekletmeden içinde su kaynatıyorum ama daha pratik bir yöntem bilen ve yazan olursa da çok sevinirim:)

* Ani tatlı krizlerine sağlıklı çözümler...

Bir ufak kase yoğurdun üzerine bir miktar pekmez (benim favorim harnup) döküp karıştırıyorum. Aslında süt ürünleriyle birlikte pekmez tüketildiğinde pekmezin yararlarının önemli ölçüde azaldığını okumuştum ama öyle de olsa bu sağlıklı bir "tatlı"!.. Keyfe göre kuru üzüm, badem, ceviz, fındık da eklenebilir ama ben sade ya da birkaç parça ceviz ekleyerek yemeyi tercih ediyorum. Krizi geçirmek bir yana, vicdanen de iyi hissediyorum:) A tabi, bu güzel tatlıyı sevgili Tijen ablamdan öğrenmiştim!

* Şarap yanında ne servis etsek?

Bir gün şarap yanına hafif birşeyler (yemek değil) hazırlamam gerekmişti. İnterneti taradığımda elbette ki karşıma ağırlıklı olarak et yemekleri çıkmıştı. Sonunda bir mail grubuna sordum, siz şarapla ne seversiniz diye, aldığım yanıtlar o kadar işime yaradı ki! Şimdi efendim, güzel bir beyaz şarap yanında ben şunları servis eder ve çok severim:
- Peynir türleri. Özellikle taze ve yumuşak peynirler, eritme peyniri.
- Yeşil zeytin, dolgulu zeytinler
- Ceviz
- Meyveler, özellikle de üzüm ve kavun (kulağa garip geliyor ama deneyin, yakışıyor!)
- Meyve tatlıları, kremalı tatlılar

Kırmızı şarap yanında sevdiklerim:
- Sert ve tam yağlı beyaz peynirler, özellikle keçi peyniri. Ve bazen peynirin yanında ekmek (Giritliler bile peksimet yemezler mi şarap yanında?)
- Ceviz, tuzsuz yerfıstığı
- Elma dilimleri
- Meyve tatlıları
- Bitter çikolata!

* Muhteşem omletler...

Herhalde harika bir omlet bir kahvaltıyı tek başına şölene çevirebilir!.. Ben omletlerime her defasında değişik birşeyler koymayı severim ama bugüne dek en sevdiğim (ve de en sevileni) taze naneli omletim oldu. Bir demet naneyi kıyıp omlete karıştırıyorum, verdiği aroma inanılmaz.. Her tür omleti yaparken azıcık suyun içinde erittiğim azıcık mısır ununu eklerim. Ve mutlaka birkaç kaşık süt koyarım. Süt omleti yumuşacık, mısır unu daha kabarık yapar. Ve mutlaka kısık ateşte, kapağı kapalı olarak pişiririm. Bir de omlete kaşar/tulum gibi bir peynir koyacaksam rendelediğim peynirleri en son, yani ters çevirdikten sonra serpip kapağını kapatıyorum, altını söndürüyorum. Görüntü de lezzet de şahane oluyor!

* Daha çabuk ve güzel çay demlemek için..

Çayın demlenmesi için ille de gereken bir süre var tabi ki. Ama çökmesini çabuklaştırabilirsiniz. Bunun için çayı demledikten birkaç dakika sonra demliği elinize alıp birkaç saniye boyunca soğuk suya tutun. Çay hemen çökecek ve çabucak demlenecek. Lezzeti ise hiç değişmeyecek.


Bunlar benim aklıma gelen bazı bilgiler ya da çözümler.. Sizlerin de mutfakta işe yarayan keşifleriniz varsa paylaşabilirsiniz!

Ben de bu sobeyi Evcil Kedi, Marifet Teyze ve Paylaşılan Tatlar'a aktarıyorum. Pratik bilgilerinizi paylaşır mısınız arkadaşlar?

Not: Kek fotoğrafı dışındaki fotoğraflar internetten alınmıştır..

18 Ocak 2006 Çarşamba

Benim sinemalarım...


Geçenlerde sevgili Hülya Yılmaz sevdiğim 5 ya da 10 filmi, onların en sevdiğim sahnelerini ya da neden o filmleri çok sevdiğimi paylaşmamı istemişti.. Seve seve yanıtlıyorum!


