25 Haziran 2006 Pazar

Organik lezzetler...



İstanbul'da açılan ekolojik pazarı kıskanırken bir sürprizle karşılaştım... Geçen hafta eve geldiğim bir akşam, odamda bir koli organik ürün buldum! Yine ne sipariş ettiğimi soran anneme şaşırarak "birşey istemedim ki?" dedikten sonra Sade'nin yeni bir sürpriziyle karşılaştığımı anlayabildim. Ali Bey yine beni mahçup ederek daha önceki yazışmalarımızda bahsettiğimiz ve buralarda bulunmadığını söylediğim soya sütünden göndermek istemiş, pakete başka sürprizler de koymuştu. İnce bulgur, marine kuru domates, baharatlar, deniz tuzları, kabak çekirdeği, siyah çay gibi güzelliklerin yanında, en çok sevindiğim şey firik bulguru oldu!

Daha çok Güneydoğu Anadolu mutfağında kullanılan firik, buğdayın henüz yeşilken tarlada yakılması ile elde edilen, is kokulu olmasıyla meşhur bir cins bulgur. Tencerenin dibi yansa sıyırmaya bayılan biri olarak, firik bulgurunun tütsülü tadını çok seveceğimi tahmin ediyor, denemeyi ne zamandır istiyordum. Sonunda, hem de organiğini deneyebileceğim için pek mutlu oldum ve ilk deneme için en güvenilir kaynağa, yani sevgili Tijen ablamın kitaplarına müracaat ettim. Mutfakta Zen kitabında verdiği tarifte, firik bulgurunun tek başına ağır bir tat olduğunu, bu nedenle normal bulgurla karıştırarak pişirdiğini yazmıştı, ben de öyle yaptım. Ancak benim damak tadım daha isli bir lezzeti kaldırabileceğinden, sonraki denemelerimde firik / bulgur oranını 1'e 2 yerine 1'e 1,5 yapabileceğimi düşünüyorum, siz de denerseniz kendi damak zevkinize göre bu oranı değiştirebilirsiniz.

Tarifteki kabuklu mercimek için, kırmızı mercimeğin kepeklisi diyebilirim sanırım:) Yani bildiğimiz mercimeğin kabuklu hali. Aynı onun gibi, sadece daha koyu renkli oluyor. Bizim pazarlarımızda bulunabildiği ve ben tercih ettiğim için annemin bazen aldığı bu mercimekten evde olduğunu görünce sevinerek pilavda kullandım, ancak normal kırmızı mercimek de kullanılabilir. Aynı şekilde, ben bulgurun da kepeklisini ve organiğini kullandım, normal bulgurla da yapılabilir. Tarifte bir de defne yaprağı vardı ama annem nohut mayalı ekmeğe kullandığı için evde her zaman bulunan defne yaprağını her ne hikmetse bulamadığım için kullanamadım. Olsaydı eminim harika bir aroma verecekti..


FİRİKLİ PİLAV

Malzemeler: (6 kişilik)

- 1/2 su bardağı firik bulguru
- 1 su bardağı pilavlık kepekli bulgur
- 1/2 su bardağı kabuklu kırmızı mercimek
- 2 adet kuru soğan
- 4 diş sarımsak
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- Deniz tuzu, karabiber
- 4 su bardağı sıcak su

Yapılışı:

1. Öncelikle bulgur, firik ve mercimeği ayıklayarak karıştırın ve güzelce yıkayın. Bir kenarda bekletin.

2. Zeytinyağını pilav tenceresinde ısıtın, küp küp doğradığınız soğanları ve sarımsakları yağda kavurun. Karabiberi de soğanları kavurma sırasında eklerseniz yemekteki mis kokusunu daha fazla duyabilirsiniz.

3. Tencereye suyu ve tuzu ekleyin, varsa 1 defne yaprağı da atın (daha sonra çıkarmak üzere). Su kaynadıktan sonra bulgur, firik ve mercimeği tencereye alın, kapağını kapatın. Ocağı iyice kısarak suyunu çekene kadar pişmeye bırakın.

4. Mis kokulu pilavınızı 10 dk dinlendirdikten sonra harmanlayarak, güzel bir sebze yemeği ile birlikte servis yapabilirsiniz.

Ben sebze yemeği olarak, sevgili Nezaket'in Açık Büfe'sinde geçenlerde paylaştığı tarifle "Acapsandali" yaptım. Gürcü mutfağından olan bu ilginç isimli harika yemeği öğrendiğim için çok da mutlu oldum, teşekkürler sevgili Nezaket, iyi ki paylaşmışsın! Patlıcandan yapılan her yemeği pek sevdiğimiz için annemle birlikte bayıldık, sıklıkla yapacağımız yaz yemekleri arasına girdi. Pilavın yanına da gerçekten yakıştı. Patlıcanseverseniz tarif için Açık Büfe'ye mutlaka uğrayın derim!

