28 Nisan 2006 Cuma

Mantarlı Krep

Fransız mutfağının şahane tatlarından krepi sevmeyen kimse yoktur herhalde!.. Ben de çok seviyorum, hem kahvaltılarda, hem de yemek olarak. Krepler çok kolay hazırlanmalarına rağmen şık oluyorlar ve ara sıcak olarak ikram edilebildikleri gibi ana yemek olarak da gayet güzel yeniyorlar!

Mantarlı Krep Tarifi

Daha önce de deneyip çok sevdiğim mantarlı krepleri bu kez geçenlerde Vatan gazetesinin yemek köşesinden aldığım fikirle, iç harcına taze nane ekleyerek denedim. Nane gerçekten mantarlı harca çok yakıştı ve krepler bir yaz akşamında yanında ayranla birlikte yenebilecek harika bir yemeğe dönüştü. Bence tek başına yeterince doyurucular ama yanına örneğin bir salata da yapılabilir, kızarmış peynirle sunulabilir, ayran yerine bir kadeh beyaz şarap da çok yakışabilir. Bunlar fikirler, keyif ve yaratıcılık sizin!

Haftasonu geldi... Akşam yemeği için hem şık, hem lezzetli, hem de kolayca yapılabilecek bir tarif arayanlar olabilir diye düşündüm ve krep tarifini bekletmeden yazmak istedim.

Mantarlı Krep Tarifi

Krep malzemeleri:

  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 1 adet yumurta
  • 2 su bardağı süt
  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı
  • Bir tutam deniz tuzu

İç malzemeleri

  • 1/2 çay bardağı zeytinyağı
  • 1/2 kg mantar
  • 1 adet kuru soğan
  • 1 adet domates
  • 2 adet yeşil biber
  • 1/2 demet nane (ince kıyılmış)
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu

Yapılışı

  1. İç malzemeyi hazırlamak için; temizleyip dilimlediğiniz mantarları, ince doğranmış soğanla birlikte zeytinyağında suyunu çekene kadar pişirin. Pişmesine yakın küp doğranmış domatesi, doğranmış biberleri ve tuzu ekleyin, bir müddet çevirin. Ocaktan aldıktan sonra naneleri ekleyip karıştırın.
  2. Mantarlı karışım pişerken bir yandan krepleri hazırlamaya başlayın: Unu, yumurtayı, sütü, zeytinyağını ve bir tutam tuzu derin bir kapta iyice çırparak karıştırın.
  3. Teflon tavayı her seferinde fındık kadar tereyağı ile yağlayarak karışımdan birer kepçe dökün, krepleri arkalı önlü kızartın.
  4. Pişen kreplerinizi soğutmadan, hazırladığınız mantarlı içten bolca koyarak rulo yapın, servis tabağına alın. Ayranla birlikte sıcak sıcak servis yapın! (8 adet)

Krepleri soğutmadan servis edebilmek için öneri

Fırınınızı önceden biraz ısıtarak, krepler piştikçe bir tabağa alın, pişen krepleri sıcak fırında bekletin. Böylece iç malzemeniz ve sofranız hazır olana kadar soğumamış olurlar...

26 Nisan 2006 Çarşamba

Yaz salataları, yeni kitaplar, albümler ve bir tiyatro..


Teşekkür ederim toprak ana!
Tüm gaddarlığımıza, tüm kötücüllüğümüze, hoyratlığımıza rağmen bizden şefkatini yine esirgemedin..
Çocuklarına kıyamadın, bazen cezalandırsan bile kıyamadın. Sadece karnımızı doyurmak için değil, üstelik en sevdiğimiz yiyecekleri sunmak için yeşerdin yeniden, bahar renklerine, yaz sıcaklığına büründün. Önce çilekler, sonra pıtır pıtır çıkmaya başlayan erikler, derken işte sonunda güneşte kızarttığın domatesleri de getirdin, mis kokan salatalıkları, çıtır çıtır biberleri...
Ve bir ilkyaz kahvaltısında sundun tümünü birden...
Benim annemi aracı ettin, ama senin gönderdiğini anladım bu hediyeleri, sevindim, içim neşelendi.
... teşekkür etmek istedim sana, hepimiz adına!

Küçük keyifler var bu yazıda.
Küçük keyiflerin küçük tarifleri de tabi. Özlediklerim(iz) var bir de... Yeni kitaplar, albümler de var sonrasında..
... çayınız da yanınızdaysa buyrun paylaşalım!

Öncelikle yukarıda görülen fotoğraftan bahsetmek gerek.. Yaz kahvaltılarımızın vazgeçilmezi, kahvaltı salatamızdan yani. Annem yapar onu hemen, ben sofrayı hazırlarken ya da ekmeğin, poğaçanın, artık fırından ne çıkacaksa onun başında beklerken. İki arada hemen yapıverir. Domatesleri doğrar, salatalıkları ve biberleri de, hatta bazen maydonoz dalları da katılıverir bu cümbüşe.. Başka bir kaseye sızma zeytinyağından döker, zeytinyağında daima boldur eli, "anne az yağlı yap noolur!" dememe aldırmaz, "az yağlı olmaz!" der. Üstüne limon suyu eklenir sızmanın, sonra biraz da tuz, pul biber, nane, bazen nane yerine kekik... Döküldü mü bir güzel salataya? Döküldü. Bandırıldı mı ekmekler suyuna suyuna? Bandırıldı. Başka birşey arandı mı yanında? Aranmadı!!

Sıradaki!
Üniversitedeki son yılımda ev arkadaşımdan öğrenmiştim bu salatayı. Sonradan zenginleştirdim, çeşitlendirdim ama o yıllarda en basit hali bile favori "yemeğim"di. Ankara'nın şahane kara fırın ekmekleriyle birlikte, yanında birşey aramadan yemeye bayılırdım. Garip birşey belki ama bizim öğrenci evimizden asla eksik olmayan 3 şeyden biriydi maydonoz (diğerleri limon ve zeytinyağı!) Pazara gittiğimizde yaklaşık 10 bağ filan alırdık ve her yemeğin yanına salatasını (salata dediysem, maydonoz, limon ve zeytinyağı üçlüsünden ibaret:) yapar, birer bağını rahatlıkla yiyebilirdik. Gece acıkmalarımızda beyaz peynir ve ekmekle de güzel giderdi! Geceyarısı makarnalar omletler filan yapılır da öğrenci evlerinde, maydonoz salatasını herhalde biz yapardık sadece:) Hala da sınırsızca yiyebilirim bu salatayı, özellikle baklagillerin yanında..

Bu salata diğeri, yani yoğurtlu ve biraz daha zengin versiyonu; maydonoz, salatalık ve sarımsaklı süzme yoğurttan oluşuyor. Salatalıklar yarım ay doğranıyor, maydonozlar dal dal koparılıyor ve bir güzel karıştırılıyor tümü süzme yoğurda... Bazen maydonozun yerini semizotu alabiliyor, o ayrı lezzet! En son, sızma gezdiriliyor güzelce, pul biberle süsleniyor...



Ot imparatorluğunun kraliçesi demiştim ben ona...
Müptelaları çok iyi anlar beni. Nasıl sayıkladığımı onu kış boyunca, nasıl sevindiğimi kavuşunca çocuklar gibi!

Deniz börülcesini takdimimdir..
Kendilerinin pazarlara teşrif ettiklerini büyük bir mutlulukla duyururum!
Daha önce tatillerinizde, kıyı lokantalarında minik meze tabaklarında tattıysanız, ve özlediyseniz benim gibi, şimdi artık onun vakti... Ama evde hiç yapmadıysanız, bilmiyorsanız nasıl pişer bu ot, işim zor... Sizin işiniz değil, benim işim zor, yani anlatmak! Tamamen el alışkanlığıdır çünkü bu otları temizlemek, bir kez alışınca hiç zor değildir, sadece birazcık vakit ister sizden.. Ama değer vaktinizi ayırdığınıza. Yine de bir yardım edeniniz olursa daha iyi olur elbette:)

½ kg deniz börülcesi yeter ilk seferde, ya da 1 bağ diyelim.. Yıkayın önce, ayıklayın çok sert görünen dalları, sonra derin bir tencerede kaynattığınız suya atın, haşlayın. Arada ters yüz edin delikli kepçeyle. Azıcık "yosun kokusu" dolacak mutfağınıza ama olsun o kadar, farzedin ki bir kıyıdasınız da akşam sofrası hazırlıyorsunuz deniz kenarında! Piştiğini anlamak için bir dalı alın elinizi yakmadan, şöyle tırnağınızın ucuyla tutup sıyırın. Sıyırdığınız yerde misinaya benzer bir kılçığı kalır deniz börülcesinin, zaten böyle temizlenir. Kolay sıyrılıyorsa tamamdır, kevgire alın süzülsün. Ilıyınca temizlemeye başlayın, birkaç denemeden sonra eliniz alışacak, benim gibi "deli işi bu!" diye söylene söylene temizleyeceksiniz:)) Bu kadar mı zor demeyin, benim gibi 1 bağla yetinmeyip 3 bağ birden temizlemeye kalkmadığınız sürece zor değil... Biz böyle bir defada fazla miktarda temizler, buzdolabına kaldırırız. Sonraki günlerde de az miktarlarda taze soslayıp yeriz.