Tüm zamanların en iyi filmi benim için budur... "Fight Club" (Dövüş Kulübü). David Fincher deyince bir duralım düşünelim dememize neden olan, zaman zaman izlenmesi gerekli filmlerdendir. İzleyip kendime gelmeyi severim, döver, yerden yere vurur replikleriyle, ama oh olsun'dur, bana müstehaktır, gereklidir! İlk kez yarı yarıya boş bir sinema salonunda izlediğimde dışarı çıkınca serseme dönmüş, yoldan geçen insanları çevirip "gidip şu filmi izlemeniz lazım sizin!" demek istemiştim. Film tam da tahmin ettiğim gibi sonradan bir efsane oldu, sinefiller arasında kült statüsüne yüceltildi, yere göğe konulamadı, ve bence bunu sonuna kadar da hakediyordu. Sonradan filmin uyarlandığı kitabı okudum ve en sevdiğim yeraltı edebiyatı yazarlarından olan Chuck Palahniuk'la da böylece tanıştım. Filmin en sevdiğim sahnesinde Tyler bir süpermarketin arka kapısında kasiyerin ensesine silah dayar ve ona şunu sorar: "Ne olmak isterdin?" Kasiyer korkuyla titreyerek "veteriner olmak isterdim" yanıtını verir. Tyler ama olmadığı için şimdi bir süpermarketin arka kapısında öleceğini söyler. (Adam korkudan ağlarken biz bir an için avuçlarımız terleyerek kendi seçimlerimizi düşünürüz!!) Ve bir müddet sonra Tyler şimdi gitmesini ve veteriner olmasını söyler adama. "Seni izleyeceğim, kimliğin bende, veteriner olmazsan ölürsün!" demeyi de ihmal etmez. Bu yaptığına bir anlam veremeyen arkadaşının yüzüne bakar sonra ve bence sinema tarihine geçmesi gereken şu cümleyi söyler: "Yarın onun hayatının en güzel günü olacak"! Bu filmi çok severim, çünkü kısaca şöyle der: "Sahip olduğun herşey gün gelir sana sahip olur. Ve sen ancak herşeyini kaybettikten sonra gerçekten özgür olabilirsin"...

Bir başka "döven" film, yine bir sistem sorgusu, Kubrick ustadan: "Clockwork Orange" (Otomatik Portakal). Kubrick, dehası önünde ceket iliklenecek bir üstaddır, tüm filmleri sinema tarihinin en iyileri arasındadır, usta hemen hemen her filmini birer janr içerisinde, adeta ders verircesine çekmiştir ve zaten sinema derslerinde de işlenir. Bilimkurmacada 2001'i, korkuda Shining'i, dramada Eyes Wide Shut'ı sollamak her sinemacının harcı olmamıştır, olmayacaktır. Clockwork Orange ise tam olarak bir janra ait değil ve zaten sinema diliyle de kalıplara sığmayacak bir film... Filmi neden severim? Alex'i severim çünkü, onun Beethoven, şiddet ve suçla örülü dünyasından koparılıp topluma uyumlanması için eğitilmesi ve bu "eğitim" sonunda da kendine uygulanan şiddete bile tepki vermez hale gelmesi içimi acıtır. Alex'in kişiliği öldürülür ve ancak bundan sonra yeniden toplum içine bırakılır. 1971 yapımı filmin gösterimi uzun yıllar engellendikten sonra nihayet vizyona girdiğinde onu perdede izleme şansım olmuştu, sonrasında da kaç kez izlediğimi bilmiyorum zaten. Filmin en sevdiğim sahnesi Alex'in Singin in the Rain'i söylediği sahneydi.

Bu filmi her izleyişimde ağlarım...
Guiseppe Tornatore’un pekçok festivalden sayılamayacak kadar çok ödüllü filmi "Cinema Paradiso" (Cennet Sineması), sinema büyüsü üzerine bir film. Naif anlatımıyla, müziğiyle, sinematografisiyle, her karenin ince ince işlendiği sanat yönetimiyle o kadar güzel ki.. Eski sinemaları, eskimeyen sinemaları, "benim sinemalarım"ı, ilk sinemaya gidişimi, salonun karardığı o heyecanlı an'ları her defasında anımsar ve yüzümde hüzünlü bir gülümsemeyle izlerim... Yaşlı makinist Alfredo, ileride ünlü bir yönetmen olacak olan küçük Toto’ya hem makinistliği, hem hayatı öğretir filmde. Hep film replikleri vardır sözlerinde (hangimizin yoktur ki?) “Hayat filmlerdeki gibi değildir” der, “çok daha zordur”! Cennet Sineması’nda Toto’nun hikayesinden çok kasaba halkının film izleme ritüeli etkiler beni. Çocukluğuma dönmeye, içime bakmaya, oradaki sinema tutkusunu yeniden keşfetmeye, ve bu tutkunun kaynağına gidip oradan kendime bakmaya çağırır film. Rüzgar Gibi Geçti’yi ilk izleyişimi anımsatır, sonra kendi sinemamızı, kendi tarihimizi. Belgin Doruk’u, Vahi Öz’ü, Mualla Sürer’i, Suphi Kaner’i, Ayhan Işık’ı, Sadri Alışık’ı, Ekrem Bora’yı, Hüseyin Baradan’ı.. Ben bu ülkenin Yeşilçam filmleriyle büyümüş kız çocuklarındanım, elimde değil, böyle filmleri izlerken ağlarım!..