Acapsandali ve arka planda bol semizotlu & soğanlı domates salatası!

Pazar kahvaltısında da organik siyah çayı ilk kez demledik. Bizim evin çay "gurmesi" olan annemin yorumlarını aynen yazıyorum:
demlerken: "vallahi nefis kokuyor..."
ilk yudumu alınca: "işte çay!"
ikinci yudumda: "yıllardır arayıp da bulamadığım gerçek çay bu!"

Ben hatırlamazmışım, eskiden içtiğimiz çayları hiçbir şeyle karıştırmadan doğrudan paketinden koyar demlermişiz de tüm evi çay kokusu sararmış.. Sonra çaylar bozulmuş, bir daha o kokuyu, o lezzeti bulamamışız.. Şimdi her yeni çıkan markayı belki budur umuduyla deniyormuşuz da olmuyormuş. Envai çeşit çayı harmanlayarak, tomurcuklar ekleyerek demlediğimiz çaylar bile bir türlü tam istediğimiz gibi olmuyormuş.. Kısacası biz aradığımız çayı bulmuşuz, bundan sonra başka çay içemezmişiz! Annem ince bellisiyle tam 5 bardak içtiği çayı o kadar övdü ki, greyfurt suyum bitince ben de kocaman sarı kupamı hevesle doldurdum ve gazeteleri kucaklayıp balkona çıktım. Çay gerçekten güzeldi! Ben "o eski çayları" bilmediğim için ve zaten çaya çok düşkün biri olmadığım için annemin yorumlarına fazla bir katkıda bulunamayacağım, ama gerçek çay tiryakilerine organik çayla mutlaka tanışmalarını öneririm. Marketlerin organik gıda raflarında da bulabilirsiniz. Ben geçenlerde Kipa'da gördüğümü hatırlıyorum mesela (umarım doğru hatırlıyorumdur, çünkü anneme artık başka çay içirebileceğimizi sanmam!)

Geçelim bu sabahki ofis kahvaltısına!
Soya sütü ile nihayet tanıştık... Vejetaryen olduğumdan beri, yani 5 yıldır soya ürünlerine pek meraklı olsam da, evde kolayca üretilir ve her yerde bulunur ürünler olmadıklarından beslenme alışkanlıklarım arasına giremediler malesef. Oysa bol miktarda kaliteli bitkisel protein ve östrojen içeren bu harika besin, vejetaryenler (ya da fazla et yemeyenler) için, özellikle de kadınlar için adeta ilaç..

Herkesin bildiği ve pekçoğumuzun kullandığı soya yağı, soya sosu ve soya ununu ayrı bir tarafa alırsak, soya proteinin piyasada daha çok bulunan formu eti ve kıyması. Onlarla daha önce tanışıp çeşitli soteler ve ızgaralar denedim ama açıkçası her defasında bana eti çağrıştırdıklarından pek severek yiyemedim. Ben de pekçok vejetaryen gibi ete ve kıymaya "alternatif" arayan biri değilim sonuçta.. O yüzden bu gibi alternatif ürünlerin belki eti sağlık nedeniyle yiyemeyen ve yemek isteyenler için iyi olabileceğini düşünüyorum, ama benim için "et, kıyma" gibi isimler bile itici olabiliyor! Soya sütü ise sevimli bir isim:)

Görünümü ve kıvamı süte çok benziyor, tadı ise kendine özgü ama süt yerine kullandığınızda, mesela bir kase müsliyle birlikte çok da aykırı bir tat değil. Ben bu sabah kahvaltımı işte böyle bir kase organik müsli içinde soya sütü ve bir porsiyon taze çilekle yaptım. Aslında her sabah buna benzer bir tabak hazırlıyorum kendime, bu sabahkinin farkı sadece soya sütü oldu. 1 litrelik paketi sadece müsliyle 3 gün içinde bitiremeyeceğim için belki kalanıyla tatlı yaparım diye düşünüyorum. Sütün kullanıldığı her yerde kullanılabiliyor, neden olmasın?! Süt ürünlerini de tüketmeyen bir vegan olsaydım bu tanışma sonucunda hayatım kurtuldu bile diyebilirdim:))

Son bir notum da organik ürünleri (tahıl ve kuru bakliyatları) saklamak konusunda olacak. Gerçi genelde minik paketlerde satıldıkları için alıp hemen kullanılabilirler ama olur da paketi açıp yarım bırakırsanız kısa bir sürede minik canlılar da onlarla tanışabilir! Bu onların naturelliğinden kaynaklanıyor tabi ki, ağzının tadını bilen sadece biz miyiz:) Daha önce annemin aldığı bir paket kepekli bulgurun bu akibete uğradığını görünce dün öğleden sonra kolları sıvadık ve yazların sıcak ve kurak geçtiği bu memlekette başka bir saklama yolu olmadığı için tüm tahıllarımızı ve bakliyatları gruplandırarak mini buzdolabına doldurduk. Güzel bir temizlik oldu, en önce pişmesi gerekenleri de bize hatırlattı. Sanırım önümüzdeki günlerde bol bol domatesli bulgur pilavları yiyeceğiz. Bol buzlu ve de tuzlu ayranla birlikte, bir de yanında salata olursa, ne şahane yaz yemeğidir!

