30 Mart 2006 Perşembe

Mercimekli, Sebzeli Domates Çorbası



Herhalde hiçbir tarifin ismini bu kadar düşünmemişimdir!
Önce "sebzeli mercimek çorbası" dedim, sonra baktım içinde mercimekten çok sebze var, "mercimekli sebze çorbası" olsun bari diye düşündüm. En sonunda -annemin "kavanozdaki domatesin hepsini mi kullandın sen?" yorumunu da hatırlayarak- en çok kullandığım sebzenin domates olması sebebiyle "mercimekli sebzeli domates çorbası" demeye karar verdim!

Kıştan çıkarken bir çorba tarifi daha paylaşmak istiyordum, o da bu oldu. Gerçi belli de olmaz, yazın bizim evde fazla aranmasa da ben çok sevdiğim için yine çorba pişirebilirim:) Benim gibi başka çorbaseverlerin de olduğunu, özellikle diyet yapanların çoğu kez hafif bir akşam yemeği adına bir tabak salata ve bir dilim ekmek eşliğinde çorba yemeyi (içmeyi:) tercih ettiklerini biliyorum, o yüzden tarifi hemen yazmak istedim.

Çorbayı 3 gün önce yapmıştım. Son 2 gündür de, bu kez diyet nedeniyle değil ama sürmekte olan ufak bir tedavim nedeniyle fena halde acıyan gariban dişetlerim yüzünden akşamları ısıtıp ısıtıp yiyorum (içiyorum diyeceğim ama ben çorbayı içmem ki? yerim:) İyi geliyor gerçekten..
Tek başına bile doyurucu olduğunu söyleyebilirim. Nüfusunuz azsa ve vakit sorununuz varsa benim gibi bir önceki akşamdan yapabilir, sonraki birkaç gün boyunca afiyetle yiyebilirsiniz. Vereceğim ölçülerle yaklaşık 10 kase çorba elde ediliyor.

Hemen hemen yağsız bir çorba bu, ancak yağsız olduğu hissedilmiyor kesinlikle, yani lezzeti yerinde:) İçindeki sebzeler düşünülürse çok vitaminli, süzülmediği için de bolca posalı. Sebze yemeyen çocuklara bile yedirilebilir belki.. Gerçi limondan dolayı ekşi bir çorba aynı zamanda, çocuklar ekşi sever mi bilmem? :) Siz ekşi koymayabilirsiniz tabi. İlk tattığımda yine deneysel takıldığım için tek başıma bitirmek zorunda kalacağım çorbalardan olduğunu düşündüm açıkçası, ama annem hiç ummadığım kadar beğendi, Sevim de öyle! Benim endişemin nedeni kerevizin tadının hissedilir olmasıydı. Kerevizi kesinlikle sevmiyorsanız çorbada olunca hissedilmez diyemeyeceğim, bu durumda denemeyin. Ama kerevizle düşman kardeşler değilseniz bu çok faydalı çorbayı denemenizi tavsiye ederim! Bir diğer tavsiyem, gerçekten lezzetli domatesler bulabiliyorsanız onlarla yapın, yok bulamayacaksanız ya güneşte kızarmış gerçek domatesler çıkana dek bekleyin ya da konserve domates (mümkünse ev yapımı) kullanın. Ama lütfen mevsimsiz sebzeler yemeyin / yedirmeyin!

Malzemeler:

- 1 su bardağı kırmızı mercimek
- 3 büyük domates (ya da bir komposto kasesini dolduracak kadar konserve)
- 1 orta boy soğan
- 2 küçük kereviz (hem başı, hem dal ve yaprakları)
- 1 orta boy havuç
- 1 yemek kaşığı domates salçası
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1/2 limonun suyu
- 1/2 çay kaşığı karabiber
- 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
- Yaklaşık 8 bardak su

Yapılışı:

1. Kerevizleri, soğan ve havucu temizledikten sonra rondoda parçalayın. Zaten çorba pişince püre haline getireceğiniz için ilk etapta parçalamanız daha kolay pişmelerini sağlar. Hazırladığınız sebzeleri derin bir tencereye alıp üzerlerine yağı ekleyin, kapağını kapatarak sebzeler biraz yumuşayana dek orta ısıda pişirin (arada bakıp karıştırın ki yağı az olduğu için dibi tutmasın).

2. Domatesleri ve mercimeği sebzelere ekleyin. Salçayı da koyup karıştırın. Üzerlerine suyu ekleyin (ben suyu yazacağım için ölçerek koydum ama siz çorbanızın yoğunluğuna göre tabi ki azaltabilir veya çoğaltabilirsiniz). Su kaynadıktan sonra ocağı kısarak yaklaşık yarım saat pişirin.

3. Pişen çorbanın altını kapatın, blender veya robottan geçirin. Tekrar ateşe alarak limon suyu, tuz ve karabiberi ekleyin, birkaç dk daha kaynattıktan sonra ocaktan alın.



Yanına kızarmış ev ekmeği çok güzel gider. Dişetleriniz sağlamsa daha da güzel gider. Üste bir porsiyon da bakliyat yedik mi günlük besin ihtiyacımız tamamdır:)

29 Mart 2006 Çarşamba

Mahlepli Kurupasta



Blogumu uzun süredir sık güncelleyemiyorum. Dün akşam ne yapsam da yeni bir tarif eklesem diye düşünürken arşivimin tuzlular bölümünün biraz fakir kaldığını anımsadım:) Börek gibi birşey de yapmak istemediğimden, çay yanında atıştırılabilecek bir tuzlu düşündüm ve ortaya bizim çok sevdiğimiz mahlepli kurupastalar çıktı!

Bunlar özellikle annemin favorisi.. Ağızda dağılan hafif tatlı veya tuzlu kurabiyelere bayılır. Tatlı kurabiyelerin kalbimdeki yeri ayrı da olsa, ben de severim tabi! Mahlep kokusu ise malum, pastane kokusudur:) Ama nedense bizim geç tanıştığımız bir baharat mahlep. Annem hala kullanmaz, alışkın olmadığından yani, aklına gelmez. Sadece ben açarım kavanozunu ve o nefis kokuyu elde ederim her defasında. Yine öyle oldu; fırından yükselen kokular akşamın bir vakti etrafa öyle bir dağıldı ki annem "misler gibi koktu ya, bunun tadına bakılmaz mı şimdi?" diyerek hemen birini test etti. Sonuç: "hımmm!"

G. Afrika'daki sevgili dostum Türkmen'den son zamanlarda kaptığım kötü bir huyum var. Belki de iyi bir huydur bu, bilemiyorum:) Konu şu: Ne zaman kurabiye türü birşeyler yapmaya karar versem, içine koyduğum yağı elde edeceğim kurabiye sayısına bölmeye, ve aman Tanrım, bir tanesinde şu kadar yağ var diye düşünmeye başladım!! Tabi bunu yapmadan önce düşünüyorum ve sonuçta çıkan rakamdan korkarsam o tariften vazgeçiyorum. Mesela sonuçta 20 kurabiye elde edeceksem 250 g yağ kullanmak beni dehşete düşürüyor! Ne dersiniz, abartıyor muyum acaba?