Shine, "sizin uğrunda herşeyi göze alacağınız bir konçertonuz var mı?" filmi.. Bir "babanız size ne yapar (ya da sizi ne yapar)?" filmi de aynı zamanda! Sanatla varolmaya, kendini varetmeye çalışırken akıl yitiminin eşiğinden içeri korkusuzca adım atmış bir piyanistin, Avustralyalı David Helfgoth'un hüzünlü yaşamöyküsü... hüzünlü olduğu kadar da coşku dolu! En sevdiğim sahne tabi ki o sahne.. Rahmaninov çalarken hissettiklerini taşımaya bilinci yetmediğinde, o gencecik piyanistin sahnede yığılıp kaldığı an... O müthiş dehanın sahnede yığılıp kalması ve o an bir bakış açısına göre "aklının zincirlerinden kurtulması", sanat nedir sorusunun yanıtıdır benim için!...

"Requiem For a Dream" (Bir Rüya İçin Ağıt) bir festivalde gösterildiğinde izleyicilerden birinin, o anda salonda bulunan yönetmen Aronofsky'e dönüp "bize bunu neden yaptınız?" dediğini okumuştum.. İzledikten sonra ben de öyle dedim! Yalnızlığın, sevgisizliğin, ilgisizliğin insana neler yaptırdığı, aile bağlarımızın bizi yaşamda tutmaya ne kadar yettiği, anne olmanın ya da evlat olmanın aslında ne demek olduğu üzerine bir sorgulama, televizyon karşısında ezilip giden düşlerimize ve tüketim çılgınlığı içinde yiten yaşamlarımıza dair gerçek bir ağıt! En sevdiğim sahne yerine filmin müziğini söylemek isterim, öyle böyle değil, çok az melodi içime bu kadar işlemiştir.. Ve pekçok haber bülteninde içimin kaldırmadığı haberlerde fon müziği olarak da kullanılıyor malesef!

Crow'u izleyip de Brandon Lee'ye aşık olmayan çok az kız, ve onu idolü olarak görmeyen çok az erkek vardı o yıllarda! Yani 90'larda.. 1994'tü sanırım, kendisini öldürenlerden intikam almak için küllerinden doğan ve aşkın gücüyle kötüleri yenen bu masal kahramanıyla tanıştığımızda.. Crow, Brandon Lee'nin malesef sette kaza kurşunu sonucu ölmesiyle sinema tarihine geçti, ama biz bu ölümü hiç kabullenemedik! Alex Proyas'ın bu kült filminin 3 devamı daha çekildi ama filmi gerçekten sevenler, anısına hürmeten devam filmlerine dönüp bakmadılar bile.. Onun yerine Crow'u defalarca izlediler, defalarca bu "ölümsüz sevgi" önünde gözleri nemlenerek eğildiler..

Breaking the Waves (Dalgaları Aşmak), Lars von Trier ustanın beni yerden yere vuran filmlerinden.. Gerçi onun her filmi beni az buçuk vurmuştur ama sanırım en büyük darbeyi bu aşk öyküsü indirdi.. Dalgaları Aşmak, bir "aşk size ne yapar?" filmi! Neler yapmaz ya da? Sevdiği adam için yaşamı boyunca çırpınan Bess'in trajik sonunu izlerken kelimenin tam anlamıyla mahvoldum.. Gözlerim kaç kez doldu, kaç kez Bess'e "yapma be kızım, of yaa" diye seslendim bilmiyorum! En sevdiğim sahne, Bess'in kocasını çok özlediğinde ve içindeki acıyı hiçkimse anlamadığında deniz kıyısındaki kayalıklara gidip dalgalara karşı avazı çıktığı kadar bağırdığı sahneydi..

Bir "aşk size ne yapar" filmi daha, buyrun!
Betty Blue'nun öyküsü de en az Bess'in öyküsü kadar trajik ve hüzünlü.. Biraz daha hüzünlü hatta.. Jean-Jacques Beineix'in 84 yapımı filmini yeni izledim. Benim için en iyiler (ve en acıtanlar!) arasına girdi. Tam anlamıyla deliliğin sınırlarında bir kadın ve onu dizginlemeye çalışırken kapılıp giden bir adamın müthiş aşk öyküsü.. Finalinde bir yandan "başka türlü bitemezdi" diyor bir yandan da burnumu çekiyordum.. En sevdiğim sahne Betty'nin Zorg'un gözlerine bakarak yaşadıkları barakayı ateşe verdiği ve neşeyle "hadi kendimize ev bulalım!" dediği sahneydi:)



Ömer Kavur'un Türk sinemasında çok özel bir yeri var bence.. Ben onun filmlerindeki kadar güzel, tablo gibi, fotoğraf gibi kareleri başka hiçbir Türk yönetmeninin hiçbir filminde görmedim. Aynı şekilde Zuhal Olcay'ın ve Fikret Kuşkan'ın da bence sinemamız içindeki yerleri çok özel.. İşte onları buluşturan Gizli Yüz, Orhan Pamuk'un aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmıştı ve ben okulda sinema derslerinden birinde izleme şansını bulmuştum. Filmin ağırlığına tahammül edemeyip salondan çıkanlar ya da uyuyanlar da olmuştu gösterim sırasında ama ben sinema diline, anlatımına, hele ustanın takıntılarına hayran olmuştum! Ömer Kavur'la da böyle tanışmıştım.. Belki de sinemamızın tek auteur'ü odur, filmlerini öyle imzalar ki, bir Ömer Kavur filmi olduğu hemen anlaşılır! Bütün büyük üstadlar gibi, gittiği yerde sanat yapmaya devam ediyordur diye umuyorum... Çünkü o "sinemayı sanat yapanlar"dandı!