Düşünüyorum da.. bizim kuşak, yani 70'lerde doğanlar, çocukluklarında doğal gıdalarla beslenme şansına sahip olan son kuşaktı. Malesef tam da gelişme çağımızda yitirmeye başladık bu şansı.. Hormon, radyasyon, ne kadar yapay aroma ve katkı maddesi varsa 80'li yıllarda girmedi mi hayatımıza? Neyse ki çabuk farkettik bedenimize ve dünyaya verdiğimiz (verdirilen!) zararları, yapay yiyeceklerin cicili bicileri paketlerine pek itibar etmemeye, organik ürünleri nerede görsek ilgi göstermeye, bütçemiz elverdiğince onları tercih etmeye ve bu sayede çocukluğumuzda hatırladığımız lezzette yemekler yemeye başladık. Bundan sonra doğacak bebekler annelerinin sütünden sonra organik mamalarla tanışacaklar, gerçek meyve ve sebzelerin pürelerini yiyecekler, suyunu içecekler diye umuyorum.. Anneler bilinçlendikçe çocuklar daha sağlıklı ve mutlu büyüyecekler.

Kısacası benim umudum var, mesela birkaç yıl öncesine kadar ekolojik bir pazar düşünebilir miydik İstanbul'da? Toprak kokulu domatesleri bulmak büyük kentlerde yaşayanlar için bile imkansız değil artık. Herşey daha da iyiye gidecek, eminim ben..
.. toprak annemiz bize küsmedi, küsmeyecek de!

19 Haziran 2006 Pazartesi

Çaylı Kek (yumurtasız)



Ruh yorucusu (var böyle bir tür!) insanlar tarafından fena halde yorulduktan sonra kavuşulmuş, ve evde oturup güzelce dinlenmeye KESİNKES karar verilmiş bir Pazar günü nasıl geçirilir?

Sabah makul bir saatte uyanılır.. Dinlenmekten 12 saat boyunca uyumak kastedilmemektedir! Ocağa çay koyulur, geceden hazırlanarak dinlenmeye bırakılmış krep hamuru buzdolabından çıkarılır.. O ılımaya başlarken bakkala gidilip günün gıcır gazetesi alınır, eve dönülüp krepler hazırlanır, bir yandan kayısı kıvamında yumurta haşlanır.. Anne kuş sofrayı hazırlamıştır bile, inekli seramik kupaya çay doldurulur, krepler marmelatlanır, keçi peyniri dilimlenir, bir yandan anneyle laflarken bir yandan Nur Çintay ne yazmış diye bakılır..

İkinci kupa tv karşısındaki kanepede içilir, kanepeye gün boyu seninleyim diye müjde verilir, kanepe bundan memnun olur mu bilinemez.. Gazetede okunacak köşe kalmayınca ve ekmek pişiren anne kuşun o sırada fırınla işi bitince kalkılır, "kolay olsun, en kolayı olsun, çabucak olsun!" diyerek ilk rastlanan tariflerden biri seçilir ve kek yapılır.. Kek pişerken salondaki kanepe ve önündeki sehpa tam teşekküllü hale getirilir: Günün filmi, günün kitabı, ayraç, kalem, leblebi tabağı, limon lifli bisküviler, az sonra içilecek kahve için french press ve içinde mis kokulu filtre kahve, bilimum sırt yastıkları ve tam karşıya mevzilenmiş bir adet vantilatör. Teçhizat tamamdır!

Kek pişer, balkondan gelen mis kokular ne kadar cazip olsa da fırının yanından jet hızıyla uzaklaşılır, kek soğumaya bırakılır. Salona dönülür. Akşam saatlerinde coşup makarna pişirmeye karar verinceye kadar kalınacak olan kanepeye yerleşilir...

Söz konusu kekin tarifidir:

Malzemeler:

- 1,5 çay bardağı bal
- 2,5 çay bardağı ılık çay
- 1,5 çay bardağı sıvıyağ
- 2 çay bardağı toz şeker
- 4 su bardağı un
- 1 tatlı kaşığı tarçın
- 1 paket kabartma tozu
- 1/2 çay kaşığı saf vanilya
- 1 su bardağı dövülmüş ceviz içi

Yapılışı:

1. Karıştırma kabına balı koyun, ılık çay ile eriyinceye kadar karıştırın. Üzerine sıvıyağı ve toz şekeri ekleyin, tekrar karıştırın. Bu aşamaları tel çırpıcı ile yapabilirsiniz, şekerin ve balın iyice erimesi yeterli.