Sonuçta ben yine bildiğim yoldan gittim ve yine elimden geldiğince sağlıklı malzemeler kullanmaya çalıştım. Bu malzemelerle bir tepsi (=20 adet) kurupastamız oldu, ve adet başına düşen yağ miktarı çok fazla değil:)) Ayrıca yarıdan fazla köy unu kullandım.

Malzemeler:

- 125 g tereyağı - oda sıcaklığında
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 Türk kahvesi fincanı yoğurt
- 1/2 Türk kahvesi fincanı esmer şeker
- 1 yemek kaşığı (silme) mahlep
- 1 tatlı kaşığı (silme) tuz
- 1 paket kabartma tozu*
- 1,5 su bardağı tam buğday unu / kepekli un
- 1/2 su bardağı beyaz un
- Üzeri için 1 yumurta sarısı ve çörekotu

* Ben bu tarifte ikinci kez ev yapımı kabartma tozu kullandım. İlk olarak geçenlerde yaptığım bir tart tabanında kullanmıştım, her iki hamur da güzel oldu. Ama esas sonucu kekte alacağımı düşünüyorum, onu henüz denemedim. Keki de güzel kabartırsa eğer, formülünü sizlerle mutlaka paylaşacağım (ve Dr. Oetker beni öldürecek!)

Yapılışı:

1. Tereyağını, zeytinyağını, yoğurdu ve şekeri karıştırın. Ben un aşamasına gelmeden önce mikserle iyice çırpıyorum, böylece yoğurmak daha kolay oluyor.

2. Beyaz unu ayırın; diğer unu, kabartma tozunu, tuzu ve mahlebi ayrı bir kapta karıştırın. Bunu diğer karışıma ekleyerek yoğurun.

3. Beyaz unu yavaş yavaş ekleyerek (gerekirse ilave ederek) elinize yapışmayan ama yumuşak bir hamur elde edin. Hamurdan küçük parçalar kopartıp rulo yapın, bükerek tepsiye sıralayın. Yağlı kağıt kullanmanızı öneririm, benim kurupastalarım yağlamama rağmen tepsiden ayrılmak istemediler:)

4. Üzerlerine yumurta sarısı sürüp çörekotu serpin, önceden ısıtılmış 180 derece fırında üzerleri kızara kadar pişirin (bizim fırında 30 dk sürdü).


Çayınızı da güzelce demleyip ince bellilere doldurduktan sonra, annemin deyimiyle "küğür küğür" ya da benim daha çok sevdiğim deyimle "kıyır kıyır" kurupastalarınızın tadını çıkarın! Pastaneden almaya ne gerek var?

26 Mart 2006 Pazar

Patatesli Ot Kavurma




Otların pazarda bolca bulunduğu bu sıralar, yılın en sevdiğim zamanları. Çarşı-pazar, yeme-içme açısından tabii! Yaşadığım yerde kışın da rahatlıkla ot bulabiliyoruz gerçi ama yağışlı günlerin ardından bahar yavaş yavaş yüzünü göstermeye başladığında pazardaki otlar iyice bollaşıyor, çeşitleniyor. Tabi mevsimini beklemiş kimi otlar da çıkmaya başlıyor. Mesela Cuma akşamı ve Cumartesi öğle yemeğimde çok özlediğim sarmaşık (acıot) vardı! Acımsı tadından dolayı herkesin pek sevmediği sarmaşığa ben bayılırım:) Bayılmadığım ot yok gerçi ama.. Tijen ablamın kulaklarını çınlatarak bir kase yoğurt ile afiyetle yedim sarmaşığımı.

Kış boyu yapıp yediğimiz ot yemeklerinin genelde yapımı aynı olduğundan, daha doğrusu biz otların ya arapsaçı kavurmasında anlattığım gibi yumurtalı kavurmasını yaptığımızdan ya da herkesin bildiği şekilde haşlayıp limon-zeytinyağı-sarımsak ile soslayarak yediğimizden tariflerini yazmadım. Ama otlardan bolca bahsettiğim Git dergisinin Mart-Nisan sayısında bir de patatesli kavurma tarifi vermiştim. Farklı bir tarif olduğu için sizlerle de paylaşmak istedim.

Patatesli ot kavurması, bence çocukların bile sevebileceği bir ot yemeği. Çünkü içinde patates var:)) Otları tek başına tüketemiyorsanız bir de bunu deneyebilirsiniz. En güzel tarafı da dilediğiniz ota uyarlanabilir olması.. Tamamen damak zevkinize ve imkanlarınıza bağlı olarak istediğiniz otla pişirebilirsiniz. Hiç ot bulamıyorsanız sadece ıspanakla bile yapabilirsiniz (ben ilk defasında öyle yapmıştım), her şekilde harika ve son derece besleyici bir yemek... Bu versiyonunda ebegümeci, arapsaçı, iğnelik ve dalagan (ısırgan) karışımı kullanıldı, çünkü evde onlar vardı. Ayrıca taze soğan eklendi. Bir Pazar akşamı sinema dönüşünde de otları önceden hazırlayan anneye teşekkürler edilerek hemen pişirildi. Tarif Tijen İnaltong, kitap "Mutfakta Zen":

Malzemeler:
(4 kişilik)

- 1 demet doğranmış kavurmalık ot (ısırgan, pazı, ıspanak veya benzeri yerel otlar)
- 3 haşlanıp kuşbaşı doğranmış patates
- 2 yarım halka halinde doğranmış soğan
- 4 diş doğranmış sarımsak
- 4 çorba kaşığı zeytinyağı
- Tuz, taze çekilmiş karabiber, pul biber
- Üzeri için dilerseniz susam

Yapılışı:

1. Tavada zeytinyağını ısıtıp soğan ve sarımsakları 5 dk kadar kavurun. Otları ilave edip bir müddet daha kavurmaya devam edin (ot miktarı başta fazla gelebilir, hatta tavaya sığmayabilir ama piştikçe küçülüp azalacaklar).

2. Otlar yumuşadığında haşlanmış patatesleri ve baharatları ilave edip hepsi iyice karışana kadar 1-2 dk daha kavurun.

3. Dilerseniz susam serpip servisini yapın.



Ben çok acıktığım zamanlarda olduğu gibi yine unuttum ve yedikten sonra "aaa susam!" dedim:)) Susamı ot ve sebze kavurmalarında çok seviyorum çünkü börek hissi veriyor! Özellikle yanında misler gibi bir ev ekmeği olduğunda.. (tabi bu patatesli bir yemek olduğu için fotoğraftaki ekmek dekor oldu sadece:)

İyisi mi babamın dün getirdiği pazılarla tekrar yapmalı, yanında bir kase yoğurt ile afiyetle yemeli!

22 Mart 2006 Çarşamba

Pekmezli Muffin



Geçen Cumartesi akşamı Arzu-Ülfet Aygen'in "Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri" kitabına dalıp epeyce okudum. Kitabı elimden bıraktığımda hemen mutfağa girmek için sabırsızlansam da gecenin 1'iydi:) O yüzden ertesi gün kitaptaki keklerden birini denemeye karar verip uyudum. Bir diğer kararım da çarşıya çıktığımda aktara uğrayarak krem tartar, saf vanilya ve deniz tuzu sormaktı!