Son olarak, "bu memlekette işte böyle sinema yapılır" dedirten birkaç sinemacıdan birinin, Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak'ını anmalıyım.. Uzak'ta kimbilir ne kadar çok kişi kendini buldu, kendi uzaklarını gördü, düşündü? Ben Uzak'ta İstanbul'da bıraktığım ya da belki ertelediğim düşlerimi buldum, bulmakla kalmadım sorguladım onları, ne kadar düş'tü onlar ve ne kadar gerçek'ti diye.. Filmin aldığı her ödülde heyecanlandım, o ödüller bizim düşlerimize veriliyordu sanki biraz, bizim uzaklarımıza! Filmin en sevdiğim sahnesi, akrabası nihayet evden gittikten sonra adam yalnız kaldığında onun ucuz sigarasını bulup bir tane yaktığı sahneydi, o kadar çok şeyi anlatıyordu ki hiç konuşmadan!

Bende iz bırakan ne kadar çok film varmış diye düşündüm bunları yazarken. 10 taneyi geçmemek için pekçok filmi anmadım, üzülerek.. Belki onlardan da başka bir zaman, başka bir mecrada bahsetme şansım olur...

Kimlerin sobelendiğini bilemiyorum ama eğer sobelenmedilerse Meral, Işıl ve Margot'a sormak isterim, sizin sinemalarınızı paylaşmak ister misiniz?

16 Ocak 2006 Pazartesi

Git Dergisi.. ikinci yazı !





Kalbim çarptı.. çarptı.. ve işte Git Dergisi'nin Ocak-Şubat'06 sayısı masamda!
... ikinci yazım da derginin sayfalarında.

Leman Grubu'nun 2 aylık yayını olan "coğrafik dergi" Git, ebat olarak minicik ama çok keyifli bir dergi, Lemancılar zaten bilirler. Bayilerde diğer dergiler arasında kaybolabiliyor, ama sorarsanız her yerde bulabileceğinizi tahmin ediyorum. Arayıp bulamayanlar ve isteyenler bana mail atabilirler.

Geçen yazımda Ege'de bir kahvaltı sofrasını anlatmıştım, bu sayıda ise annemle Bozdoğan'da pide yeme maceramız var. Aydın'ın pideleriyle ünlü ilçesi Bozdoğan'da memleketin en iyi pidecilerinden birine gittik ve hayatımızdaki en güzel pideleri yedik. İzlenimlerimi Git'e yazmaktan ben çok keyif aldım, dilerim okuyanlar da aynı keyfi alırlar...

12 Ocak 2006 Perşembe

Pudingli Kedidili Pastası



Herkese mutlu bayramlar!
Günlerdir siteyi güncelleyemediğim, yorumlarınızı yanıtlayamadığım için gerçekten üzgünüm. Rüyalarıma bile girdi ama bir türlü fırsat bulamadım. Toplam 8 günlük tatilimi evde film izleyerek geçiriyorum çoğunlukla. Mutfağa bile pek girmedim. Ki zaten mutfaktaki görüntü ve kokular girmeme engel oluyor bugünlerde... Kendime tek kişilik (aslında 2 kişilik, Sevim de pek et yiyememeye başladı) yemekler hazırlıyorum sadece.

Ne yalan söyleyeyim, ben bu bayramı biraz buruk kutluyorum.. Günlerdir sokağa çıktığımda ellerimi gözlerime siper etmekten, yanlışlıkla birşey görürsem midemi sakinleştirmeye çalışmaktan, televizyonda yine aynı görüntülerde kumandaya sarılıp gözlerim kapalı olarak kanal değiştirmekten yoruldum... Bu bayram bir de ekstradan zavallı kanatlılara yapılan işkence var! Pekçok kişiye göre "aşırı hassasım", biliyorum ama ben de böyleyim işte.. Yine de bayram bayramdır, bayram günleri güzeldir diyorum ve sizlerle bayram için yaptığım hafif tatlımsı pastanın tarifini paylaşmak istiyorum.