Gelelim nasıl sosladığımıza..
İki seçenek var, daha doğrusu benim yaptığım iki versiyonu var, sevgili Tijen abladan öğrendim ikisini de.. Birisi yoğurtlu, diğeri zeytinyağlı-limonlu... İkisinin de lezzeti ayrı!



Yoğurtlu versiyonda 1 su bardağı kadar süzme yoğurt, 2-3 diş ezilmiş sarımsak, arzu edilirse rendelenmiş 1 tane domates var. Bu tatlı pembe renge bayıldığımdan ve lezzet olarak da yakıştığından ben mutlaka domates eklerim, ama eklenmese de olur. Haşlanıp temizlenmiş deniz börülceleriyle yoğurtlu-domatesli sosu karıştırın bir güzel. Ya da zarifçe dökün üzerine... En son nokta olarak sızma gezdirin üzerine illa ki...

Bir önceki fotoğrafta görülen versiyonu ise zeytinyağı, limon (veya sirke) ve sarımsaktan ibaret... Artık sizin favoriniz hangi versiyon olur bilmem, ben ayrım yapamıyorum.. Ve deniz börülcesi hakkında son (aslında en önemli) şey: Kendinden tuzludur o, benim bir keresinde yaptığım gibi unutup da tuz ilave etmeyin!

Salatalarımızı şimdilik noktalayıp biraz da mutfağın dışına çıkalım.
Geçenlerde yeni siparişlerim geldi, keyiflendirdi beni.

Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
Baudrillard, yaşadığımız "simülasyonlar" çağına getirdiği güçlü eleştirileriyle tanınan bir kuramcı, bir filozof. Bu kitabında da "şeytan"ın bize kurduğu tuzakları anlatıyor, başta televizyon olmak üzere kitle iletişim araçları tarafından şekillendirilen bir dünyada bize sunulan "gerçekler"i sorgulayabilmemiz için bir kapı aralıyor. Doğu Batı Yayınları'ndan..

Walker Percy, Sinema Müdavimi
Bir klasik! 1961'de yayınlandığında, Camus varoluşçuluğunu Amerika'ya tanıtan roman olarak selamlanmış... "Can sıkıntısıyla ruhani bir kurtuluş arayışı arasında bocalayıp dururken, hayatında eksik olan ne varsa sinema perdesinde arayan borsa simsarı Binx'in ironi açısından bir hayli zengin öyküsü, bugün 2. Dünya Savaşı sonrası yazılmış en üstün varoluşçu metinlerden biri olarak kabul ediliyor. (.....) Binx bir "arayış" olasılığı üzerine düşünürken, umutsuzluğa, gündelik hayatın olağanlığına ve dine ilişkin sorular üşüşecektir zihnine. Zira en büyük kabusu gündelik hayatın olağanlığı tarafından yutulmak, yıllara yayılan bir kalıplaşmış düzen içinde "hiç kimse" olup çıkmaktır." Ayrıntı Yayınları'ndan..

Mehmet Öztürk, Sine-Masal Kentler
"Sanat olarak sinema, mühendisliğe dayalı bir kentsel alan ve mekanikleşen modern toplumsal yaşamda bizi bir süreliğine de olsa bu dünyadan uzaklaştırır ve gördüğümüz manzara sayesinde bilinç ve duygularımız renklenir. Ve seyirciyi düşlemeye yöneltebilir..." Om Yayınevi'nden...

Sevgili Kanat Atkaya geçenlerde bir yazısında "kafamı bozdurmayın pikabımı taşırım her yere!" gibi bir cümle kurup beni çok güldürmüştü. i-pod ve mp3 çılgınlığına karşı söylüyordu bunu, albümlerden vazgeçemeyeceğini ifade etmek için... Sanırım ben de öyleyim, çantamdan CD çalarım hiç eksik olmaz, her yere benimle gelir. Sevdiğim albümler özellikle kısa-uzun tüm yolculuklarıma ve yürüyüşlerime eşlik eder. İşte postadan bir de bunlar çıktı..
Leonard Cohen: Ten New Songs
J.S.Bach: Brandenburg Konçertoları 1-6

Cohen'i ilk dinleyişim yağmur altında bir akşam yürüyüşüne tesadüf etti, bu kadar büyülü tesadüf olabilir mi?

Son olarak... dün gece bir büyük sanatçı geçti küçük kentimizden. Sevgili Yıldız Kenter, o muhteşem kadın, o büyük oyuncu, Kent Oyuncuları ile birlikte geldi ve küçük tiyatro salonumuzun küçük sahnesine çıktı.. İnanılır gibi mi? Biz Yıldız Kenter'i izledik! O bize geldi, "gece mevsiminde çok üşüyorum!" dedi bize... Yüreğimize işledi, 3 saatlik oyunda zaman su gibi akıp geçti, ne kadar alkışladıysak yetmedi, doyamadık!

Selçuk Yöntem ve Demet Evgar da muhteşemdiler, gülümsettiler bizi, mutlu ettiler... İyi ki tiyatro var, iyi ki!

24 Nisan 2006 Pazartesi

Organik ürünler demişken...




Görünüşü börülceye benzeyen, lezzeti kendine özgü olan bu sevimli bakliyatla sizi hemen tanıştırayım:
Maş fasulyesi!

Biz zaten tanışıyoruz diyenler de olacaktır mutlaka, ama ben yeni tanıştım. Adını daha önce duyduğum, ama neye benzediğini ve tadını bilmediğim bir bakliyattı. Geçenlerde kargoyla gelen bir koliden çıkanlar arasında yer alan bir paket maş fasulyesine işte bu yüzden çok sevindim. Üstelik organikti, yani maşın gerçek tadını öğrenebilecektim:)

Pekmezli muffin yazımdan sonra "Sade" markalı organik ürünler firmasından Ali Bey'den bir mail almıştım. "Kirli ve büyük şehirde insanlar biraz olsun düzgün birşeyler tadabilsinler diye" organik gıda ürünleri satışı yaptığını, bana da ürünlerinden birkaç örnek göndermek istediğini yazmıştı. Bir süre sonra Ali Bey'den katıldıkları bir fuar nedeniyle kargonun geciktiğini belirten çok nazik ikinci bir mail aldım. Geçen Salı akşamı eve gelince de anneme bir kargo beklediğimi, muhtemelen ertesi gün geleceğini söyledim. Tam yemeğe oturmak üzereydik ki kapı çaldı ve evet, beklenen paket geldi:) Yemek sonrasına kadar sabredemeyip hemen açtım tabi! İçinden çıkanları tek tek inceleyip birkaç sefer "ne güzel! ne güzel!" dedikten sonra annemin "küçücük şeylerle mutlu olurmuş benim kızım!" diyen sesiyle kendime geldim. Oyuncak hediye edilmiş küçük çocuklara benziyordum sanırım o halimle:) "küçük şeyler değil, önemli şeyler bunlar!" dedim anneme, böyle bir hediye alıp da mutlu olunmaz mı?


Pakette maş fasulyesinden başka; kepekli bulgur, yeşil mercimek, üzüm pekmezi, biber salçası, yaprak sarma, mor fesleğen, kekik ve deniz tuzu da vardı. En çok hangisine sevindim dersiniz? İncecik öğütülmüş ve üstelik tertemiz deniz tuzuna! Aktarda da bulabiliyordum ama oldukça iri parçalı olduğu için sadece sulu yemeklere (ve ancak yıkadıktan sonra!) atabiliyordum. Diğer ürünleri de en kısa sürede denemek istediğimden hemen neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. İlk olarak maş fasulyesini denemek istiyordum ama onunla ne yapılabileceğini bilmiyordum. Evdeki kitaplara da göz atıp bir tarif bulamayınca, bilse bilse Tijen abla bilir diye düşünerek ona mail atmaya karar verdim. Tam yazmaya başlayacakken sevgili Mine, Yemekbiz mail grubumuza maş fasulyeli salata tarifi göndermesin mi! Nasıl bir telepati kurduysak? :) Mine'nin de Vatan gazetesinden aldığını söylediği tarifi hemen ertesi gün denedim. Annem önceden maşları haşlayıp soğumaya bırakarak benim için hazırladı, ben de eve gidince salatayı yaptım. Tam bir bahar salatası oldu, teşekkürler Mineciğim!