Ertesi sabah kahvaltıda anneme uzun uzun okuduklarımdan bahsettim. Arzu hanımın kitabında anlattıkları, aslında hep bildiğim ama bazen önemsemediğim ya da dikkat etmediğim kimi gerçekleri tekrar hatırlatması ve bilmediklerimi öğretmesi açısından çok yararlı oldu. Ve hemen mutfağa girip onların deyimiyle "gerçek yiyecekler" hazırlamak ve yemek için özendirdi!

Normalde haftada bir kek ya da kurabiye yapmaya çalışıyorum, hem annemin bazen ani gelebilen konukları için, hem babam sabahları kahvaltıda yemeyi sevdiğinden, hem de Sevim uzun çalışma saatlerinde ofiste birşeyler atıştırmaya ihtiyaç duyduğundan (ve hazır kekleri, bisküvileri yemesini istemediğimden)... Bu haftanın kekleri de işte bu muffinler oldu. Aslında kitaptaki kuruyemişli keki denemek istiyordum, benim damak tadıma çok uyacağını tahmin ettiğim için, ama şeker yerine hurmayla tatlandırılan bu keki yapmak için markette hurma bulamadım. Çarşıya çıkmadan önce keki yapmak istediğim için de pekmezli muffinleri denemeye karar verdim...

Muffinler misler gibi kokularla fırından çıkıp soğuduktan sonra ilk tadan Sevim oldu. "Mis gibi kakaolu!" yorumunu yapınca güldüm, keçiboynuzu pekmezinin marifeti bu işte! Gerçi annem üzüm pekmezini tercih ettiği için ben iki pekmezi karıştırarak kullanmıştım ama o kadarı bile çikolata rengini ve aromasını vermeye yetmiş.. Şeker kullanılmayan, pekmezle tatlanan, üstelik tam buğday unuyla yapılan bu muffinleri hafif birşeyler arıyorsanız mutlaka denemenizi öneririm. Kan şekerinizi dengeleyecek, tatlı ihtiyacınızı giderecek, iyi gelecekler:) Rafine şekerin vereceği zararlardan korunarak da güzel hamur işleri yapmak gerçekten mümkün...

Malzemeler: (12 adet muffin)

- 125 g eritilmiş tereyağı
- 1 çay bardağı pekmez
- 2 adet yumurta (oda sıcaklığında)
- 1 çay bardağı ayran
- 1 çay bardağı süt
- 2 su bardağı tam buğday unu
- 1,5 tatlı kaşığı karbonat
- Bir tutam deniz tuzu
- Bir tutam muskat rendesi (isteğe bağlı)

Yapılışı:

1. Fırınınızı 200 derecede ısıtın. 12'li minik kek kalıbını yağlayıp unlayın.

2. Tereyağını geniş bir kabın içinde pekmez, yumurta, ayran ve sütle birlikte çırpın.

3. Un ve karbonatı ayrı bir kabın içinde eleyin. Eleğin üstünde kalan kepeği de katın. Üzerine tuz ve kullanıyorsanız muskat serpiştirip güzelce karıştırın.

4. Tahta kaşıkla sıvı karışımı kuru karışıma yedirin. Fazla karıştırmadan hemen kalıplara dökün.

5. Muffinleri 10-15 dk kadar fırınlayın (ben 20 dk pişirdim, almadan önce kürdanla kontrol edebilirsiniz). Fırından alıp 5 dk bekledikten sonra kalıplardan çıkartıp soğumaya bırakın.

Kitapta bu tarife bir de alternatif verilmiş ki kayısı mevsimi gelince ben denemeyi düşünüyorum:
Kuru malzeme içine 6 yemek kaşığı hindistan cevizi ekleyip, pekmezi 1,5 çay bardağı kullanarak, karıştırma sırasında 12 adet küçük doğranmış taze kayısı eklenirse "kayısılı hindistan cevizli muffinler" elde edilebilir... Denemeye değer!



Son birkaç not:

* Sevgili baharatçım buralarda bulamayacağımı düşündüğüm deniz tuzunu stoklarından çıkarınca çok sevindim. İzmir'e giden olsa da sipariş etsem derken meğer burda da varmış.. Gerçi öğütülmüş değil ama sıcak ve sulu yemeklerde zaten hemen eriyor.

* Krem tartar denilen nesne ile tanıştığıma çok memnunum, en kısa zamanda kendi kabartma tozumu yapacağım ve böylece bir katkı maddesini daha hayatımdan çıkaracağım:) (tabi deneme sonucundan memnun kalırsam)

* Hayatımda ilk kez gerçek vanilya çubuğu gördüm. Pek sevimli! Onu kaynayan tatlıya atıp sonra çıkarıp çöpe göndermeye kıyabileceğimi zannetmiyorum. Saf vanilya aldım o yüzden. Kristal gibi bir yapısı var, çok azı bile ortalığı misler gibi kokulara boyamaya yeterliymiş. Aktarın sımsıkı kapalı poşeti bile vanilya koktuğuna göre sütlü tatlılara nasıl bir aroma verecek kimbilir!

21 Mart 2006 Salı

Papara (Soğan Aşı)

Malzemeler:
100-150 gr parça et veya kıyma, 5-6 irice soğan, 1 kepçe sıvı yağ, 1 yemek kaşığı biber domates karışığı salça, tuz, yeteri kadar su, acıbiber, tandır ekmeği

Yapılışı:
Öncelikle etinizi tencerinize alın ve suyunu çekene kadar kısık ateşte kavurun. Piyazlık doğradığınız soğanlarıda ilave edip karıştırın ve yine kısık ateşte suyunu çekene kadar kavurun. Kavrulan soğanlara salçayı ilave edin.
Ardından suyunu, acıbiberini ve tuzunu dökün.(biraz suluca olursa ekmekleri iyi ıslatır) 10-15 dakika kaynattıktan sonra ocaktan indirin. Tandır ekmeğinizin kenarlarını küp küp doğrayın ve genişçe bir tepsinize veya tabağınıza koyun ardından paparanızı üzerine döküp ekmekler yumuşadıktan sonra sıcak sıcak afiyetle yiyin.

Afiyet Olsun...

19 Mart 2006 Pazar

Pırasa Böreği (Fırında Pırasa)




Bütün bir hafta hafif yiyeceklerle beslenip ağzıma şeker, yağ ve un koymadıktan sonra Pazar sabahı kuşlar gibi hafif uyandım. Bu bir hafta bana bir tür detoks etkisi yaptı sanırım. İlk iki gün gözümü açamıyorken, sonraki günlerde enerjimi yeniden kazandığımı hissettim. Bunu arada bir yapmak gerek...

Bu hafiflik hissini bozmamak adına, akşam yemeği için de hafif, ama Pazar akşamına da yakışacak -yani mutlaka değişik ve hoş bir yemek yapmak istedim. Dr. Yasemin Bradley'in pırasa böreği, evde bulunan basit malzemelerle yapabileceğim bir yemekti, üstelik diyet bir tarifti, o yüzden onu denemeye karar verdim. Fırında pişen tüm sebzeler genelde güzel olur, bu da fena olmaz herhalde, annemler sevmezse de ben yerim diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Umduğumdan çok daha güzel oldu!