Bu bayram fazla tatlı yapmadık. Yenen ağır yemekler sonrasında şerbetli ağır tatlılar pek aranmıyor zaten. Ramazan bayramında oruç dönemi sonrası tatlılara olan iştah bu bayramda pek görülmüyor. Küçüklüğümde yaz aylarına denk gelen kurban bayramlarında meyve, daha çok da karpuz ikram edilirdi misafirlere. Biz de bu bayram sütlü tatlı yapalım dedik annemle.. Annem kazandibi yaptı, ben de uzun zamandır çekmecede bekleyen kedidillerini değerlendirmek için basit bir pasta hazırladım. Kahve yanında ikram etmek için oldukça pratik!

Kedidili bisküvileri, ithalatçı firma Mers Dış Ticaret'in ithalat-ihracat müdürü Gökhan Bey 3 hafta kadar önce göndermişti. Gökhan Bey'in eşi sevgili Seda, blogun takipçilerinden. Gökhan Bey'in söylediğine göre Seda kedidilleriyle yapabileceği aklına yatan bir tarif bulamadığından bu ürünleri hiç denememiş. Seda siteyi takip edebilsin diye Gökhan Bey'in çok sevdiği laptopunu evde bırakmasına sebep olduğum için kedidilli bir tarif borçluydum:)) ama ancak fırsat bulabildim. Zarif jestleri için her ikisine de çok teşekkür ediyorum. Balocco kedidillerini Migros, Tansaş, Gima, Kiler gibi zincir marketlerde bisküvi ya da pasta malzemeleri satılan reyonlarda bulmanız mümkün.. Tabi onlarla çok güzel pastalar, tiramisular yapmanız da mümkün. İnternette bir arama yaptığınızda karşınıza diğer bloglardan pekçok kedidili pastası çıkacaktır. Orjinal İtalya usulü tiramisu da zaten bu bisküvilerle yapılıyor. Diğer bisküvilerden farkı, ıslandığı zaman pandispanyaya dönüşmesi. Yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, kedidilli bir tatlının pandispanya ile hazırlanmış bir pastadan farkı olmuyor.

Benim tarifim oldukça basit ama çeşitlemelere de açık. Siz kendi damak zevkinize göre kendi pastalarınızı yaratabilirsiniz:

Malzemeler: (12 porsiyon)

- 1 paket kedidili bisküvi
- 2 paket vanilyalı puding
- 3,5 su bardağı soğuk süt
- 3,5 su bardağı vişne suyu*
- Dövülmüş ceviz
* Ben %100 vişne suyu bulamadığım için vişne reçelinin suyunu incelterek kullandım. 1/2 su bardağı kadar reçel suyu yeterli olacaktır. Ya da normal vişne suyu kullanabilirsiniz. Sanırım o zaman üst katman daha koyu bir renkte olacaktır.

Yapılışı:

1. Vanilyalı pudingin 1 paketini 3,5 bardak sütle paketteki tarife göre hazırlayın.

2. Kedidili bisküvilerin yarısını hafifçe sütle ıslatın ve dikdörtgen ya da kare cam bir tepsiye sıralayın.

3. Sıraladığınız bisküvilerin üzerine pudingin yarısını dökün ve tümünün üstünü kapatacak şekilde sıvayın.

4. Kalan bisküvileri üste sıralayın (alttaki puding sıcak olduğundan bunları sütle ıslatmanıza gerek yok), üzerlerine kalan pudingi dökün.

5. Diğer vanilyalı pudingi 3,5 su bardağı vişne suyu ile hazırlayın. Pişen pudingi hemen pastanın üzerine dökün.

6. Pastanızı soğuduktan sonra cevizle süsleyerek kare dilimler halinde servis edin.

5 Ocak 2006 Perşembe

Yerelmalı Makarna


Yemece içmecede sınır tanınmayan yılbaşı gecesinin ardından, yılın ilk günlerinde sanırım çoğunluk diyettedir ya da en azından detoks yapıyordur. Tabi ne kadar yese bir zararını görmeyen mutlu azınlığı saymazsak! Alkol aldıysanız eğer, bir de buna yılbaşı pastasını, kurabiyelerini, türlü çeşitli çerezi, çikolatayı eklediyseniz, üstüne üstlük yemeği de fazla kaçırdıysanız, telafi edebilmek için en azından birkaç günlük diyete mahkumsunuz demektir. Ben yemeği fazla kaçırmak haricinde diğer kaçamakları hiç çekinmeden yaptığım için telafi günlerindeyim şimdilerde (diyet yerine telafi demek daha rahatlatıcı mı geliyor yoksa? :)

Telafi günlerinde karbonhidrattan köşe bucak kaçıldığı ve gözlerimizin önünde tatlılar uçuştuğu için bir süre sonra mutsuzluk alametleri başgösterebiliyor tabi. İşte bir tabak kepekli ve hafif soslu makarna sizi böyle bir anda çoook mutlu edebilir! Zarar da vermez hani.. Aslında onu da yemesem daha iyi olur dememek, dünya nimetlerinden elimizi eteğimizi çekmemek lazım:)