2. Ayrı bir kapta unu, tarçını, kabartma tozunu ve vanilyayı karıştırın. Bu karışımı sıvı karışıma birkaç seferde ekleyerek iyice yedirin. Tahta kaşık kullanabilirsiniz ya da mikserin düşük hızında sadece 2-3 dk karıştırabilirsiniz.

3. En son cevizi ekleyin ve tabanına yağlı kağıt serdiğiniz 26 cm çapındaki kalıba (ben kelepçeli kalıp kullandım) hamuru dökün.

4. Önceden 170 derece ısıttığınız fırında pişirin. Ben son 5 dakikasında fırını kapatarak toplam 1 saatte pişirdim. Kürdan testini unutmamakta fayda var. Son olarak pudra şekerini kekiniz neredeyse soğuduktan sonra serpin ki kek tarafından emilmesin:)


Çabucak yaptığım bu kekin tarifini Dr. Oetker paketlerinden birinde görüp saklamışım. Ben tarifteki şeker miktarını azalttım, evde limon kalmadığını görünce limon kabuğu yerine vanilya ekledim, sıvıyağ olarak da bu kez zeytinyağı yerine keklerde kullanmayı sevdiğim soya yağını kullandım.. Diğer çaylı keklerden tek farkı yumurtasız olması. Yumurtadan hoşlanmayanlar ya da bir sebeple yiyemeyenler tarafından mutlulukla deneneceğine eminim. Süt ve yoğurt da içermiyor, yani içerdiği tek hayvansal besin bal.. Ve balın verdiği aroma gerçekten hoş. Ertesi gün iyice güzelleşiyor, yumuşacık bir kek oluyor. Sevim'in aynı akşam test edip onayladığı üzere buzlu çay eşliğinde de çok iyi gidiyor!

Annem komşudan gelip "neler yaptın seeen? ne bu kokular böyleee?" dediğinde neredeyse öğleden sonraydı ve ben soğumuş olan kekimi fotoğraflamakla meşguldüm. O ana dek tüm bunları anlatmak da, keki Kahve'ye koymak da hiç hesapta yoktu doğrusunu söylemek gerekirse! Ama kek basitliğine rağmen öyle hoş oldu ve ben bu Pazar gününden öyle keyif aldım ki işte hepsini anlatıverdim:)

Fırında Patatesli Palamut

Malzemeler:
1 orta boy palamut, 3 küçük baş soğan, 3 adet domates, 5 adet yeşil sivribiber, 1/2 bağ maydanoz, 1,2 fincan zeytinyağı, 1/2 tatlı kaşığı tuz, 1/2 limon suyu

Hazırlanışı:
Dilimlenmiş balığı suyunu süzdürdükten sonra tuzlayarak bir kaba koyun. Yarım halka şeklinde ince ince kesilen soğanı zeytinyağında, hafif pembeleşinceye kadar kavurun. Kabukları ve çekirdekleri çıkarılmış kuşbaşı doğranmış domatesleri, küçük doğranmış sivri biberleri soğanların üzerine ekleyin, hepsini karıştırarak pişirin.
Hazırlanan harcın 2/3’ünü bir tepsiye kıyılmış maydanozla birlikte yayın. Palamut dilimlerini bu harcın üzerine dizin. En üste de harcın geri kalanını maydanozla birlikte koyun.
Tepsideki balığı 30 dakika süreyle ya ocakta üstüne kapak kapatarak veya orta ısıdaki fırında üstü açık olarak pişirin. Ilık veya soğuk olarak, arzuya göre limon suyuyla tadlandırarak yiyebilirisinz.

Afiyet olsun...

Tarif(Alıntı):
Ntvmsnbc

15 Haziran 2006 Perşembe

Soğuk Nane Çayı

Dün akşam eve gittiğimde annemin benim için hazırladığı bol domates soslu patlıcan közlemesi duruyordu mutfakta. Yalnız yemek yiyeceğim akşamlardan biriydi yine. Kızartmak için buzdolabından kendime bir dilim ekmek çıkarırken mis kokulu nanelerle karşılaştım. Bir de bol naneli salata mı yapmalı düşüncesi aklımdan geçtiyse de, patlıcan salatası yeterli dedim (naneyi onun içinde de severim, ayrı) ve poşeti geri bıraktım. Birkaç dakika sonra mutfağa tekrar girdiğimde ne yapacağımı biliyordum:) Hemen ocağa sıcak su koydum, ben tepsimi hazırlayana kadar kaynadı ve naneleri atıverdim içine!