Böreği gündüzden hazırlayıp pişirmeden soğuk bir odaya bıraktım, sonra Sevim'le dışarı çıktık. Sinemada filme ara verildiği sırada annemi arayıp tahminen kaçta evde olacağımızı söyledim, annem de ona göre böreği fırına verdi. Eğer denerseniz siz de önceden hazırlayabilir, buzdolabında da bekletebilirsiniz. Zaman kazandıran tariflerden yani.. Eve geldiğimizde ortalık misler gibi kokuyordu, üstelik annem yanına ayran da yapmıştı:)

Börek gibi, ama böreğe göre çok daha düşük kalorili, doyurucu ve üstelik de lezzetli yeni bir yemek kazandık böylece.. Annem çok güzel olduğunu birkaç kez yineleyince, hatta "haftada bir yapalım bari, ben yine pırasa alayım" deyince iyice mutlu oldum:) Pırasa yemeğini sevmeyenler için hoş bir alternatif olabilir, ana yemek yanında sunulabilir ya da bizim yaptığımız gibi ayran veya yoğurtla birlikte tek başına bir yemek olarak da yenebilir...


Malzemeler:
(3-4 kişilik)


- 750 g pırasa (temizlenip ayıklanmış haliyle yarım kg kullandım)
- 2 adet patates (3 küçük patates kullandım)
- 1 adet yumurta
- 1 su bardağı light kaşar rendesi
- Tuz, karabiber, pul biber, çörek otu

Yapılışı:

1. Pırasaları halka halka doğrayın, bol suda hafif diri kalacak şekilde haşlayın. Süzgece dökerek ılınmaya bırakın.

2. Diğer yandan patatesleri haşlayın, rendeleyin ve derin bir kaseye alın.

3. Patateslerin üzerine suyu iyice süzülmüş pırasaları ekleyin, peynir rendesini ekleyin, yumurtayı kırın. Tuz, karabiber ve pul biberi de ekleyerek hepsini harmanlayın.

4. Hazırladığınız karışımı yağlanmış cam bir fırın kabına boşaltın, üzerini kaşığın tersiyle düzeltin. Bolca çörek otu serperek önceden 200 derece ısınmış fırına verin. Üzeri kızarana kadar (yaklaşık 45 dk) pişirin. Dilimleyerek sıcak sıcak servis yapın.



Ev Usulü Döner

Malzemeler:
1kg hafif yağlı et (eğer etiniz yağlı değilse mutlaka içine ya hayvansal yağ ya da margarin ilave etmelisiniz.), 4-5 dal yeşil soğan

Sosu için:
Soğan, sarımsak, süt, zeytinyağı, karabiber, kırmızıbiber, tuz, kimyon

Yapılışı:
Dondurucudan çıkardığınız bifteklerin çözülmesini beklemeden, buzlu iken yaprak yaprak kesin. Sonra etinizin tatlanması ve yumuşak pişmesi için zeytinyağı, soğan, sarımsak, biraz süt, istediğiniz baharat türünden bir sos hazırlayıp etleri 1-2 saat sosa karıştırıp bekletin. Düdüklünüze etleri koyun ve kaynadıktan sonra hafif ateşte arada sallamak şartıyla yarım saat kadar pişirin. Eğer etiniz pişmemişse ve suyu varsa tekrar biraz daha ocağa koyabilirsiniz. Pişmiş ve içinde suyu varsa bunu ağzı açık olarak buharlaşmasını sağlayın. Tuzunu ve kekiğini bu sırada tatlanması için atın en son içine 4-5 dal yeşil soğan doğrayıp birazda bu şekilde çevirin ve servis tabağınıza alın. Yanında bir bardak ayran ve yeşilliklerle beraber servis edin.

Afiyet Olsun...

15 Mart 2006 Çarşamba

Elmalı Cevizli Kek




Kış bitiyor, ama ben en sevdiğim meyveden bir kek yapmamışım!
Bunu farkedince geçen Pazar günü derhal elmalı bir kek yapmak üzere kolları sıvadım. Dr. Oetker'in vanilya paketinin arkasındaki tarif o an için çok pratik göründü ve onu yapmaya karar verdim. Evdeki elmalar zaten yumuşamışlardı ve kek yapmak için ideallerdi. Böylece onları kullanmış oldum, annemin köyden getirdiği ufacık elmalara yer açıldı:) (ufacık oldukları için onları keten tohumlu müslime doğrayıp yiyorum sabahları, o kadar lezizler ki!)

Bu arada annem geçen haftasonu köye gitmişti, neler getirmiş neler... Tam unla açılmış köy lavaşı, bilimum tazecik ot, köy yumurtaları.. Tabi bir de orada yedikleri var, onlar ayrı hikaye. Hepsi bir yana da, ben en çok annesini emmek için peşinden koşan kuzu hikayesine bayıldım! Keşke ben de gidebilseydim, o kuzucuğu kucaklayıp sevebilseydim dedim..

Konumuza dönersek, herkesin zaten yaptığını ve bildiğini varsayarak bu tarifi eklemeyi düşünmüyordum ama Sevim ona verdiğim dilimi öyle beğenmiş ki fotoğraflara bir daha baktım ve yazmaya karar verdim:) Keki ilk babam tatmıştı, sonra ben kahvemin yanına ince bir dilim kestim ve dedemi ziyarete giderken de götürdüm. Herkes beğendiğine göre buyrun işte tarif:

Malzemeler: (12 dilim)

- 3 adet yumurta - oda sıcaklığında
- 2,5 çay bardağı toz şeker
- 125 g margarin (ben Becel kullandım) - oda sıcaklığında
- 1 limon kabuğu rendesi
- 3 yemek kaşığı süt
- 1 tatlı kaşığı tarçın
- 1 poşet vanilya
- 1 poşet kabartma tozu
- Bir tutam tuz
- 2 su bardağı un
- 1 su bardağı dövülmüş ceviz
- 3 adet elma
- 2 yemek kaşığı kayısı marmeladı

Yapılışı:

1. Yumurtalarla şekeri en az 5 dk boyunca çırparak kabartın. Yağı, limon kabuklarını ve sütü ekleyerek tekrar çırpın.

2. Ayrı bir kapta tarçın, vanilya, kabartma tozu, tuz ve unu harmanlayın. Diğer karışıma 2-3 seferde ekleyerek karıştırın. En son cevizi ekleyin.

3. Hamuru yağlanmış 26 cm çapındaki kelepçeli kalıba dökün. Elmaları soyup dörde böldükten sonra sırtlarına 7-8 çentik atın. Sırtları yukarıda kalacak şekilde hamurun üzerine istediğiniz şekilde yerleştirin (hamura hafifçe gömün ama çok bastırmayın).

4. Önceden ısıtılmış 170 derece fırında ben 1 saat pişirdim, tarif 45-50 dk diyor, siz fırınınıza göre ayarlayın. Fırından aldıktan sonra kekin üzerine sıcakken 1 yemek kaşığı su ile incelttiğiniz kayısı marmeladını sürmeyi unutmayın.



Pazar akşamı yemekten sonra, yeni haftaya başlamadan önce bana moral oldu bu kek:) Hele de günün yorgunluğundan sonra gazetelere ancak göz atabiliyorken! Pişmiş elmayı çok seviyorum, arada yapmalı...