Daha sonra sadece bol protein ve lif içerdiğini bildiğim maş fasulyesi hakkında biraz daha bilgi edineyim diye internete göz atınca Tijen ablamın daha önceki internet sayfasında zaten bahsettiğini gördüm. Şöyle demişti: "Güneydoğu Anadolu mutfağında çok kullanılan, ufak, yeşil bir fasulye türü. Akdeniz Bölgesi'nde de Toroslarda yetişiyor ve 'cin börülcesi' adıyla biliniyor. Maş fasulyesiyle piyaz ve çorba yapabilir, pilavlara ekleyebilir ve filizlendirebilirsiniz. Çin mutfağında da kullanılan maş fasulyesi eski zamanlarda hastalık tedavisinde bile kullanılırmış."

Salata tarifini paylaşmak istiyorum, maş fasulyesini sanırım doğal ürün dükkanlarında ya da varsa büyük marketlerin organik gıda reyonlarında bulabilirsiniz. Sade'nin ürünlerine de yine oralarda rastlamanız mümkün (diğer ürünlerini görmek için Sade'nin web sitesine göz atabilirsiniz, çok ilginç ve hoş ürünleri var).

Ben yarım ölçü yaptım, buna rağmen 4 kişilik bir salata oldu. Eğer yanında başka birşey yemeyecekseniz 2 kişilik de olabilir. Kendi yaptığım ölçülerle yazıyorum:

- 150 g maş fasulyesi
- 1 adet domates
- 1/4 demet maydanoz
- 2 adet taze soğan
- 5 yaprak roka
- 1 tatlı kaşığı kekik
- Zeytinyağı, narekşisi, limon suyu, tuz

Maş fasulyesi yumuşayıncaya kadar haşlanır (yaklaşık yarım saat sürüyor, önceden ıslatmaya gerek yok). Ilındıktan sonra doğramış yeşillikler, domates ve sosla harmanlanır. Tarifte tere de vardı ama ben evde olmadığı için eklemedim. Kekik Sade'nin organik kekiğiydi, salataya harika bir aroma verdi! Unutmadan, gazetede bu salatanın "şeker düşürücü" olduğu belirtilmiş...

Ali Bey'e de yazdığım gibi, organik ürünlerin yaygınlaşması, her yerde ulaşılabilir olması ve elbette hesaplı olması en büyük dileğim... Ben küçük bir kentte yaşıyorum ve nispeten şanslıyım belki ama herkes en taze, en doğal ve sağlıklı yiyeceklere ulaşma şansına sahip değil... Hatta ben bile pazardan aldığımız sebzelerde meyvelerde eski lezzetleri bulamıyorum. Köylü teyzelerden aldığımız kuru meyveleri bile eskisi kadar içim rahat olarak yiyemiyorum. Markette organiğini bulursam onu tercih ediyorum. Ninelerimizin, dedelerimizin beslendiği şekilde beslenme şansına malesef (yaşadığımız topraklardan nihayet zehirli varillerin de çıktığı şu saatten sonra!) artık hiçbirimiz sahip değiliz... Yine de sanıyorum ki insanlar sağlıklı gıdalar, Arzu Aygen'in o güzel deyimiyle "gerçek yiyecekler" talep ettikçe, ve bu talepte ısrarlı oldukça organik / ekolojik ürünler yaygınlaşacak ve daha çok mutfağa girecekler. Özellikle büyük kentlerde yaşayanlar ve organik ürünlere ulaşma imkanları olanlar giderek daha fazla bu ürünleri tercih ediyorlar, özellikle çocuklarını tamamen organik ürünlerle büyütmeye çalışan anne-babaların olduğunu biliyorum. Bunlar oldukça güzel gelişmeler herşeye rağmen...

Salatanın yanına bir de makarna yaptım...
İtiraf etmek gerekirse makarnanın tek bir bahanesi vardı: mor fesleğen! Nasıl bir lezzet vereceğini çok merak ediyordum ve üstelik fesleğenli makarna yemeyeli çoook uzun zaman olmuştu. Yarım paket fettucine'yi (yumurtalı uzun erişte) al dente haşladım; diğer yandan robotta birkaç dal roka, maydonoz, 1 tatlı kaşığı fesleğen, 2 diş sarımsak ve 2 kaşık kadar zeytinyağını karıştırdım. Biraz da çamfıstığı kavurdum tavada, annemin yeşil zeytinlerinden birkaç tanesini dilimledim. Hepsini harmanladım makarnayla. Koydum yanına bir kase de salata, sonrasını hatırlamıyorum:))



Mor fesleğen için, mutfaktan saatlerce kokusu çıkmadı desem bile yeterli sanırım! Bir demet taze fesleğen kullansam ancak bu kadar lezzetli olabilirdi. Tazesinin verebileceği kadar güzel bir aroma verdi makarnaya...

Son olarak, bir de organik biber salçasını denedim. Pazar günü gelen misafirlerimiz için Cumartesi gecesi hazırladığım mercimek köftesine koydum. Kavanozu açınca duyulan nefis biber kokusu lezzetin habercisiydi zaten... Sonuçta bir gece buzdolabında dinlenen köfteler ertesi gün gerçekten lezzetli olmuşlardı, biraz da özlenmişler miydi ne? :)

Yavaş yavaş vakti geliyor, salatalar, zeytinyağlılar, soğuk mezeler mevsiminin..
Ve onların eşlik edeceği uzun sohbetlerin, keyifli sofraların!
Aslında yaz salataları var daha bahsetmek istediğim, bugünlerde pazarlara teşrif etmeye başlayan çoook özlenmişlere kavuşuldu çünkü!
... ama onlar da sonraki yazıya kalsın.

19 Nisan 2006 Çarşamba

İç pilavın esmeri...

Esmer iç pilav tarifi
Esmer, kepekli, kabuklu ya da tam pirinç.. Siz hangi tanımı tercih edersiniz bilmem ama ben bu pilava iç pilavın esmeri adını yakıştırdığımdan esmer pirinç diyeceğim. Esmer pirinç harika bir besin maddesi. Herşeyden önce işlem görmediği için doğal. Kepeği ayrıştırılmadığı için beyazlatılmış pirinçten daha besleyici, doyurucu ve elbette faydalı. Diğer tam tahıllar gibi bol miktarda B ve E vitamini, fosfor ve en önemlisi lif içeriyor. Nişastası yok, yıkadığınızda beyaz pirinçte olduğu gibi bembeyaz sular akmıyor. Üstelik gerçekten çok lezzetli!

Nerede okuduğumu anımsamıyorum ama bir yerde beyaz pirinçten yapılmış pilav yemenin avuç avuç şeker yemekle aynı kapıya çıktığını okumuş ve dehşete kapılmıştım. Gerçi bunun abartılı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum, yani o kadar da değildir herhalde?! Diğer yandan doğruluk payı da yok değil, beyaz pirincin çok faydalı olduğu da söylenemez. Glisemik endeksinin çok yüksek olduğu, yani kan şekerini hızla yükseltip aynı hızla düşürdüğü için çabuk acıkmaya, bir anlamda boş kalori almaya neden olduğu bir gerçek...

Uzun süredir esmer pirinçten güzel bir pilav yapmalı, şöyle doya doya yemeli diye düşünüyordum. Ama karbonhidrat krizlerinde makarna hep baskın çıkıyor, pilavı sürekli erteliyordum. Normalde pek pilav aramam, makarnaya düşkünümdür, pilav olmasa da olur benim için. Pek de tüketilmez zaten bizde.. Ya da çoğu kez bulgur pilavı yapılır. Geçen haftasonu uzun zaman önce aldığım ve azıcık kullandıktan sonra bez torbaya sararak kaldırdığım esmer pirinç paketini dolaptan çıkardım. Hala sağlam mı diye kontrol ettikten sonra acilen bir pilav yapmaya karar verdim. Doğal bir tahıl olduğu için diğer canlılar da çok seviyor çünkü, daha önce bir paketi dolapta unutup onlara yem etmiştim.