Bu makarnayı yapalı ve afiyetle yiyeli aslında epey oldu ama bugünlere uygun olabileceğini düşündüğüm için paylaşmak istedim. Hem sağlıklı ve hafif bir yemek arayanlar hem de makarnaseverler denemeli! Ben Filiz'in ekolojik makarnasını kullandım, ekolojik makarnanın harika bir lezzeti var, ama aynı tadı diğer kepekli makarnalarda malesef bulamıyorum. Mümkün olduğunca ekolojik makarna arıyorum raflarda. Ama çeşitleri sınırlı olduğu için (bildiğim kadarıyla sadece spagetti, burgu ve penne var kepekli olarak) her zaman tercih edemiyorum. Gönül kelebek makarna da ister, ne bileyim fırın makarna bile ister yeri geldiğinde! İsterim de isterim, tüm makarnaları ekolojik isterim, hatta şımarıp yediğim herşeyi ekolojik isterim! Hadi hep birlikte isteyelim, olmazsa almayacağız işte, tüketmeyeceğiz diyelim, o zaman olur mu acaba??

Makarnamın tarifine geçeyim ben:)

Malzemeler:

- 250 g kepekli / ekolojik makarna
- 250 g yerelması
- 1 adet havuç
- 1 adet kuru soğan
- 4 diş sarımsak
- 3 dolu yemek kaşığı konserve domates
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 yemek kaşığı soya sosu

Yapılışı:

1. Yerelmalarının kabuklarını kazıyarak ya da incecik soyarak temizleyin (temizlediklerinizi kararmaması için limonlu suya alın), daha sonra iri parçalar halinde doğrayın.

2. Soğanı yemeklik doğrayın, sarımsakları ince ince kıyın, havucu halka halka doğrayın.

3. Tavada zeytinyağını ısıtıp soğanı ve sarımsakları pembeleştirin. Yerelması, havuç ve domatesi de ekleyip 2-3 dk kavurun. Soya sosunu da koyduktan sonra sebzelerin üzerini örtecek kadar su ekleyip pişmeye bırakın. Suyunu çekip sebzeler yumuşayana dek pişirin (yaklaşık 15 dk).

4. Sosun hazırlanması daha uzun süreceği için makarnayı bu aşamada haşlayın. Haşlama suyuna tuz eklerseniz sosa eklemenize gerek kalmaz (soya sosu zaten tuzludur!)

5. Haşladığınız makarnayı sosla harmanlayarak servis yapın.



Ben unuttum ama siz serviste kıyılmış dereotu serpebilirsiniz makarnanıza, malum, yerelmasına aşıktır dereotu, ayırmamak lazım:)

Yanına da bolca yeşil salata yapın, olsun size hafif ve doyurucu bir akşam yemeği...

(Bu arada ben bu sosa bayıldım, sos değil de ayrı bir yemek -yerelması kavurması!- olarak bile yiyebileceğimi düşünüyorum...)

4 Ocak 2006 Çarşamba

Kremalı Havuç Çorbası

Soğuk kış akşamlarında eve döndüğünüzde bir kase sıcacık çorba içebiliyorsanız şanslısınız. Hele o çorbayı bir başkası yaptıysa sizin için, daha da şanslısınız. Bir kase dumanı tüten çorbayı ilk kaşıkları damağınızı yakarak içerken hızla ısınır, ardından gevşer ve gülümsemeye başlarsınız..

Kremalı Havuç Çorbası


Eve dönünce çorba yapacaksanız ve zor geliyorsa tavsiyem bir gün önceden yapın, eve gelince de hemen ısıtıp için. Ben genellikle öyle yapıyorum, çünkü çok acıkmışken yemek yapmayı sevmiyorum. Biraz garip çorbalar yaptığım için bazen sadece annemle ikimiz içiyoruz. Hatta en son hindiba çorbası yapmış ve tek başıma içmek zorunda kalmıştım. Ama hiç şikayetçi değildim! Sonuçta "monosodyum glukomat çorbaları" içmekten iyidir!

Havuç çorbası da garip çorbalardan sayılabilir. Ama son derece lezzetli. Kremalı olup da lezzetsiz olacak çorba düşünemiyorum zaten. Bunda bir de bol bol havuç var, A vitamini yani. Gelelim bu bol vitaminli ve çok faydalı havuç çorbasının tarifine.. O kadar basit ki!

Malzemeler
  • 4 adet orta boy havuç
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 3 yemek kaşığı un
  • 4,5 bardak su
  • 100 ml (1/2 küçük paket) çiğ krema
  • Tuz, karabiber

Yapılışı
  1. Havuçların dış kabuklarını hafifçe kazıyarak iyice yıkayın, birkaç parçaya bölüp tencereye alın. İyice yumuşayana kadar haşlayın (haşladığınız suyu dökmeyin, çorbada kullanın).
  2. Haşlanmış havuçları ezerek (ben rondodan geçirdim) püre haline getirin.
  3. Derin bir tencerede tereyağını eritin, unu ekleyerek hafifçe kavurun.
  4. Suyu, havuç püresini, kremayı ve tuzu ekleyin, hafif ateşte karıştırarak pişirin. Kaynadıktan birkaç dakika sonra ocaktan alın.