Terbiyeli İşkembe Çorbası

Malzemeler:
1 adet temizlenmiş koyun veya dana işkembesi, yeteri kadar su, tuz, 1 adet kuru soğan, büyükçe bir baş sarmısak

Terbiyesi için:
1 adet yumurta, 1-2 adet limon suyu, 2-3 kaşık un

Üzeri için:
Tereyağı, kırmızı pul biber, karabiber

Yapılışı:
Öncelikle temizlenmiş olan işkembeyi istediğiniz büyüklükte paçalara bölün. Düdüklü tencerenize alın ve yeteri kadar su ekleyin. İçine 1 kuru soğanınızı 4 e bölerek içine bütün atın. Sarmısakları da aynı şekilde soyduktan sonra bütün atın ve tuz ilavesi ederek yaklaşık 1 saat orta ateşte pişirin(koyun işkembesi olursa daha çabuk pişer).
Çukurca bir kabın içine 1 yumurtayı çırpın, içine limon suyunu ve un ilavesini de yapıp çırpmaya devam edin. Pişirdiğimiz işkembenin suyundan azar azar ilave ederek terbiyeyi biraz açın. Kaynamakta olan işkembenin içine karıştırarak ekleyin ve bir 5-10 dakika kadar daha kaynatın.
Bu arada istediğiniz miktarda limon suyu ve sarımsak ezerek içine ilave edin. Servis sırasında çorba kaselerinize doldurup üzerine ayrı bir tavanızda tereyağınızı eritip içine kırmızı pul biberinizi katın ve çorbanızın üzerine gezdirin. Üzerine de karabiber serpiştirin. Ezilmiş sarmısağa bir miktar limon suyu veya sirke ilave edip, arzuya göre kullanılmak üzere sofrada çorbanın yanında servis yapabilirsiniz.

Afiyet Olsun...

12 Mart 2006 Pazar

Yalancı Su Böreği




Sonunda yaptım.
Annemin evde olmadığı bir günü seçtim ve yalancı su böreği yaptım! Ben yaptım hem de, bayan "börek acemisi":) Kullandığım tepsinin biraz küçük gelmesi ve oldukça kalın dilimler elde etmem dışında bir sorun çıkmadı, buna en çok ben şaşırdım! Masayı hazırlamaya başladığım sırada annem telefon etti. Bir gün daha kalacağını söylediğinde buruk bir şekilde "ben börek yapmıştım ama.." deyince güldü ve "ah kızım beniiiim.. payımı ayırın tamam mı?" dedi.

Annemin evde olmadığı bir akşama göre fena bir sofra sayılmazdı. Babam bir gün önceden kalan yemekleri de ısıtmamı istemeyince böreğin yanına çay demledim. Mantar mücveri ve elmalı kek de yapmıştım ama börek daha fazla rağbet gördü:) Yarısı hala duruyor, annemin not vermesini bekliyor. Ama bu kez ben onu beklemeden sizinle paylaşıyorum, çünkü babamın notu da yeterli (sanırım gerçekten beğendi!)

Bilenler mutlaka vardır ama bu böreği benim ilk deneyişimdi ve ne zamandır da aklımdaydı.
Fırın makarna ile börek karışımı ilginç bir tarif. Evet, tam tanımı bu olsa gerek. Birkaç yufka ve 1 paket haşlanmış makarna ile kolayca yapılıyor, piştikten sonra da su böreğini andırıyor. Üstelik su böreğinden çok daha hafif ve tabi yapımı da çok daha kolay. Siz de benim gibi börek sözkonusu olunca kolay tarifler arayanlardansanız, denemenizi öneririm. Orjinal su böreğini yapabilenlere buradan saygılarımı sunuyor ve hemen tarife geçiyorum:)

Malzemeler:

- 1 paket kelebek makarna
- 200 g ufalanmış az yağlı beyaz peynir
- 1/2 demet ince kıyılmış dereotu
- 3 adet yumurta
- 2 su bardağı süt
- 1 su bardağı zeytinyağı
- 3 adet yufka
- Tuz, karabiber

Yapılışı:

1. Makarnayı tuzlu suda haşlayıp süzgece alın. Yapışmamaları için üzerlerine 1 kaşık kadar zeytinyağı döküp yedirin, ılımaya bırakın. Ilındıktan sonra peynir ve dereotu ile harmanlayın. Karabiber ve gerekiyorsa tadına bakıp tuz ekleyin.

2. Fırını 200 dereceye getirip ısıtmaya başlayın. Yumurtaları, süt ve zeytinyağını derin bir kasede çırparak sos hazırlayın. Büyük boy dikdörtgen bir fırın tepsisini yağlayın.

3. Yufkaların birini tepsiye sererek kenarlarını dışarı sarkıtın (daha sonra üzerine kapatmak için), biraz sos gezdirip yufkayı ıslatın. Daha sonra içine makarnanın yarısını dökün. Tekrar sos gezdirin.

4. İkinci yufkayı serin (kenardan taşanları bu kez kopararak tepsi içine koyun). Sos gezdirerek ıslatın, üzerine kalan makarnayı dökün, tekrar sos gezdirin.

5. Son yufkayı da en üste koyduktan sonra kenarlardan taşan yufkaları düzgünce kapatın, sosun kalanını böreğin üzerine ve kenarlarına eşit şekilde dağıtın.

6. Kızgın fırında 40-45 dk (üzeri iyice kızarana kadar) pişirin. Dilimleyerek ılık-sıcak servis yapın...


8 Mart 2006 Çarşamba

Kabak Çorbası

Bahar geldi geliyor derken dünden beri hiç durmadan yağmur yağıyor... Eee, Mart Martlığını yapacak elbette! Çok soğuk olmasa da geçen birkaç güne göre soğuk bir hava var dışarıda, içeride de klima çalışıyor tabi... O yüzden bugün güzel bir kabak çorbası tarifi yazmak istedim. Hem zaten çorba daha çok soğuk havalarda güzel gitse bile sofrada her zaman aranır, çok acıktığınızda bir dilim esmer ekmekle, ya da ekmeksiz, sıcak bir içecek niyetine..

Kolay kabak çorbası tarifi


Bu çorbayı balkabağı ile değil, bu kez bildiğimiz normal kabakla yaptım. Çorbaya yoğunluk kazandırmak ve biraz daha lezzetlendirmek için patates de ekledim. Benim deneysel çorba çalışmalarıma şüpheyle yaklaşan annem bile çok beğendi ve bu kez koca tencereyi tek başıma bitirmek zorunda kalmadım, çorbayı iki günde bitirdik. Kremalı çorbaları çok seviyorum, dayanamayıp buna da yarım kutu ekledim. Bu arada ben 100 ml.lik ambalajlarda krema üretilmesini talep ediyorum! (Belki sesimi birileri duyar) Siz de öyle düşünüyor musunuz bilmem ama yarısını kullandığım paketin kalanını 2-3 gün içinde kullanma zorunluluğu benim canımı sıkıyor, kremayı ne kadar çok sevsem de ardarda kremalı şeyler yapıp yemek istemiyorum!