Annem mutfaktaki faaliyetime biraz şüpheyle yaklaştı elbette... Esmer pirincin mutfağımıza girmesi pek uzak bir tarih değil çünkü, annemi ikna etmek için az dil dökmedim! "Ben yemem, oturup kendin yersin" diyerek inatlaşıyordu benimle. Faydalarını ne kadar anlatsam da kabuklu pirinç yenir miymiş diyor, başka birşey demiyordu. Sonunda ne yapayım, yemezse ben yerim diye düşünerek ilk paketi aldım. Az miktarlarda kimi yemeklere atmaya başladım, mesela yerelmasına, bazı çorbalara.. Böyle böyle annemin inadını kırdım, ama bir türlü pilav yapmaya cesaret edemiyordum (bir tencere pilavı da tek başıma bitiremem ya?) Endişemin bir nedeni de beyaz pirinçten farklı bir yapıda olduğu için su oranını doğru ayarlamak meselesiydi. Sonunda azıcık yaptım, denemek için... Başarılı olunca da bu kez annemin böyle daha çok seveceğine inanarak iç pilav teşebbüsünde bulundum. Ne yalan söyleyeyim, benim canım da iç pilav istiyordu:) Sonuç: Kırlı kızartmasının yanına bir pilav ancak bu kadar yakışırmış, tekrar yapmalıymışım!

Pirinci diyet nedeniyle ya da başka nedenlerle tüket(e)meyenler esmer pirinci rahatlıkla deneyebilir. Çok sağlıklı bir lif kaynağı olduğu için, içiniz rahat olarak yiyebilirsiniz. Tabi kalorisini azaltmak gerekirse o zaman iç pilav değil normal pilav yapmak lazım. Ama iç pilavın lezzeti de başka!

Esmer iç pilav


Son olarak, esmer pirincin pişmesiyle ilgili birkaç küçük ama önemli notum var, sonra hemen tarife geçeceğim. Ben ilk denemelerimde pek iyi pişirememiştim, deneye-yanıla sonunda ölçüleri öğrendim:

* Kullanmamız gereken su oranı: 1 ölçü pirince 3 ölçü su. Beyaz pirinci 1'e 1,5 ölçüyle pişirdiğimizi varsayarsak esmer pirinci bunun 2 katı suyla pişireceğiz.
* Pişme süresi : 35-40 dakika
* Pilav dışında kullanımı: Eğer pilav yapmayacak, yemeklere, çorba ve salatalara atacaksak önceden haşlamak gerekiyor, yemeğimiz çoktan piştiği halde pirinçler pişmeyebilir çünkü.. (tecrübeyle sabit:) Haşlamak için bir ölçü pirince 4 ölçü su ekleyip, pirinçler yumuşadıktan sonra fazla suyunu süzerek kullanabilirsiniz..

Esmer İç Pilav için Malzemeler (5 Kişilik)

  • 2 yemek kaşığı tereyağı
  • 3 yemek kaşığı çamfıstığı
  • 1 adet kuru soğan
  • 2 su bardağı esmer pirinç
  • 6 su bardağı su
  • 3 yemek kaşığı kuşüzümü
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
  • 1/2 demet maydonoz (ince kıyılmış)
  • 1 çay kaşığı pul biber
  • 1 çay kaşığı yenibahar
  • 1 çay kaşığı karabiber

Yapılışı

  1. Tereyağını pilav tenceresinde ya da genişçe bir tavada eritin. Fıstıkları yağda hafifçe pembeleştirdikten sonra yemeklik doğranmış soğanı ekleyin, bir müddet birlikte kavurun. Daha sonra ayıklayıp yıkadığınız esmer pirinci ekleyin, kavurmaya devam edin.
  2. Suyu yavaşça tencereye dökün, kuşüzümlerini ekleyin, tuzu da serpip kapağını kapatın. Pirinçler suyunu çekene kadar pişirin. Bu uzun sürüyor ama endişe etmeyin.
  3. Pilavınız suyunu çektikten sonra ocağı kapatın, maydonozları ve baharatları ekleyin, karıştırıp dinlenmeye bırakın.

Esmer iç pilav tarifi
Esmer pirinci doğal ürün dükkanlarından alabilirsiniz ama artık marketlerde de kolayca bulunuyor, pekçok markanın esmer pirinci var. Fiyatı beyaz pirince göre malesef yüksek, işlem görmediği halde neden yüksek olduğunu da anlamak zor!

Sağlıklı beslenmenin bedeli neden hep daha yüksek olur? Bu uzuuun konuya girmeden, ileride doğal ve sağlıklı besinlere daha fazla talep olmasını ve fiyatların da düşmesini umuyorum deyip noktalıyorum...

16 Nisan 2006 Pazar

YE #9: Yöresel Yemekler (Aydın mutfağı)

Yeni YE etkinliğimizin ev sahibi Olsai, etkinlik konusu olarak yöresel yemekleri seçtiğini duyurduğunda sanırım herkes heyecanlandı... Her etkinlik ayrı heyecanlı geçse de bu ayki etkinliğin beni biraz daha fazla heyecanlandırdığını itiraf etmeliyim! Hem yöresel yemeklere ayrı bir ilgi duyduğum ve bu sayede blog arkadaşlarımın yörelerine özgü yemekleri öğrenebileceğim için, hem de sizlerle zaten paylaşmak istediğim lezzetleri (kırlı kızartması, pazı kavurması, çemen ve yemiş tatlısı) daha fazla ertelemeden paylaşabileceğim için...

Kırlı kızartması, ege mutfağı


Etkinlik nedeniyle son günlerde bizim mutfaklarda -önce annemin, sonra babaannemin mutfağında- yoğun bir faaliyet vardı. Annem bir etkinliğin daha geride kalmasından dolayı sanırım oldukça rahatlamıştır.. Günlerdir kadının başının etini yedim diyebilirim. Bana önerdiği yemeklerin hepsine bir bahane bulup itiraz etmemden sonra, çok sevdiğimiz kırlı kızartması, pazı kavurması, çemen ve yemiş tatlısında karar kıldık. Aslında bahane sayılmazdı itirazlarım, haklı olduğum yönler vardı. Birincisi, etle yapılan dolayısıyla kendi yemediğim bir tarifi siteye koyamazdım.

İkincisi, yemeklerimizin çoğu ot yemekleriydi, benzer şekilde yapılırlardı ve onlardan zaten bolca bahsetmiştim. Üçüncüsü de denemek isteyenler aynı malzemeleri kendi yörelerinde bulamayabilirlerdi. Nihayetinde tümü de kolay ve pratik olan, denemek isteyenlerin hemen yapabileceği tariflerimizi paylaşmaya karar verdim. Dolayısıyla bu yazıda Aydın mutfağına özgü kimi yemekler yok ama bu da benim bakışım olsun... olur değil mi? :)

Hemen ilk tarifle başlayayım, daha sonra mutfağımızdan da bahsetmek istiyorum biraz...

KIRLI KIZARTMASI

İlk iki fotoğrafta görülen "kırlı kızartması" aslında bir çeşit imambayıldı... Belki birkaç malzeme ya da yöntem farklılığı vardır.

Fırında kırlı kızartması - ege yemekleri


Denizli yöresinde ise bildiğimiz şekilde patlıcan, biber ve patates dilimleri kızartılır, servis tabağına alındıktan sonra üzerine zeytinyağında kavrulmuş bolca soğan ve maydonozdan oluşan bir sos dökülür, kırlı kızartması buna denir. Aydın'da ise biz bu yemeğe kırlı kızartması deriz. Annem her iki versiyonu da arasıra yapar, ikisinin de lezzeti ayrıdır. Her iki yemeğin de üzerine normal kızartmada olduğu gibi sarımsaklı yoğurt dökmeyiz ancak yanında mutlaka taze yoğurtla servis yaparız. Görünüşte ağır bir yemek gibi gelebilir ama kesinlikle değildir, zaten zeytinyağıyla yapılır ve yanında yenen yoğurt bu yemeği oldukça hafifletir.

Bence en lezzetli yemeklerimizden biridir! Fırınlanmış bol sarımsaklı bir patlıcan yemeği lezzetli olmaz mı hiç? Kızarmış ekmeğimden kopardığım bir parçayı bastırarak pişmiş patlıcanları köklerinden ayırmaya, sarımsakları ucundan tutarak bir seferde kabuğundan sıyırıp yemeye bayılırım..