3 Ocak 2006 Salı

Patatesli Sulu Köfte

Malzemeler:
1/2 kilo orta yağlı kıyma, 1 avuç pirinç, 1/2 demet maydonoz, 2 adet soğan, 1 yumurta, karabiber, tuz, 2-3 patates, 1 kaşık salça, 1 kepçe yağ, birazda un

Yapılışı:
Öncelikle köfteleri hazırlayın. Bunun için, kıymanın içine 1 adet rende soğanı, incecik kıydığınız maydonozu, 1 avuç pirinci, yumurtayı, karabiberi ve tuzu ekleyip güzelce yoğurun. Küçük ceviz büyüklüğünde parçalara ayırıp yuvarlayın ve unlu tepsinin içine koyun ve her yeri un olsun diye sallayın.
Ayrı bir yerde yemeği yapacağınız tencereye incecik kıydığınız soğanı biraz kavurun ve salçasını ilave edin. Onunla da biraz çevirdikten sonra köfteleri içine atıp kaşıkla karıştırmamak şartıyla bir iki sallayın. Ardından soyduğunuz ve köfte büyüklüğünde böldüğünüz patetesleri içine ekleyin. Birazda böyle çevirdikten sonra suyunu ve tuzunu ilave edin. Köfteler ve patetesler pişene kadar kısık ateşte pişirin.

Afiyet Olsun...

2 Ocak 2006 Pazartesi

Tatlı bir başlangıç olsun diye...




Nasıl başlarsa öyle gider sözüne bir vakitler fazlaca inanıp düşkırıklıkları yaşamış biri olarak pek fazla beklentim yok açıkçası bu yıldan, o benden fazla birşey beklemesin yeter diyorum hatta. Beni 30 yaşın eşiğine getirdiği için "sağol, bundan sonrasını ben kendim giderim!" diyorum ve huysuz huysuz bakıyorum takvime. Bir iki, iki sıfır, bir altı. Peki.

Geçen yıl "ben bu yıl artık rafine olayım" demiştim, yapamadım. Anlaşmayı bozdum. Uzak duramadım, olmadı işte, sadece sebzelerle mutlu olamadım. Belki olurdum, belki mutluluğun sebzelerle ilgisi hiç yoktu (ya neyle?neyle??) ama ben olamadım. Kendimi tutamadım. Çikolata yedim, itiraf ediyorum işte, pasta da yedim, hem de en kremalısından. Kurabiyeler de yedim, şaraplar da içtim şişman kadehlerde. Uykusuz kaldım, kendime hiç iyi bakmadım. Sabahın kör saatinde kalkmam gerektiğini bile bile gecenin bir saatine kadar fırının başında bekledim, sonra oturdum kitap okudum, film izledim gözlerim yana yana. Kendimi küçücük şeyler için üzdüm, kırdım kendimi. A tipi kişilik sendromuna attım suçu, rahatladım. Hepsini ben yaptım, kabul ediyorum. Artık yapmayacağım mı demeliyim şimdi, yalan borcum mu var dünyaya?

Ama yeni yıl kararları alayım ben yine de, alayım da sıramı savayım, ayıp olmasın bir iki iki sıfır bir altı'ya. Diyeyim ki; kendimden çok uzağa düşmeyeyim ben bu yıl, kendimi özlemeyeyim. Artık biraz kendimle de zaman geçireyim, biz biraz başbaşa kalalım ve hiçbirşey yapmayalım diyeyim. Sevim'in elinde tuttuğu, kapağında koca koca harflerle "Bütün Ruhsal Arayışların Sonu: Birşey Yapmamak" yazan küçük kitaba bakıp gülümseyeyim, okuyayım onu ben bir ara! Kendimi bu kadar mutfağa kapatmayayım diyeyim. Hem sahi, hep Külkedisi, hep Rapunzel rolleri mi düşecek bana? Ya sırada Mavi Sakal varsa, kaçacak delik mi arasın yani bu kız çocuğu, masallarla büyümek mi onun suçu? Evet evet, çıkayım şu mutfaktan arasıra. Mutfaksız yapamam, bilirim ben beni, ama hani devamlı yemek pişirmek zorunda da hissetmeyeyim kendimi! Bu da benim yeni yıl kararım olsun, olmaz mı yani? İstemem lüks, istemem para. Ben lazımım bana! Daha çok kitap okuyayım, daha çok film izleyeyim, daha çok yazayım bu yıl. Hatta kaçış planları yapayım küçük tatillerde, ceplerimde dünya, sırt çantamda bir matara bir harita. Uzağa gitmeye de gerek yok öyle, içimdeki yolculuklar da yeter bana, sahiden gidebilirsem içime, varabilirsem bir kıyıya..