Yazın sıcak gündüzlerinde ve akşamlarında (ve tabi tüm zamanlarda) yapay / katkılı / boyalı içeceklerden ne kadar kaçıyorsam, doğal lezzetli, ev yapımı serin içecekleri de o kadar seviyorum. Sıkça hazırlıyorum böyle içecekleri.. Hiç olmazsa kışın sıcak içtiğim meyve çaylarının soğuk versiyonlarını yapıp kaldırıyorum buzdolabına. Fazla şekerli olmalarını istemediğim için çoğu kez balla tatlandırıyor, hatta bazen onu da koymuyorum.

Nane; salatalara ve tuzlu hamur işlerine yakıştığı gibi, tatlı-serin yiyecek ve içeceklerle de son derece uyumlu bir güzel ot. Limonataya yaptığı katkıyı son derece severim mesela! Ama bu kez sadece onunla hazırladım soğuk çayımı. Mutfakta o akşamki maceralar (gül böreği denemesi, börek uzmanı anneyle "bırak da kendi kendime börek yapabileyim" tartışması, sonra anneye soru sormak gerekince gönlünü alma çabaları:) bitince de kendime çayımdan bir bardak doldurup gazetelere nihayet göz atabilmek üzere koltuğa yayıldım. Çayım güzel olmuş! İşte onun basit mi basit tarifi:

Malzemeler:

- 1/2 demet taze nane
- 1 lt su
- 1 yemek kaşığı bal
- Limon dilimleri, buz, nane yaprakları...

Yapılışı:

1. Suyu tencereye koyup kaynatın. Kaynadıktan sonra altını kapatın, taze naneleri suyun içine atın ve delikli kepçeyle üzerlerinden bastırın. Yaklaşık 10 dk bekletin.

2. Süzgeçten geçirerek naneleri çıkartın. Ilındıktan sonra içine balı ekleyip eriyene kadar karıştırın (daha tatlı severseniz bal miktarını artırabilirsiniz).

3. Çayınızı sürahiye doldurarak buzdolabına kaldırın. Servis yaparken bardaklara birer limon dilimi koyup nane yaprakları ile süsleyebilirsiniz. Dilerseniz buz ekleyin.

Haftasonu (benim için sadece Pazar günü) planları arasında evde oturup Citizen Kane'i bilmemkaçıncı kez izlemek, izlerken film üzerine yazılmış bir kitabı da okumak, film arası çay molası yapmak için rüzgar torbalarının tuzlu versiyonunu denemek, akşam yemeği için hafta içinde uğraşılamayan zor (!) bir yemek yapmak gibi şeyler var. Şimdilik planlar böyle...

13 Haziran 2006 Salı

Humus



"War of the Worlds" (Dünyalar Savaşı) filminde çocuklarını uzaylı istilasından korumaya çabalayan baba rolündeki Tom Cruise, kızının yediği humusu tattığında annesinin müdavimi olduğu vejetaryen lokantasından alınmış bu mezeden hiç hoşlanmamış, hatta hoşlanmadığını hoş olmayan bir şekilde ifade de etmişti:) Benimse humusa karşı zaten merakım vardı, ama bu sahneden sonra iyice merak eder olmuştum! Yememiştim daha önce, yapmamıştım da. Nasıl olur demeyin, evin babası farklı tatlara sımsıkı kapalı olunca, evin annesi çocuklarını pekçok farklı yemekle tanıştıramamıştı haliyle, ama en azından öğrendikten sonra kendim için deneyebilirdim.

Yine de, acaba annem yer mi, ya da bakalım ben sever miyim diye tereddüt ettiğim için denemeyi sürekli erteledim. Tahin bana hep "tatlı" çağrıştırır, belki de bu yüzden.. Bizde bazen hamur işlerine koyulur tahin, çoğu zamansa pekmez veya şekerli su ile inceltilerek ekmek banılan kışlık bir ısıtıcı, yemek tamamlayıcı olarak görülür. Yemek yetmeyecek gibiyse ya da hafifse annem hemen bir tabak tahin hazırlayıp çoğu akşamı kurtarmıştır çocukluğumdan beri. Gerçi küçükken ekmeğimi bol keseden bandığım o muhteşem lezzete artık biraz daha temkinli yaklaşıyorum ya neyse, konumuz bu değil!

Mutfaktaysan ve hayatın boyunca aynı şeyleri yemek / yedirmek niyetinde değilsen cesur olacaksın... Geçen yaz yaptığım bir salataya gözümü kapatıp "ne olursa olsun" diyerek tahin koymuş, limonla birleşen tahinin lezzetini damağım ilk başta biraz yadırgamış olsa da yedikçe hiç fena değilmiş diye düşünmüştüm. Ama hadi artık humus da yapayım demem birazcık (!) daha zaman aldı. Sonunda geçen hafta Cumartesi akşamından nohutlarımı ıslatıp, ertesi gün yapmaya karar verdim. Hatta hazır cesareti toplamışken bir de yanına felafel yapayım dedim.