Malzemeler (4 kişilik)

  • Yarım kg patlıcan
  • 1 büyük kuru soğan
  • 7-8 diş sarımsak
  • 5 adet sivri biber
  • 3-4 adet domates
  • 1 çay bardağı zeytinyağı

Yapılışı
  1. Patlıcanların sapını dipten 2 cm bırakarak kesin ve alacalı soyun. Köklerinden ayırmadan, önce ortadan ikiye, sonra da dörde bölün. Acısının çıkması için bolca tuzlayıp, yarım saat kadar kevgirde bekletin.
  2. Patlıcanları yıkayıp mutfak havlusu ile kurulayın. Tavada kızdırdığınız zeytinyağında kızartıp dikdörtgen bir fırın tepsisine sıralayın.
  3. Tavada kalan yağda (eğer fazla kaldıysa birazını alıp azaltabilirsiniz), soğanları kavurun. Doğradığınız biberleri de ilave edin ve bir müddet çevirin. Küp küp doğranmış domatesleri ekleyin. Tuzunu kontrol edip ateşten alın ve bu harcı tepsideki patlıcanların üzerine yayın.
  4. Tepsinin kenarından 1 su bardağı kadar kaynar suyu yavaşça dökün. Sarımsakları bütün halde en üste serpiştirin (benim gibi pişmiş sarımsağa bayılıyorsanız çok daha fazla koyabilirsiniz!). 200 derece fırında 30 dk pişirdikten sonra tabaklara alarak servis yapın.
Kırlı Kızartması


Ben, babam ve kardeşlerim Aydınlıyız, annem ise Denizlili. Annem baba tarafından Çerkez. Rahmetli büyükbabam ve anneannem damak zevklerine çok önem veren insanlardı. Özellikle de büyükbabam.. Anneannem mutfaktayken sandalye çekerek onun yanında oturduğunu, izlediğini, sofrada hep farklı ve çeşitli yemekler olmasını istediğini anımsıyorum. Onun yemek konusundaki titizliği, anneannemin uzun yıllar boyunca annemi mutfağa sokmamasına sebep olmuşsa da, annem çabuk kapatmış açığını. Ama anneannem çoğunlukla et ağırlıklı, bol tereyağlı yemekler, hamur işleri pişirdiğinden; annem zeytinyağlı hafif yemeklerle, ot ve sebzelerin pekçoğuyla aslında evlendikten sonra tanışmış... Çocukluğumda sebze yemeklerine de et koyar, ya da zeytinyağı ile tereyağını karışık kullanırdı ama artık mutfağımızda zeytinyağının, otların ve sebzelerin mutlak hakimiyeti var. Tıpkı diğer akrabalarımızın, komşularımızın mutfaklarında olduğu gibi...

PAZI KAVURMASI


Aslında dediğim gibi ot yemeklerini elemiştim ama pazı kavurmasına kıyamadım. Pazıdan genelde börek ya da sarma yapılır, kavurmasını herkes bilmeyebilir düşüncesiyle yazıyorum. Bir de tabi pazının şimdi tam mevsimi ve her yerde de rahatlıkla bulunabiliyor. Hem benim yöresel yemekler yazım otsuz olamazdı ki?

Pazı Kavurması Tarifi




Malzemeler (2-3 kişilik)
  • 1 bağ pazı
  • 1 adet kuru soğan
  • 2-3 diş sarımsak
  • 2-3 adet kuru biber
  • 1 kahve fincanı zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
  • Tuz, karabiber, pul biber (arzu edilirse)
Yapılışı
  1. Pazıları geniş bir tencerede kaynayan suya atın, bekletmeden hemen çevirerek süzgeçle çıkartın. Soğuk sudan geçirin, suyunu sıkarak doğrayın.
  2. Tavada zeytinyağını ısıtın, doğranmış soğan ve sarımsakları kavurun. Kuru biberleri yıkadıktan sonra ufalayarak ekleyin. Birkaç kez çevirdikten sonra pazıları da ekleyin. Tuz, karabiber, kırmızı toz biber ve acı severseniz pul biber ekleyip 5-10 dk kadar kavurun.
Yumurtalı Pazı Kavurması Tarifi : Bir de yumurtalı versiyonu var bu pazı kavurmasının... Daha besleyici, daha dengeli bir yemektir, lezzetlidir de, ama biz pazıyı sade haliyle sanırım daha çok seviyoruz. Yumurtalı yapmak istersek kuru biber eklemiyoruz, soğan-sarımsaklar kavrulduktan sonra pazıları ekliyor, pişmesine yakın 2-3 yumurta kırıp fazlaca karıştırmadan kapağını kapatıyoruz...

Her iki versiyon üzerine de sarımsaklı süzme yoğurt servis önerisidir.

Pazı Kavurması Tarifi



Ege mutfağının pekçok yönüyle çok sağlıklı bir mutfak olduğunu düşünüyorum. Lezzet açısından damak zevkine göre fikirler değişebilse de (öyle ya, herkes kereviz sevmek zorunda değil:) ben hem lezzet açısından hem de sağlıklı beslenme açısından mutfağımızı ve alışkanlıklarımızı çok seviyorum. Kış boyunca, özellikle de ilkbaharda bolca yaptığımız ot kavurmalarının yerini, yaz sofralarında soğuk zeytinyağlılar, taratorlar, koruk ya da nar ekşili güzelim salatalar alıyor. Tüm sebzeler zeytinyağıyla, çoğu kez kendi suyunda pişiyor ya da kavruluyor. Ev yapımı ve süzme yoğurt, yoğurtla hazırlanan / yoğurt eşliğinde sunulan soğuk yemekler ve salatalar, çeşitli pilaki ve taratorlar, çingen pilavı, yazın bulunan otların (deniz börülcesi, semizotu gibi) salataları yaz aylarında sofralarımızdan eksik olmayan lezzetler... Bol domatesli ve nohutlu bulgur pilavını, üstüne yöremize özgü karacaotlu peynir serptiğimiz ev eriştesini de unutmayayım! Ve tabi, tüm bunlara eşlik eden, belki de hepsinden güzel olan nohut mayalı ekmeğimizi kesinlikle unutmamalıyım.. Hala pekçok evde yapılıyor, tarifi kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam ediyor...

ÇEMEN

Kimi yörelerde de bizim çemenimize benzeyen, adına muhammara veya acuka denen kahvaltılık ezmeler yapılıyor. Tabi ben onları sonradan öğrendim, eskiden sadece annem yapıyor zannediyordum. Annemin çemeni, üniversitedeyken gönderilen kolilerde bulunması en şiddetle istenen gıda yardımıydı.

Ev Yapımı Çemen Tarifi


Kavanoz hemen bitmesin ister, ekmeğe az sürmeye çalışır, ama dayanamayıp çabucak bitirirdik. Bunun bir sebebi de çemenin hep midemizin aniden kazındığı anlarda aklımıza gelmesiydi. Hala da öyledir ya! Kahvaltılarda aklımıza gelmez de öğleden sonra çay yanında tuzlu birşeyler arandığımızda, ya da bir parça ekmek kopartıp neye banmalı diye dolaba bakındığımızda aklımıza gelir. Bolca yapar annem, bize fazla dayanmayacağını bildiğinden. Kurtarıcı olduğundan bir de tabi, evde bulunmasında yarar vardır. Misafirler için tuzlu birşey olmadığında evde, hemen ekmek dilimlerine çemen sürülür ve daha önce yememiş olan hemen herkes tarifini ister.

Aslında çemenin tarifi "garerden", ama annem yeni yapmış olduğu için kullandığı malzemeler aklındaydı ve son anda etkinlikte bu da olmalı diye düşünerek tarifi bana yazdırdı..

Malzemeler
  • Toplam 1,5 kg ev yapımı domates ve biber salçası karışımı
  • 6-7 diş sarımsak (tuzla ezilmiş)
  • 1 yemek kaşığı kimyon
  • 1 tatlı kaşığı tepeleme kekik
  • 1 çay kaşığı karabiber
  • 1 çay bardağı sızma zeytinyağı
  • 300 g ceviz içi (dövülmüş)
  • Gerektiği kadar tuz
Tüm malzemeleri tadına baka baka karıştırıyorsunuz. Yanılmamak için ekmekle birlikte tatmakta fayda var. Annem bu sırada yaklaşık yarım ekmek yediğini söylüyor:) Verdiğim miktarlarla 2 büyük konserve kavanozunu dolduran çemeniniz olur. Dayanıklı olduğu için fazla olmasında sakınca yoktur aslında, uzun zaman yenir ama isterseniz miktarları azaltabilirsiniz. Çemenin 1-2 gün sonra tadı oturur, o yüzden ilk servisini dinlendirdikten sonra yapın. İster kızarmış ekmek dilimlerine sürün, ister taze ekmeğe... Yanında peynir ve çayla da harika olur!

Çemen Tarifi


Tatlılara gelince..

Çocukluğumdan beri mutfağımızda daima çeşitli tatlılar pişer, çoğu kez sütlaç, sakızlı muhallebi gibi hafif sütlü tatlılardır bunlar. Aydın'da sütlaca tıpkı güllaçta olduğu gibi gülsuyu eklenir. Bir de nişasta, su (bazıları süt kullanır ya da suyla sütü karıştırır) ve şeker kaynatılarak hazırlanan, üzerine de kavrulup dövülmüş susam serpilen pelvize tatlısı vardır, bir çeşit muhallebidir bu.