Evet evet! Bu yıl 20'lere veda edeceğim madem, bu yıl Sibel'le bol bol vakit geçirelim biz, yaramazlıklar yapalım, gülen aynada yüzümüzü çarpıtalım, korku tünellerine çığlıklarla dalalım, yalınayak kalalım biraz, sırtımızdaki yükleri vestiyerde bırakalım. Belki yanan gemileri bile onarırız, belli mi olur, bizden herşey beklenir!

**************************

Yeni bir yıla ekmekle, ama tatlı bir ekmekle başlamak istedim... 2006'ya tatlı bir başlangıç niyetiyle, mutfakta ve kahvede yıl boyu güzel tatlar olsun diye!

Eski yılın son kahvaltısı için Cuma akşamından üzümlü ekmek yapmıştım. Yenisinin ilk kahvaltısı için de Cumartesi gününden Zinnur'un panettone'sini yaptım. Her iki ekmeğim de çok acele yapılmalarına rağmen güzel oldular, özellikle kahvaltıda ısıttıktan sonra reçelle birlikte yemek harikaydı. Zinnur'un bol malzemeli ekmeğini herkese tavsiye ediyor, üzümlü ekmeğin tarifini de hemen paylaşıyorum.

Tarif Yemek Zevki dergisinin Mayıs 2005 sayısından. Ben tarifteki 2 bardak kepekli un az gelince yoğurma aşamasında yarım bardak da beyaz un ekledim. Size de unu yavaş yavaş eklemenizi öreririm. Şeker olarak esmer şeker, pekmez olarak da harnup pekmezi kullandım. Küçük bir ekmek oluyor, o yüzden en küçük kalıbınızda pişirebilirsiniz.

TARÇINLI ÜZÜMLÜ EKMEK

Malzemeler:

- 1 su bardağı ılık su
- 7 g (~1 yemek kaşığı) kuru maya
- 1 tatlı kaşığı esmer şeker
- 2 su bardağı kepekli un
- 1/2 su bardağı beyaz un
- 2 tatlı kaşığı tarçın
- 1/2 su bardağı kuru üzüm
- 3 yemek kaşığı eritilmiş tereyağı
- 1 yemek kaşığı pekmez
- 1 yemek kaşığı sıcak süt

Yapılışı:

1. Ilık su, maya ve şekeri küçük bir cam kasede karıştırın. Üzerini streçle kapatıp sıcak bir yerde 10 dk bekletin. Suyun üzerinde hafif kabarık ve köpüksü bir maya tabakası oluşacak.

2. Bir kaba unları ve tarçını eleyin; ortasını açarak yağı, pekmezi ve maya karışımını dökün. Üzümleri de ekleyip yoğurun. Yaklaşık 10 dk yoğurduktan sonra elastik bir hamur elde edince üzerini örtün ve 1 saat mayalanmaya bırakın.

3. Dibine yağlı kağıt serilmiş ve kenarları yağlanmış dikdörtgen bir kalıba hamuru alın (ben küçük baton kalıbımı kullandım), üzerine sıcak sütü sürün. Önceden 180 derece ısınmış fırında yaklaşık 40 dk pişirin.

1 Ocak 2006 Pazar

Ev Yapımı Sucuk

Malzemeler;
1 kg. kıyma, 20 gr. Kimyon, 10 gr. kırmızı toz biber, 5 gr. karabiber, 20 gr. Sarımsak, 10 gr. tuz, 1,5 - 2 m. kuru barsak (Bu ölçüleri baharatçı kendisi hazırladı)

Yapılışı:
Malzemeler 1 kg. kıyma için verilmiştir. Kıyma miktarına uygun olarak baharat malzemeleri hazırlanıp, karıştırılır (Evde yoksa baharatçı bu işi yapar zaten). Orta yağlı kıyma ile baharat malzemesi karıştırılır ve yoğurulur(benim kıymamın yağı biraz azdı, sucuk biraz sert oldu, yağlı olursa heralde daha güzel olur. Bir de kıymayı iki defa çekebilirsiniz). İyice yoğurulan karışım 5-6 saat bekletilir(Ben sabah yoğurup, akşama kadar bekletmiştim).
Daha sonra kuru barsak biraz ıslatılıp kıyma makinesinin önüne takılan huni şeklindeki aparatın ucuna eklenir. Barsak'ın diğer ucu bir iple bağlanır. Kıyma makinesine atacağımız kıymalar uçtan çıktıkça barsak içerisinde tazyikle sıkışması sağlanır(iki kişi ile bu iş daha kolay olur). 10-15 cm. aralıklarla barsak tekrar iple bağlanır. Bu şekilde kıyma bitene kadar devam edilir.
Hazırlanan sucuklar 1 hafta kadar dışarda (örneğin balkonda) kurutulur. Ben kuruduktan sonra dondurucuya attım(zaten resimdekiler de oradan çıkmış halleri). Oradan alıp alıp kullanıyorum. Çok kurumadan buzdolabının alt taraflarına koyarsanız sucukların dışları küflenebilir.

Afiyet olsun...