Ertesi gün, ıslattığım nohutların yarısını humusa, yarısını da felafele ayırarak işe giriştim. Her ikisi de hazır olduğunda iki kişilik soframızı süsleyip püsleyerek annemi çağırdım. Humus ve felafel birbirine gerçekten yakıştı ve özellikle humus, annemden beklemediğim kadar övgü alarak beni şaşırttı! Felafel ise malesef yeterince başarılı sayılmazdı. İlk deneme için bu normal kabul edilebilir dedik, ama denemelerim sürecek tabi! O yüzden bugün sadece humus tarifini paylaşacağım, içime sinen bir felafel yapmayı başarırsam onu ileride ayrıca yazarım.



Yemek tariflerinin evrenselleşmesini, sonunda nerede ve nasıl doğduğu unutulacak kadar yayılmasını, girdiği her kültürde farklılaşıp zenginleşmesini, damak tadlarına göre çeşitlenmesini severim ve bunu hem mutfağın mantığına, hem de insanın doğasına uygun bulurum. Ama yine de farklı bir lezzetle karşılaştığımda orjinini merak ederim. Humusu da aynı şekilde merak edip internette biraz araştırdım ve kafam karıştı! Humusun Akdenizli bir meze olduğunu ve Türk mutfağına ait olduğunu yazanlar olduğu gibi Ortadoğu mutfağına ait olduğunu söyleyenler de vardı. Aslında "hummus" sözcüğünün Arapça'da nohut anlamına geldiğini, Suriye'de de Humus şehri bulunduğunu öğrenince ikincisi daha mantıklı geldi bana. Diğer taraftan humusun Tarsus mutfağına ait olduğunun tescillenmesi için 2005 yılında başvuru yapıldığını okudum ama sonuç ne oldu bilmiyorum. Wikipedia'daki diğer bilgilere göre humus, Arap ülkeleri ve bizim dışımızda Ermenistan ve Yunanistan'da da yaygın olarak yapılıyor ve daha çok kahvaltılık olarak değerlendiriliyormuş. Son dönemlerde Avrupa ve Amerika'da da popüler ve cips eşlikçisi bir meze haline gelmiş...

Bu fazlaca uzayan girişi noktalayıp tarife geçmeden önce, humusun bol miktarda kaliteli protein içeren son derece sağlıklı ve besleyici bir meze olduğunu belirtmekte yarar var... Yiyiniz, yediriniz:)

Malzemeler:
(3-4 kişilik)

- 3/4 su bardağı nohut
- 3 diş sarımsak
- ½ çay bardağı tahin
- 1 limonun suyu
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 çay kaşığı deniz tuzu
- 1 çay kaşığı pul biber

Yapılışı:

1. Nohutları geceden suya ıslatarak bekletin. Gece ıslatmayı unutursanız 8 saat önceden, mesela sabahtan da ıslatabilirsiniz.

2. Ertesi gün nohutların suyunu süzüp bir tencereye alın, üzerlerine sıcak su ekleyin, daha kolay yumuşamaları için biraz tuz ilavesiyle haşlayın. Haşladığınız suyu atmayın, humusun kıvamına göre kullanmanız gerekebilir.

3. İyice yumuşayan nohutları soğuduktan ya da ılındıktan sonra robota alın. Soyduğunuz sarımsakları, tahini, zeytinyağını, limon suyunu, tuzu ve pul biberi ekleyip robotu çalıştırın, karışımı püre haline getirin.

4. Humus hazır bile! Şimdi kıvamını kontrol edin, eğer ekmeğe sürülecek kıvamdan daha sert olduysa nohutun haşlama suyundan gereken miktarda ekleyin. (Ben 1-2 kaşık kadar ekledim.) Üzerini dilediğiniz şekilde süsleyebilirsiniz...

Son olarak birkaç servis alternatifi:

1. Humusu kahvaltıda ya da ikindi çaylarında -tercihe göre tek kişilik minik kaseler içinde- servis ederek ekmek üstü yapabiliriz. Ekmek yerine pide veya lavaş da olabilir. Biz kızarmış nohut mayalı ekmekle birlikte pek sevdik!

2. Felafel için yoğurda alternatif bir sos olarak kullanabiliriz.

3. Sevdiğimiz çiğ sebzeleri çubuk şeklinde hazırlayarak humusu dip olarak kullanabiliriz.

4. Ev yapımı kepekli bir somun arasına bolca sürdükten sonra, domates, salatalık ve yeşillik ilavesiyle kendimize güzel bir sandviç hazırlayabiliriz. Hızlı ve çabuk, ama besleyici bir öğle yemeği alternatifi olur.

11 Haziran 2006 Pazar

Semizotu Yemeği

Hafif yemeklere duyulan sempatinin ve ihtiyacın arttığı bugünlerde, zaten ağır yemekler barındırmayan menümüze bu basit ve sade, ama çok sağlıklı ve lezzetli semizotu yemeğini eklemek istedim.