Ve üstüne bolca ceviz serpilmiş kabak tatlımız vardır bir de tabi... eskiden beri en çok sevdiğim tatlılar arasındadır! Başka başka? Tabi ya, annemin bazen elimden tutarak beni de pazar alışverişine götürdüğü günlerde, tatlıcı amcanın kağıdın arasına sararak elime tutuşturduğu şambaliyi unutabilir miyim?

YEMİŞ TATLISI (Sütlü incir tatlısı)

Bir tatlı daha vardı ki ben onu bir başka sever, babaannem yapsa, bize de gönderse diye beklerdim. Sütlü incir tatlısı, babaannemin deyişiyle "yemiş" tatlısıydı bu! (Aydın'da incire yemiş denir ve memleketin en güzel incirleri burada yetişir, gerçi sahip çıkamayıp patenti İzmir'e kaptırdık ama hadi neyse..

Yemiş Tatlısı - Sütlü incir tatlısı tarifi


Bu bayıldığım tatlıyı yemeyeli çok uzun zaman olduğunu bu etkinlik sayesinde anımsadım. Ve anında damağımda hissettim pişmiş incire eklenmiş sütün o harika tadını! Hemen babaanneme gittim ve bu çok özlediğim tatlının yapımını nihayet öğrendim. Annemden yapmasını istediğimde birkaç kez denediğini ama sütün kesildiğini söylemiş, "bir püf noktası olmalı, babaannen daha iyi bilir" demişti. Babaanneme tarif ettirmenin, ölçü almamın zor olacağını bildiğimden o yaparken izledim. Aslında çok kolaydı, sadece doğru ısıyı tutturmaktı mesele... Sonrası, her kaşıkta çıtır çıtır ağıza gelen yumuşacık incirlerle dolu, bol sütlü ve çoook faydalı bir tatlı. Üstelik sadece 3 malzemeyle!

Buyrun, babaannemin ninesinden öğrendiğini söylediği, ve tabi "garerden" yaptığı bu evladiyelik tatlının tarifiyle noktalayalım:

Malzemeler
  • 400 g kuru incir
  • 1,5 kahve fincanı toz şeker
  • 750 ml süt
Yapılışı
  1. Kuru incirleri yıkayıp fazla küçük olmayacak şekilde doğrayın. Tencereye alın, üzerini 1 parmak geçecek kadar su doldurun.
  2. Tencereyi ocağa alıp arasıra karıştırarak incirler hafifçe yumuşayana dek pişirin. Biraz dişe gelir kıvamdayken (tadarak anlıyoruz:) şekeri ilave edin. Babaanneme "zaten tatlı olmaz mı bu, şekersiz yapsak?" dedim ama olmazmış efendim..
  3. İncirler yumuşayınca ocağı iyice kısın, başka bir yerde sütü ısıtmaya başlayın. Süt kesinlikle kaynamayacak ama sıcak olacak (yoksa tatlının içinde kesilirmiş). Sıcaklığı ağzınızı hafif yakacak ama haşlamayacak kadar olmalı. Babaannem aynen böyle tarif etti!
  4. İncirleri ocaktan alın, 1-2 dk bekleyip sütü ilave edin, karıştırın. Soğuttuktan sonra servis yapın.
incir tatlısı

Keşkek

Malzemeler:
1,5 su bardağı dövülmüş buğday, iki parça kemikli et (ben kurutulmuş etli kaburga kullandım), su, tuz, pulbiber, tereyağı ve sıvı yağ karışımı

Yapılışı:
Bir gece önceden, buğdayı güzelce temizleyip yıkayın ve bir çelik tencereye alın. Üzerini bayağı bir geçecek şekilde su koyun ve kaynatın . 5 dakika kaynatıp kapağını kapatarak sıkıca bir kalın beze sarın. Ertesi günü düdüklünüze önce kemikli etlerinizi koyun (Ben keşkek yemeğini kurutulmuş kaburga etleriyle seviyorum bayramda kurutmuş olduğum kaburgalı etleri kullandım) ve üzerine buğdayı döküp suyunu ve tuzunu kararınca ilave edin. (Bu yemeğin aslı hiç susuz olması, ama biz biraz sulu sevdiğimiz için biraz fazlaca su ilave ediyorum) ve kaynadıktan sonra ocağınızın en küçük yerinde 1 saat pişirin. Piştikten sonra içindeki etleri kemiklerinden ayırıp birer lokmalık doğrayın ve tekrar düdüklünün içine atın. En son olarak tavanıza tereyağı ve sıvıyağ karışımını koyup ister pul biberinizi ister biraz salça koyarak çevirin ve düdüklünüzdeki keşkekin üzerine bir kısmını dökün. Kalan salçalı yağı da servis tabağına aldığınızda üzerine süs dökün.

Afiyet Olsun...

12 Nisan 2006 Çarşamba

Çilekli Kup !




Yine çilek!
Dayanamadım ne yapayım? Nasıl dayanabilirim ki hem, akşam için fırında makarna pişerken, annem de -onun ellerinden daha lezzetli olduğu için- salata yaparken, benim önüme koyulduysa bir kase çilek, "değerlendirmem" istendiyse?!

Pazar akşamı uzunca bir yürüyüşten sonra eve dönüp gündüzden hazırladığım fırın makarna tepsisini fırına vermiştim. O pişerken birşeyler daha yapsam ama ne yapsam diye ortalıklarda dolanmaya başladım. Tekrar mutfağa yöneldiğimde annemin dolaptan marullarla birlikte çilek kasesini de çıkardığını gördüm. "Bunlarla birşey yapmak ya da hemen yemek lazım.." diyordu. Geçenlerde pasta için aldığım çilekli krem şantinin 1 poşetinin hala durduğunu ve arkasında hoş bir kup tarifi gördüğümü anımsayınca hemen "kupta tatlı yapayım onlarla ben!" dedim.

Böyle kupta tatlıları -sütlü, meyveli, dondurmalı farketmiyor- diğer tatlılara göre çok daha fazla seviyorum. Hem kupları hazırlamayı ve süslemeyi seviyorum, hem de uzun bir iş günü sonrasında dolaptan serin bir kup çıkartıp kaşıklamaya bayılıyorum. Hafif ve serinletici oluyorlar, özellikle yaz akşamlarında harika gidiyorlar! Epeydir yapmamıştım bu keyfi, özlemişim doğrusu.. Dayanamayıp son anda biraz da kanyak ekledim kuplara! Tabi bu yüzden kupların tek müşterileri Sevim ve ben olduk:))

Malzemeler:
(4 kup)

- 1 poşet çilekli krem şanti
- 1 çay bardağı soğuk süt
- 1 çay bardağı yoğurt
- 1 çay bardağı toz şeker
- 250 g çilek
- 1 çay bardağı fındık kırığı
- 2 yemek kaşığı kanyak veya likör (arzuya göre)

Yapılışı:

1. Çileklerin yarısını küçük bir tencereye koyun ve şekerle karıştırarak kısık ateşte 8-10 dk kadar pişirin. Pişerken çilekleri arasıra kaşığın tersiyle ezerek püre haline getirin, daha sonra soğumaya bırakın.

2. Krem şantiyi 1 çay bardağı sütle çırpın. Sonra yoğurdu ekleyerek tekrar çırpın. Kalan çileklerden 4 tanesini süsleme için ayırdıktan sonra diğerlerini küçük küçük doğrayarak şanti karışımına ekleyin. Fındıkları ve dilerseniz kanyağı da ekleyip kaşıkla karıştırın.

3. Kupların dibine çilek püresinden bir kaşık kadar koyun. Kupların yarısına kadar şanti karışımı ekleyin. Üzerlerine kalan püreyi paylaştırdıktan sonra şantinin kalanıyla kupları doldurun.

4. Ayırdığınız çileklerle süsleyerek, buzdolabında iyice soğuttuktan sonra servis yapın. Özellikle ertesi gün tadı çok daha güzel oluyor...

8 Nisan 2006 Cumartesi

Patlıcan Böreği

Malzemeler:
1/2 kg patlıcan, 100-150 gr kıyma, 1 yumurta, 2 diş sarımsak, 1 baş soğan, 2,3 tane yeşil biber, 1 tane domates, tuz, karabiber, kimyon, kırmızıbiber, Kızartmak için yağ, 4-5 dal maydonoz

Yapılışı;
Öncelikle patlıcanların her tarafını soyalım ve 5,10 dakika tuzlu suda biraz bekletelim. Yıkayıp kuruladıktan sonra kızgın yağda kızartıp havlu kağıdın üzerine alalım. Yağını aldıktan sonra küçük parçalara ayırıp robota atıp kıyalım(incecik olmak şartıyla).
Sonra diğer malzemeleri de robata atıp aynı incelikte çekelim(kıyma ve yumurta hariç). Hepsini fırına süreceğimiz tepsiye döküp üzerine baharatlarını, yumurtayı ve kıymayı ekleyip iyice karıştıralım.
Tepsiye güzelce eşit kalınlıkta yerleştirdikten sonra üzerine isteğe göre domates, maydonoz ve biberle süsleyelim ve fırında 180 derecede altı ve üstü kızarana kadar pişirelim.