Bu kabak çorbasını yapmak oldukça kolay, hiç vakit almıyor. Benim gibi rende işlemini robota yaptırırsanız vakitten daha çok kazanırsınız.

Malzemeler
  • 5-6 adet orta boy kabak
  • 1 adet orta boy patates
  • 1 adet soğan
  • 5 diş sarımsak
  • 2 yemek kaşığı tereyağı
  • 1,5 yemek kaşığı tam buğday unu
  • 1,5 lt su
  • 4 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
  • Taze çekilmiş karabiber
  • 100 ml (1/2 küçük kutu) çiğ krema

Yapılışı
  1. Öncelikle kabakları ve patatesi rendeleyin, soğan ve sarımsakları ince ince kıyın, bunları bir kenarda bekletin.
  2. Tereyağını derin bir tencerede eritip unu ekleyin ve karıştırarak kavurun.
  3. Suyu tencereye yavaşça ekleyerek sürekli çırpın ve kaynayana kadar karıştırarak pişirin.
  4. Su kaynadıktan sonra rendelediğiniz kabakları ve patatesi ekleyin, yumuşayıncaya kadar pişmeye bırakın.
  5. Bu arada ayrı bir yerde zeytinyağında soğan ve sarımsakları hafifçe pembeleştirin. Daha sonra çorba tenceresine ekleyin.
  6. Tuz, karabiber ve kremayı da ekleyin. Birkaç dakika sonra altını kapatın. Çorbanızı blenderdan geçirdikten sonra kaselere alıp dilerseniz bol karabiber serperek servis yapın.
Kolay kabak çorbası tarifi


Dünyayı omuzlarında,
geleceği gövdesinde taşıyan,
evlerin, eşlerin, çocukların, babaların, patronların, ve tüm bir yaşamın hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan eksiklerini tamamlamak için tüm gücüyle çalışan kadınların günü kutlu olsun...

7 Mart 2006 Salı

Kitap dergi haberleri..




Bugünlerde ardı ardına elime geçen, ve halen başucumda duran iki güzel kitap ve dergiden sizleri haberdar etmek istedim. Henüz üçünü de çok detaylı inceleyemedim ama zaten yavaş yavaş okumak, tadını çıkarmak istiyorum!

İlk haber sevgili Arzu Aygen ve annesi Ülfet Aygen'in birlikte hazırladıkları "Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri". Arzu hanım kitabın hazırlıkları sırasında bana bir mail göndermiş ve hazırlamakta oldukları kitaplarında nohut mayalı ekmek tarifimi kullanmak için izin istemişti. Kitabın çıktığı haberini aldığımda önce doğal ve sağlıklı malzemelerle yapılan tarifleri içeren bir kitabın daha mutfak kitaplarımız arasına katılacağına çok sevindim, daha sonra Arzu hanım kitabı bana gönderdiğinde ve içinde ekmek tarifimizi gördüğümde daha da mutlu oldum, çünkü bu nohut mayalı ekmeğin bir kitap sayfalarında kalıcı olması anlamına da geliyordu. Bu düşüncemi kendisine ilettiğimde o da kitabın böyle değerli şeylerin unutulmaması gibi bir işlevi olmasını ümit ettiklerini söyledi. Arzu hanımın neden böyle bir çalışma yaptıklarına dair açıklamasını da buraya aktarmak istiyorum:

"Etrafımızda kirlilik, stres, radyasyon, elektromanyetik dalgalar gibi olumsuzluklar gittikçe artmaya başladı. Bunun sonucunda daha fazla insanın ciddi hastalıklara yakalandığına şahit oluyoruz. Dış dünyadaki bu olumsuzlukları bireysel çabalarla çözmek mümkün değil ama yapabileceğimiz çok önemli birşey var... doğru gıdalarla beslenmek... özellikle çocukları küçük yaşta doğru gıdalarla kurtarmak çok önemli. Parfümlü-boyalı ama besleyici açıdan yetersiz, hatta zararlı şeyler yerine 'gerçek' gıdalarla beslenilsin istiyoruz. İnşallah buna bir katkımız olur..."

Kitap; beyaz un, şeker, sofra tuzu ve tabi diğer katkı maddeleri kullanılmaksızın yapılan ekmek, pide, poğaça, börek, kek, kurabiye gibi 100 sağlıklı tarif içeriyor. Bana en çok cazip gelenler ise tabi ki kek ve kurabiyeler! Birkaç deneme yaptıktan sonra sonuçları paylaşacağım.. (denemeler için sabırsızlanıyorum!)

Bir diğer kitap, epey süre önce sipariş ettiğim ve nihayet elime ulaşan, Deniz Gürsoy'un "Aşkın İlacı Çikolata" kitabı. Öncelikle canımı çok sıkan bir konuyu paylaşmak istiyorum: Ben kitaplarımı Dharma'dan alıyorum daima, hiçbir problem de çıkmıyor, ama bu kitabı orada bulamayınca bu kez hepsiburada'ya sipariş verdim. Bununla birlikte 3 CD ve 1 kitap daha istemiştim. Günler süren beklemenin ardından önce diğer kitap ve 1 CD geldi, ardından yine günler sonra bu kitabı gönderdiler ve diğer 2 CD'nin ücretini iade ettiler. Bütün bunların toplamı yaklaşık 1 ay gibi bir zaman aldı, siteye devamlı mesaj bırakmak zorunda kaldım ve bana defalarca yalan söylendi ya da geçiştirildim, "2 gün içerisinde kargo edilecektir" cümlesini kaç kez okudum bilmiyorum! Herşey bir yana, çok acil ya da hediye gidecek bir sipariş de olabilirdi bu... (Kitapçı gezip, kitapları koklayıp karıştırıp keyfinizce alışveriş yapabiliyorsanız kıymetini biliniz:)

Gelelim Deniz Gürsoy'un nefis kitabına! Yeni bir kitap sayılmaz gerçi ama ben ancak alabildim. Sevdiği yiyecek ve içeceklerin kültür tarihi içindeki serüvenlerini okumaktan hoşlananlardansanız, ve tabi bir çikolataseverseniz çoktan kitaplığınıza eklemiş olmalısınız. Eklemediyseniz de bu kitabı kendinize (ve hatta çikolata sevdiğini bildiğiniz, sevdiğiniz kişilere) hediye edebilirsiniz! Kitap; kapağıyla, içindeki fotoğraflarla, tariflerle feci iştah açıcı, hele de iflah olmaz çikolata bağımlıları için! Ben bu kitabı geniş bir zamanımda ve yanıma bolca çikolata alarak okumayı düşünüyorum:) Tabi sonra da içindeki çikolatalı tarifleri denemeye başlayacağım!

Son olarak, Git'in 9. sayısı çıktı..
Bu sayıda benim çok uzun süredir yazmak istediğim bir yazım var. Ege'nin otlarını ve ot yemeklerini yazdım; elbette bizim yöremizdeki pazarlarda en çok bulunanlardan, mutfağımızda en çok pişenlerden, en çok sevdiklerimizden-yediklerimizden yola çıkarak... Yoksa Ege'de yetişen ve yemeği yapılan otların tümünü anlatmaya ne Git'in sayfaları yeterdi ne de benim bilgi ve deneyimim.. O yüzden yazının okuyanlara herşeyden önce keyif vermesini umuyorum, birkaç küçük bilgi ve fikir de verebilirse ne mutlu bana!