Yoğurtlu Semizotu Yemeği Tarifi

Geçenlerde bir yazımda annemin semizotundan bahsetmiştim, kahvenin müdavimlerinden sevgili Nurten Hanım da beni her zaman mutlu eden ve gülümseten maillerinden birini yollayarak tarifini istemişti. Bizde yaz boyunca çok sık yapılan bir yemektir, annem son yaptığında Nurten Hanım'ın bu ricasını ve verdiğim sözü hatırladım, tabağımı temizlemeden önce hemen fotoğrafladım.

Ben semizotunu çiğ yemeyi severim aslında, özellikle bol sumaklı ve domates-soğanlı salatasına bayılırım. Bir de tabi salatalıkla birlikte süzme yoğurda karıştırıldığı versiyonu vardır soframızdan eksik olmayan.. Yemeği de fena olmaz tabi! Annem çok az pirinç atar bu yemeğe, benim pek hoşlanmadığımı bildiği için. Bazen de pirinç yerine bulgur atmasını isterim. Bu kez yaptığında ise Sade'nin kepekli organik bulgurundan koymasını söyledim. Böyle çok daha lezzetli ve tabi sağlıklı oldu.

Tarifi pekçok kişinin bildiğini düşünüyorum ama bilmeyenler ya da hatırlamak isteyenler için iyi olabilir diye ekliyorum. İşten eve gelince de hemen yapılabilecek yemeklerden. Annemin anlatımıyla, işte bizim usül zeytinyağlı semizotu yemeği.. Sıcakken de soğukken de güzel. Ama bence en güzeli ılık yemek, tüm zeytinyağlılarda olduğu gibi.

Malzemeler
  • 1 bağ semizotu
  • 1 orta boy kuru soğan
  • 1 kahve fincanı zeytinyağı
  • 1 yemek kaşığı domates/biber salçası
  • 2 olgun domates
  • 1 yemek kaşığı bulgur/pirinç (tercihe göre)
Yapılışı
  1. Semizotunu yıkayıp temizleyin, fazla küçültmeden doğrayın, bir kenarda bekletin.
  2. Küçük bir tencereye zeytinyağını koyun, yemeklik doğradığınız soğanları pembeleştirin. Soğanlar pembeleşince salçayı ekleyip karıştırın.
  3. Domatesleri küp küp doğrayın, tencereye ekleyin. Semizotlarını da ekleyin, tuzunu atın ve tencerenin kapağını kapatın, kısık ateşte pişmeye bırakın.
  4. Semizotu suyunu salınca 1 kaşık kadar bulgur ya da pirinç ekleyin. Yemeğiniz kısık ateşte kendi suyuyla pişecektir. Ancak biraz daha sulu severseniz su ekleyebilirsiniz. Bulgur ya da pirinç yumuşadıktan sonra altını kapatın.
Yoğutlu Semizotu Yemeği Tarifi

Semizotuna yoğurt çok yakışır.. Dilerseniz yemeğinizin üzerine süzme yoğurt döküp pul biber serperek servis yapabilirsiniz. Ayrıca yanında güzel bir makarna servis önerisidir!

8 Haziran 2006 Perşembe

Menemen Yatağında Omlet



Bir şeyin "yatağında" servis edilen bir başka şey, daha doğrusu yemeklere verilen bu tarz isimler beni hep gülümsetmiştir. Çoğu kez zorlama olduğunu düşünsem de bazen eğlenceli bulurum böyle yemek isimlerini. Ama günün birinde böyle bir isim kullanacağımı kesinlikle düşünemezdim, buyrun, bu da oldu işte!

Efendim tarifimizin tam ismi "menemen yatağında soya soslu omlet şeritleri", ama biz herhangi bir otelin özel kahvaltı menüsünü oluşturmadığımız için bu kadar havalı bir isme gerek yok dedik:)) Bu tabak sadece annemle ikimizin Pazar keyfinden ibaret! Ama gözümüze pek hoş gözüktüğü için -Kahve'nin kahvaltılıklar bölümünün fakirliğini de gözönüne alarak- paylaşayım istedim. Belki sizin haftasonu kahvaltınız için de bir fikir olur.

Pazar kahvaltısında omlet, olmazsa olmazlar arasındadır bizde. Omlet yoksa haşlanmış yumurta var demektir (ki Ev Cini'nin geçenlerde paylaştığı tekniklerle bundan sonra çok daha mükemmel yumurtalar pişirileceği kesin gözüküyor), yani yumurta olmazsa olmaz desek daha doğru olur. Menemen zaten bir yaz klasiğidir; bizde genelde yemek olarak düşünülse ve çoğu kez akşam yemeği için pratik birşeyler gerektiğinde hazırlansa da, soğansız versiyonuyla kahvaltı sofrasındaki yerine de itiraz edilmez...