Afiyet Olsun...

Susamlı Çubuk



Geçen hafta Pazar akşamı misafir geleceğini öğrenince annem revani yapmamı istedi. Ben yemek sonrasında çayla ikram etmek için hafif pastaların, bisküviyle yapılan sütlü tatlıların ideal olduğunu düşünsem de annem revanide ısrarlıydı, o yüzden ben de revani yaptım. Revaninin keki pişerken ikimizi de bir düşünce aldı, yanına ne yapmak gerek? Çözümü bulan annem oldu, "şimdi bu tatlının yanına kurabiye gibi birşey gitmez, hafif tuzlu bir atıştırmalık olmalı, susamlı çubuk gibi!"

O böyle deyince ben de epeydir denemek istediğim bir tarifi hayata geçirebileceğim için sevindim. Hayalimde kıtır kıtır ve bol susamlı çubuklar vardı, acaba hazırları kadar güzel ve kıtır olurlar mı diye endişeli olsam da sonuç harika oldu! Annem ilk pişen tepsideki çubukların en kızarmışını seçti ve hımm hımm diyerek onayladı:)

Ben bu tarifi "kurtarıcı tuzlu tarif" ilan ettim. Tuzlu birşey olmalı ama ne? diye düşünülen her durum için ideal. Özellikle çay içerken, büyükçe bir bardağa doldurularak, ortadaki sehpaya koyulabilirler:) Hazırlaması birazcık vakit alsa da kesinlikle değer!

Malzemeler: (34 adet çubuk)

- 1/2 su bardağı zeytinyağı
- 125 g tereyağı -oda ısısında-
- 1/2 limonun suyu
- 1/2 su bardağından 1 parmak eksik su
- 1 yumurtanın akı
- 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
- 1 çay kaşığı esmer şeker
- 1 çay kaşığı tuz
- Aldığı kadar un (ben normal una az miktarda kepekli un karıştırdım)

Üzeri için:

- 2 yumurtanın sarısı
- Bolca susam + çörekotu karışımı

Yapılışı:

1. Zeytinyağını, tereyağını, limon suyunu, suyu ve yumurta akını derin bir kaba alın, mikserle ya da parmak uçlarınızla ezerek iyice karıştırın.

2. Karışıma unla birlikte kabartma tozunu, tuzu ve şekeri ekleyin, gerektikçe yavaş yavaş un ekleyerek, elinize yapışmayan bir hamur elde edin.

3. Hamurdan cevizden biraz daha küçük parçalar koparıp avucunuzda çubuk şekli verin. Ne kadar ince yapabilirseniz o kadar iyi olur, pişerken de kalınlaşıyorlar. Dilerseniz çubukların bir kısmına örgü şekli de verebilirsiniz. Hazırladığınız çubukları bir tabağa koyun. Susam ve çörekotu karışımını da ayrı bir tabağa koyun.

4. Hazırladığınız çubukları tek tek önünüze -kesme tahtası ya da tezgah üzerine- alın, çubukların her yerine hafifçe çırpılmış yumurta sarısı sürün. Daha sonra susam-çörekotu tabağına alarak her yerini bulayın. Tüm çubukları bu şekilde hazırlayıp yağlı kağıt serili fırın tepsisine düzgünce sıralayın.

5. Önceden 180-200 derece ısıttığınız fırında iyice kızarana kadar pişirin (sanırım Pazar günü voltaj düşüktü, benim çubuklarım 200 derecede 35 dakikada ancak piştiler!)


Çay yanında bir tane alın.
Sonra bir tane daha..
Sonra... :)

6 Nisan 2006 Perşembe

Çilekli Hindistan Cevizli Pasta




Yılın ilk çilekleri!
Nasıl da özlemle beklendiler?
Ve kavuşur kavuşmaz annemin doğumgünü pastasını süslediler!

Dün anneciğimin doğumgünüydü. Onun için tam da onun seveceği gibi bir pasta yapmak istedim. Çok da düşünmedim ama, çünkü annemin kriterleri bellidir. Benim çikolataya, yoğun kıvamlı keklere olan düşkünlüğümün tersine o hafif pastaları sever; pandispanyayla hazırlanan, meyveli, krem şantili pastalara bayılır. Hatta pandispanyayı tek başına bile yemeyi sever:) Yani hedef belliydi: Yılın ilk çilekleri alınacak ve anne kuşa çilekli pasta yapılacak!

Geçen akşam iş çıkışında yolumun üzerindeki tüm manavlar ve normalde asla sebze-meyve alışverişi yapmadığım marketler dahil her yerde çilek arandıktan sonra, eve yaklaştığım sırada toplanmakta olan pazara umutsuzca bakıp, elimdeki torbaların ağırlığını da düşünerek eve döndüm. Ne yapayım, muzlu pasta yaparım ben de... diye düşünürken, anneme pazarda çilek görüp görmediğini sordum. "Vardı, hem de öyle güzellerdi ki, ama şimdi sen daha mevsimi değil diye kızarsın dedim, almadım" demez mi:) "Çok canım istiyor ama ya, bulabilir miyim ki, ben bi gidip bakayım!" diyerek sokağa fırladım. Pazarcılar toplanıyorlardı tabi ve güzel çilek bulma umudum zerre kadar yoktu. Artık çilek olsun da nasıl olursa olsundu! Kamyonlara yüklenen kasaların gürültüsü ve köylerine dönecek olanların telaşlı koşuşturmaları arasında hızlı hızlı yürürken, önüme çıkan ilk çileklerin (belki de sondu tabi) önünde zınk diye durup eğildim ve kokladım.
- al abla, hepsini 3'e vereyim!
- ne yapayım yahu o kadar çileği, nereden baksan 2 kilo gelir!
- abla valla 3'e verdim kilosunu, çok güzel çilek..
- görüyorum da, çok yine de..
- reçel yaparsın ablacım!
- ?!
- al hadi 2,5 olsun, kalmasın!
şeklinde bir diyalogdan sonra elimde koca bir çilek torbasıyla eve döndüm:) Annem aldığım satıcının yerini tarif ettirince "benim görüp beğendiğim çilekler bunlar!" dedi. Tabi en güzelleri değildi ama yine de hiç fena sayılmazlardı. Buna şans denir işte:))

Mis kokulu çileklerim ve ben mutfağa girdik hemen...
Türkmenciğimin gönderdiği ve burada bulunmadığı için özel birşeyde kullanırım diye sakladığım rendelenmiş hindistan cevizleri bu pasta şerefine gizlendikleri yerden çıktılar...
Pasta yapıldı, bu sırada sürekli "neler karıştırıyorsun orada sen?" gibi sorularla durumu çoktan anladığını belli eden anne kuşa uyduruk yanıtlar verildi. Malesef gizli bir operasyon yürütemedim. Ben pastayı hazırladığım sırada mutfağa hiç gelmese de sonunda buzdolabına koyunca görecekti zaten ve gördü de..

Sonuç olarak dün akşam pasta kesildi, kahve eşliğinde sunuldu, ve anneden öpücükler alındı! Pastayı hepimiz beğendik, özellikle hafifliği nedeniyle ekstra puan aldı, yemek sonrası olmasına rağmen kocaman dilimler yiyebildik:) Tabi bu arada Sevim de 1 ay sonraki kendi doğumgünü için bol meyveli bir pasta siparişi vermeyi unutmadı!

Çilekli Hindistan Cevizli Pasta
(8 kişilik)

Malzemeler:

Pandispanyası:
- 3 adet yumurta (oda ısısında)
- 3 Türk kahvesi fincanı un
- 3 Türk kahvesi fincanı toz şeker
- 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Arası:
- 500 ml yağsız süt
- 3 yemek kaşığı un
- 1 adet yumurta
- 1 çay bardağı pudra şekeri
- 1/2 çay kaşığı saf vanilya (ya da 1 paket vanilin)
- 1 çay bardağı su
- 2 yemek kaşığı esmer şeker
- Dilimlenmiş çilekler
Üzeri:
- 1 poşet çilekli krem şanti
- 1 su bardağı soğuk süt
- 8 adet bütün çilek
- Hindistan cevizi (rende bulamazsanız normal hindistan cevizi)

Yapılışı:

1. Pandispanyayı hazırlamak için yumurtalarla şekeri mikserin önce düşük sonra yüksek devrinde 7-8 dk boyunca çırparak kabartın.