Afiyetle, keyifli okumalar...

3 Mart 2006 Cuma

Dört yanıtlı sorular & Abur-cubur meselesi..




Bu kez yakalanmadım derken ardarda sobelendim ben de! Önce Dilek, sonra Nezaket, sonra da Meral tarafından 4'lü mim için sobelendim. Artık bugün kesin yazmalıyım derken Fethiye'den bir mail geldi, o da daha önce "sorgulanmamışsam" abur-cuburlarımı soruyordu:) Eh bugün Cumartesi, sabah kahvemi de aldım yanıma, soruları toplu halde yanıtlamak için en uygun zaman diye düşündüm.. Hepinize teşekkürler arkadaşlar!

Bu arada, yukarıdaki peynirli muffinlerin bu yazıyla pek ilgisi yok.. Yazıya nasıl bir fotoğraf koysam diye arşivi tararken gözüme çarptılar. Ve haftasonu keyfini çağrıştırdıkları için burada yer aldılar. Ama tarifini merak eden olursa da buraya bakabilir.

Yaptığım 4 iş:

* İstanbul'da bir reklam ajansında kısa bir süre metin yazarlığı..
* Kuşadası'nda bir otelde sadece 1 yaz döneminde halkla ilişkiler..
* Halen bir gıda firmasında çalışıyorum..
* Kasım 2005'ten beri Git Dergisinde yazıyorum..

Defalarca izleyebileceğim 4 film veya dizi:

Dizilere alerjisi olan biri olarak, sevdiğim bilimum köşe yazarının ısrarlı yazıları sonrasında Hırsız-Polis'i izlemeye başladım, ama onu da defalarca izlemek isteyebileceklerim arasına koyamam.. Ben en iyisi filmlerimi yazayım. (Ülkü Tamer'in Kare As'ı gibi oldu bu, hep bana sorulsa ne diyeceğimi düşünürdüm!)
* Fight Club (Dövüş Kulübü)
* Cinema Paradiso (Cennet Sineması)
* The Crow (Ölümsüz Aşk)
* Chaplin'in tüm kısa fimleri

Yaşadığım 4 yer:

* Aydın
* Ankara
* İstanbul
* Aydın (kürkçü dükkanı:)

İzlediğim 4 televizyon programı:

* Arka Sayfa (NTV)
* Güzel Pazar (NTV)
Başka da yok, Hayatın Senin Elinde'yi izlemek istiyor ama annemin dizileri nedeniyle izleyemiyorum. Hımm bir de TRT'de denk gelirse sinema programlarını izlerim. Yine denk gelirse sağlık programlarını ıskalamam... Yani aman kaçırmayayım diyebileceğim pek tv programı yok..

Tatil için gittiğim 4 yer:

Ben tatillerde daha önce gitmediğim yerleri keşfetmeyi seviyorum aslında, her tatilde giderim ya da gitmek isterim diyebileceğim fazla yer yok..
* Ayvalık (bir kez gittim sadece ama tercih etmem gerekseydi tüm tatillerimi, hatta yaşlılığımı geçirmek isteyebileceğim bir yer)
* Bodrum (elbette merkezi değil, saklı koyları ve şahane denizi için!)
* Bozcaada (yaşlılığımda sığınabileceğimi düşündüğüm yerlerden biri daha, elinde bohçasıyla gezen bir yaşlı olacağımı mı hayal ediyorum ne?!)
* Karadeniz.. dağları... ormanları...

En sevdiğim 4 yiyecek:

* Çikolata...
Çikolatanın saf halinden, en acı bitterden tutun da en süslü tasarımlarına kadar herşey! Ve onunla yapılan tüm pastalar, tatlılar! Bağımlıyım, kabul ediyorum:(
* Ekmek...
Bol tahıllı, karışık unlarla yapılmış ev ekmekleri elbette.
* Makarna...
En sadesinden, annemin çökelekli eriştesinden başlayıp kremalı, limonlu, fesleğenli, domatesli, zeytinli, Sevim'in lezzet sınırlarını aşan mantar soslu makarnasına kadar giden bir yelpazede... Cevizli erişteler tereyağlı, diğerleri zeytinyağlı ille de.. Tüm formlarının yeri ayrı, ama konu lezzete ve sağlığa gelince ekolojik makarnanın yeri apayrı...
* vee otlar!
Otsuz bir hayat düşünemem ki? Bir gün Ege'den ayrılırsam ya da ot yemekleri yiyemeyeceğim bir yerde yaşamak zorunda kalırsam ne yaparım diye düşünürüm bazen, sonra da Allah göstermesin diye tahtalara vururum:)) (öyle bir durumda parklardaki çimenler, denizdeki yosunlar bile ağzımı sulandırabilir diyeyim de anlayın durumun vahametini!)

Her zaman ziyaret ettiğim 4 blog:

Yandaki listeye yazdığım tüm blogları (bazen her gün olamasa bile) ziyaret ediyorum, bu soruyu dörtle sınırlandırmam imkansız yani!

Hemen şimdi olmak istediğim 4 yer:
Tam şu an...
* İstanbul'da, mümkünse İstiklal caddesinde bir gezintide...
* Ayvalık'ta, deniz kıyısında harika bir sofrada...
* Kuzey ülkelerinden herhangi birinde.. (neden? bilmem! ilgimi çekiyorlar!)
* hiçbiri olamıyorsa da evimde olmak isterdim:)

ABUR-CUBUR meselesi....



Benim de Fethiye gibi abur-cuburla aram pek yok aslında.. Hayatımda en çok abur-cubura düştüğüm iki dönem oldu, birisi üniversitedeki tüm sınav dönemlerimdi -ki bu sanırım her öğrencinin başına gelmiştir, çikolatasız ders çalışamama, geceyarısı kahvaltı hazırlayıp tıkınma krizleri:) Diğeri de İstanbul'da kendimi feci yalnız hissettiğim bir dönemdi. Baktım ki bu bir kısır döngü, yedikçe mutlu olma-mutsuz oldukça yeme döngüsü, üstelik kilolar da hediyesi, bıraktım. Sanırım sağlam bir iradem var (iyi ki!) ve kendimi sağlıklı seçeneklere yöneltebiliyorum. Benim abur-cubura düşmem ruh halimle yakından ilgili aslında! "Normal" zamanlarımda onlara kolayca hayır diyebiliyorum:)

... şimdi çok masum olduğumu da iddia etmeyeceğim tabi!

ÇİKOLATA:
Evde daima bulunuyor, ama daha çok pastalar-tatlılar için ve bitter olarak. Bazen kahvemin yanına, özellikle de kırk yılın başı tv izlerken keyif olsun diye birkaç parça alıyorum. Sinemaya giderken de daima çantamda bulunur, film izlerken kahveme eşlik etmesini severim.

KURABİYE ve BİSKÜVİLER:
Ofiste uzun saatler geçirdiğim için öğleden sonraları yiyecek birşeyler arıyorum. Çekmecemde kendi üretimim olan sağlıklı (zeytinyağlı, esmer şekerli, kepek unlu) birşeyler bulunması şart böyle durumlar için..