2. Mikseri çıkartın, elenmiş unu ve kabartma tozunu tahta kaşık yardımıyla karışıma yavaş hareketlerle yedirin.

3. Karışımı yağlı kağıtla kaplanmış ve kenarları yağlanmış 24 cm.lik kalıba dökün, önceden ısıtılmış 160 derece fırında 40 dk pişirin. Fırını söndürüp 5 dk daha içinde beklettikten sonra çıkartıp soğumaya bırakın.

4. Pandispanya pişerken ara kremayı hazırlayın: Önce un ve yumurtaya azar azar süt ekleyerek pürüzsüz bir hale getirin, daha sonra sütün tamamını ekleyerek tencereyi ateşe alın. Sürekli karıştırarak pişirin. Kaynadıktan sonra kısık ateşte 5 dk daha karıştırın ve ocaktan alın. Pudra şekerini ve vanilyayı ekleyerek mikserle en az 10 dk çırpın.

5. Pandispanyayı ip yardımıyla ikiye kesin, içinde esmer şeker erittiğiniz suyla her iki katı ıslatın. Daha sonra soğumuş -ya da ılımış- olan kremayı sürün (krema çok az artabilir). Dilimlenmiş çileklerle kremanın üzerini kaplayın. Diğer kek katını üzerine kapatın.

6. Krem şantiyi 1 bardak sütle hazırlayarak pastanın kenarlarını ve üstünü kaplayın. Çilekler ve hindistan cevizleriyle süsledikten sonra pastanızı buzdolabına kaldırarak 1 gece dinlendirin...


4 Nisan 2006 Salı

Patatesli Poğaça

Uzun bir zaman dilime yayılmış keyifli bir haftasonu kahvaltısında, fırından yeni çıkmış sıcak poğaçalar kadar insanları gülümseten ve mutlu eden çok az şey var sanırım... Taze demlenmiş çay kokusuna karışan poğaçaların kokusu, bazen taze ekmekten ya da yeni bir fıstık ezmesi kavanozundan bile daha mutlu edebiliyor..

Patatesli Poğaça Tarifi


Epeyce ara verdikten sonra çok özleyince, bir önceki Pazar sabahı için zeytinli poğaçalarımdan yapmıştım. Tam bir poğaça canavarı olan Sevim çok sevinmiş ama aslında canının en çok patatesli poğaça istediğini söylemişti. Ben de bir sonraki hafta patatesli yapmaya söz vermiştim. Güzel bir tarif için kaynak bulmak hiç zor olmadı, Arzu-Ülfet Aygen'in "Beyaz Unsuz Şekersiz Hamurişleri" kitabı hala başucumda duruyor çünkü.. Cumartesi akşamı kitabın poğaçalar bölümünü açtığımda karşıma çıkan ilk tariflerden biri patatesli poğaça olunca çok sevindim ve ertesi sabah için patateslerimi haşlayıp hazırladıktan sonra uyudum. Pazar sabahı da biraz erkence kalkıp poğaçaları pişirdim. Mayalı bir tarif olmasına rağmen korktuğum kadar vakit almadı, hamuru fırında -yoğurt ısısında- bekletince kısa sürede maya geldi. İlk bekleme sırasında iç malzemeleri, ikinci beklemede de sofrayı hazırlayınca epey vakit kazanmış oldum.

Poğaçaların dışı taze ekmek kabuğu gibi çıtır çıtır, içiyse -hem mayalı hem patatesli bir hamur olduğundan- yumuşacık oldu. Sanırım dışındaki çıtırlığın sebebi yüksek ısıda kısa sürede (tıpkı küçük ekmekler gibi) pişmesi.. Biz poğaçaları bu haliyle çok sevdik, ama siz dışının da yumuşak olmasını isterseniz fırına vermeden önce üzerine yumurta sarısını biraz zeytinyağı ile karıştırıp sürebilirsiniz. Lezzetine gelince... Patatese kimyon kesinlikle çok yakışıyor, ben poğaçada kimyon kullanacağımı düşünemezdim doğrusu ama iyi ki tereddüt etmeyip eklemişim!

Patatesli Poğaça


Sevim uyanıp poğaçaları görünce gerçekten çok mutlu oldu ve kendini birazcık kaptırdı:) Onun böyle iştahlı yemesine bayılıyorum! Biz kahvaltıdayken komşumuz Nazike teyze geldi, onu yöresel yemekler etkinliği için soru yağmuruna tutmadan önce çayla birlikte poğaçalardan ikram ettim. Sonuç olarak bu patatesli poğaçalar herkes tarafından beğenildi, memleketimizin yemeklerinden, tatlılarından bahsettiğimiz keyifli bir kahvaltı oldu...

Malzemeler:

  • 1/2 paket (21 g) yaş maya (veya 1 tatlı kaşığı kuru maya)
  • 1 tatlı kaşığı bal
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 4,5 - 5 su bardağı tam buğday unu
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
  • Haşlanmış ve ezilmiş 2 orta boy patates
  • 1 adet yumurta
  • 125 g tereyağı (oda ısısında)

Harcı için :

  • 4 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 2 orta boy soğan
  • 1 tatlı kaşığı deniz tuzu
  • 1 tatlı kaşığı kimyon
  • 1 tatlı kaşığı karabiber
  • Haşlanmış ve ezilmiş 3 orta boy patates

Yapılışı

  1. Patatesleri ılımaları için önceden haşlayın, hamur için ve harç için olanları ayrı kaplarda ezerek bekletin.
  2. Mayayı ve balı ılık sütün içinde eritip 20 dk dinlendirin. 4 su bardağı unu geniş bir kaba alın, üzerine tuzu serpiştirip ortasını havuz gibi açın. İçine yumurtayı, ezilmiş patatesleri, yumuşamış tereyağını ve maya karışımını koyup parmak uçlarınızla yoğurmaya başlayın. Hamur elinizden kolay ayrılıncaya kadar gerekirse un ekleyerek yoğurun (bana toplamda 4,5 bardak un yeterli oldu).
  3. Hamuru 6-7 dk kadar yoğurduktan sonra toparlayıp üzerini örtün, ılık bir ortamda kabarıncaya kadar (30-40 dk) dinlendirin.
  4. Bu arada harcı hazırlamak için soğanı küçük küçük doğrayın, zeytinyağını tavada ısıtın, soğanları ve tuzu ekleyip soğanlar hafifçe şeffaflaşana dek kavurun. Baharatları ve patatesleri ekleyin, 5-6 dk karıştırarak pişirdikten sonra ocaktan alın.
  5. Mayalanan hamuru 20 eşit parçaya bölün. Böylece kocaman poğaçalarınız olacak, ama daha minik olsunlar derseniz daha fazla sayıya bölebilirsiniz. Her bezeyi tezgahta elinizle kahve tabağı büyüklüğünde açın. Yarısına 1 yemek kaşığı harç koyun, diğer yarısını üstüne kapatıp parmak uçlarınızla kenarlarına bastırın.
  6. Yağlı kağıt serili tepsiye sıraladığınız poğaçaları 20 dk kadar da tepside bekletin. Bu arada fırını 220 derece ısıtın. Tepside tekrar hafifçe kabaran poğaçaları sıcak fırına sürerek üzerleri güzelce kızarıncaya kadar (yaklaşık 20 dk) pişirin.

Güzel bir tesadüf olarak, poğaçalar fırındayken NTV'de Defne Sarısoy'un Güzel Pazar programında Arzu Hanım'ın kitabıyla ilgili bir haber yayınlandı. Arzu Hanım ve annesi tam tahmin ettiğim gibi son derece sıcak ve sempatik insanlar. Özellikle Arzu Hanım sağlıklı beslenme kararlarının ışıltısını yüzünde taşıyor gerçekten! Birlikte mutfağa girip çekim ekibine harika şeyler hazırladılar.

Tamamen doğal ve sağlıklı malzemeler kullanılarak pişirilen bu poğaçaları sanırım siz de sofranıza ayrı bir mutlulukla getirirsiniz. Son olarak kitaptaki bir tavsiyeyle noktalayayım: Bu poğaçalar çok besleyici ve doyurucu oluyor. Bu nedenle uzun bir yolculuk için ya da birşeyler yeme fırsatınızın olmayacağı her yer için önceden hazırlayıp çantanıza koyabilirsiniz... Okulda, ofiste, piknikte, çay ya da ayran eşliğinde yemek için daha sağlıklı bir hamur işi düşünemiyorum!