MEYVELER:
Abur-cubur sayılmaz belki ama birşeyler atıştırmak istediğimde ilk tercihim onlar.. Tatlı yemek istediğimde de yine ilk tercihim oluyorlar. Elmaya çok düşkünüm, mutluluk kaynağım muza, bir de erik, kiraz, çilek gibi kısa ömürlü ve dünya güzeli yaz meyvelerine..

KURUYEMİŞ ve KURU MEYVELER:
Daha çok sabahları müsli içinde yesem de, bazen canım bişeyler yemeyi çoook istediğinde de ağzıma atarım. Mesela kuru incirden daha güzel bir "tatlı krizi kesicisi" düşünemiyorum! Kuruyemiş ve meyveleri birarada yemeyi daha çok seviyorum, kuru incir içinde ceviz veya susam, kuru üzüm yanında leblebi gibi zevklerim vardır:) Aslında ben onları daha çok vejetaryen beslenmeye destek kuvvetleri olarak görüyor, Tijen abla gibi magnezyum, kalsiyum gibi faydaları nedeniyle tüketiyorum. Ve aynen onun gibi ben de abur-cuburun kalorisi yüksek ve suçluluk hissettirici şeyler olduğunu düşünüp hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum... (tatlılara, pasta ve keklere dayanmak çok zor ama onların da mümkün olduğunca yüksek kalorili olmamasına çalışıyor, zaten tadına baktıktan sonra kalanını "yedirmeyi" daha çok seviyorum! :)

Sanırım her iki konuda da sobelenmeyen blogger kalmamıştır!
Ben kimseyi sobelemiyorum o yüzden, ama blogger olsun-olmasın kendi yanıtlarını paylaşmak isteyenler olursa yorumlarını bekliyorum!

1 Mart 2006 Çarşamba

Windbeutel (Rüzgar Torbası)




Haftasonunda annemle yaptığımız bu küçük pastacıklar paylaşılmayı bekliyordu ama dün baharın ilk günü olduğu için size tarif değil çiçek vermeyi tercih ettim! Şimdi sıra geldi pastaya... Kahveye baharı getirdik madem, tatlı birşeylerle devam edelim.

Windbeutel, annemin evlenmeden önce Almanya'da yaşarken tuttuğu defterinde yazan ilginç (ama denenmemiş) tariflerden biriydi. Son zamanlarda anneme bu tarifi ne zaman deneyeceğimizi sorup duruyordum. Berliner tarifini zerre kadar mutfak tecrübem olmadığı bir yaşta ve annemden gizli olarak denemeye kalkıp başarısız olduğumdan beri o defterden ürküyordum nedense:) Bir de sadece kendisinin anlayacağı şekilde tuttuğu notlar var ki, evlere şenlik! Nihayet windbeutel denemek için gün belirledik, bu Pazar kesin yapalım dedik ve kahvaltıdan hemen sonra kolları sıvayıp mutfağa girdik. Düşündüğümüzün aksine fazla da vakit almadı ve öğleden sonra kahvelerimizi yapıp tadına bakmak için oturduğumuzda bu kadar ertelediğimiz için kendimize kızdık!

Kahvelerimizi yudumlayıp küçük pastalarımızı yerken annemle Almanya günlerinden bahsettik.. Rahmetli anneannem her çarşıya çıkışında bunlardan 2'şer tane alırmış. Rahmetli büyükbabam da bir lokmada yutup gerisini ararmış:) Almanya'da çok sevilirdi bu pastalar dedi annem, ve nereden aldığını anımsamadığı bu tarifin pastanelerden aldıklarının aynısı olduğunu söyledi. Onun için özlediği bir tat, benim içinse son derece hafif bir lezzetti. Yapım aşamaları ekleri andırsa da; çok daha az yağ içermesi, üstüne sos yerine pudra şekeri serpilmesi ve meyveli şanti dolgusuyla gerçekten çok hafif pastacıklar bunlar. Anneme göre zaten hafifliği nedeniyle rüzgar torbası deniyormuş...

Yapım aşamasının en güzel tarafı, bezelerin fırından çıkınca sönme riskinin olmaması ve eklere nazaran içi daha dolgun bezeler elde edilebilmesi... Yani hiç endişe etmeden rahatça deneyebileceğiniz, kalorisi de düşük olan bu pastaların tek riski bir-iki taneyle yetinmenin zor olması:) Biz özellikle sıcak yaz günlerinde hafifliğiyle çay saatlerine yakışacağını düşündük, eh öyleyse baharın ilk tarifi de bu olsun!

Malzemeler: (20 adet)

- 250 ml su (1 su bardağı)
- 50 g tereyağı (~1 yemek kaşığı)
- 150 g un (~1,5 su bardağı)
- 4 adet yumurta
- 1/2 paket kabartma tozu

Dolgusu:

- 2 poşet sade krem şanti
- 1 su bardağı soğuk süt
- 1 adet muz
- 1 adet mandalina (veya tatlı portakal )

Yapılışı:

1. Suyu dar ve derin bir tencereye koyup tereyağını ekleyin, kaynatın. Kaynayınca ocaktan alıp unu yavaş yavaş ekleyin, çırpma teliyle kuvvetlice çırparak pürüzsüz hale getirin. Tencereyi tekrar ocağa alarak 1 dk daha karıştırın, daha sonra ocaktan alıp ılınmaya bırakın.

2. Karışım biraz ılıyınca içine yumurtaları teker teker kırıp ekleyin. Her eklediğiniz yumurtayı parmak uçlarınızla hamura iyice yedirin. Hamur yapışkan bir bulamaç kıvamında olmalı, o kıvamı bulana kadar yoğurmaya devam edin. Soğuduktan sonra (zaten yumurta ekleyip yoğurdukça soğuyacak) kabartma tozunu ekleyip onu da güzelce yedirin.



3. Hamuru sıkma torbasına doldurarak, yağlı kağıt serip unladığınız tepsiye mandalina iriliğinde bezeler sıkın. Bezeleri yukarıya doğru yükselecek şekilde, spiral olarak sıkarsanız rüzgar torbalarınız pişince daha hoş görünürler (hamurun bu rengi köy yumurtalarının eseri bu arada:)

4. Önceden 190 derece ısıttığınız fırında 30 dk -üzerleri hafif kızarana kadar- pişirin. Daha sonra fırını söndürerek 10 dk daha fırında tutun. Bu süreler boyunca fırının kapağını açmayın.


5. Kreması için 2 poşet krem şantiyi soğuk sütle çırparak hazırlayın, içine minik doğradığınız muzu ve zarlarını soyarak küçük küçük doğradığınız mandalinayı ekleyin.

6. Fırından aldığınız bezelerin biraz ılınmasını bekledikten sonra bıçakla ikiye kesin. Arasına kremadan 1 dolu yemek kaşığı koyup kapatın, hafifçe bastırın. Hazırladığınız rüzgar torbalarını servis tepsisine sıralayarak üstlerine elekle bolca pudra şekeri eleyin.



Not:
Orjinal tarifte ara krema için muz, mandalin ya da kiraz öneriliyordu. Kiraz bize çok daha cazip geldi tabi ki! Kiraz mevsimi gelsin de, bir kez daha yapalım dedik:)