Fikrini Yemek Zevki dergisinin eski sayılarından birinden aldığım bu tarifte ise yumurta ve menemen farklı bir şekilde biraraya getiriliyor, yumurtayı içine kırmak yerine krep gibi pişirip dilimliyor ve menemen üzerine yerleştiriyorsunuz. Basit bir tarif, kahvaltı masasına oturanlar için hoş bir sürpriz oluyor:)

Malzemeler:
(2 kişilik)

- 2 adet yumurta
- 2 adet domates
- 2 adet sivri biber
- 1 tatlı kaşığı soya sosu
- 1 tatlı kaşığı su
- Küçük bir tutam taze fesleğen
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı
- Tuz, karabiber

Yapılışı:

1. Domateslerin kabuklarını soyup küp küp doğrayın, biberleri ince ince kıyın. Tuz ve karabiber serptikten sonra 1 kaşık zeytinyağı ile tavada bir müddet soteleyin. İnce kıyılmış fesleğeni serpiştirip altını kapatın.

2. Yumurtaları soya sosu ve su ile incelterek iyice çırpın. Küçük bir teflon tavayı kalan yağ ile her defasında yağlayarak, yumurtaları krep yapar gibi 3 seferde pişirin. Hazırladığınız omletleri üstüste koyarak rulo yapın, bıçakla incecik dilimleyin.

3. Menemeni servis tabağına alın. Hazırladığınız omlet şeritlerini üzerine yerleştirin. Dilerseniz maydonozla süsleyerek sıcak sıcak servis yapın.


Omlet tabağımızı masamızın göbeğine oturtup, peynir-zeytin-reçel tabaklarını çevresine sıraladıktan ve çaylarımızı doldurduktan sonra masayı pencere kenarına taşıdık annemle. Evet, masayı sonradan taşıdık! Canımız öyle istedi aniden, sokağa karşı bol güneşli bir kahvaltı yapalım istedik. Ama bir vakitler küçük kentimizin dağlarını bile rahatça görebildiğimiz penceremizden şimdi neredeyse karşı komşunun mutfağını görmekte olduğumuzu farkettik birden. Ve etrafımızı çevreleyen apartmanlar arasında iki katlı eski evimizin karikatür gibi ufacık kaldığını, diğer taraftan artık kentin iyice merkezinde olduğumuzu düşündük. Eskiden bizim mahalleden biraz daha ötesi zeytinlikken, dayımların evinden sonra incir ağaçlarıyla dolu tarlalar uzanıyorken, kent orada "bitiyorken", biz ne zaman merkezde kalıverdik, ne zaman bu kadar apartman ve site tarafından çevrelendik, insanlar ne zaman her yere minibüslerle taşınır oldu, ne vakit böyle "tıklım tıklım" olduk, bilmiyorum.

Yahu anne, bizim taşra hangi arada kentliğe terfi etti de haberimiz olmadı?

Ne zaman büyüdü de, "ben biraz daha büyüsem var ya, metropol bilem olurum!" diye kafa tutmaya başladı? Baksana alışveriş merkezimsi Kipa'mız bile var artık, insanlar alışkın olmadıkları o dev alanda, şartlı refleks halinde, devasa alışveriş arabalarını acemi manevralarla kullanıp oradan oraya heyecanla gezinerek aslında hiç ihtiyaçları olmayan şeyleri alıyorlar durmadan... Bazen bakkaldan irmik almaya gönderildiğim 7 yaşındaki halimi anımsıyorum, evimize yürüme mesafesindeki Kipa'ya giderken.

Ne zaman "büyüdük" sahi biz?

Çayımdan bir yudum aldım.
"Haftaya buraya oturmayalım, eski yer iyiydi" dedi annem.

7 Haziran 2006 Çarşamba

Patlıcanlı Esmer Pilav

Pilavı nasıl seversiniz? Nasıl yersiniz? Ben pilavı bizzat ana yemek olarak düşünmeyi seviyorum. Biliyorum, yemek kültürümüzde pilav ya da makarna yardımcıdır, ana yemeğin yanında yenir çoğu kez. Tamam, kuru bakliyatların yanında pilava benim de itirazım olmaz ama yine de ben yemeğimin yanında sadece ekmek yemeyi daha çok severim. Pilav da ayrı bir yemek olsun bana, o yüzden de zengin olsun isterim. Bol malzemeli olsun, sebzeli, hatta bazen fıstıklı, üzümlü, bol baharatlı olsun, yanında kocaman bir tabak salatam ya da belki ayranım veya yoğurdum olsun. Daha ne isterim?

Patlıcanlı Esmer Pilav Tarifi


Beyaz pirinç yerine mümkün olduğu kadar esmerini tercih ettiğimi daha önce yazmış, esmer pirincin özelliklerinden de uzun uzun bahsetmiştim. O yüzden tekrar etmeyeceğim, ama bugün bu harika besinle yapabileceğiniz bir başka pilav tarifini daha paylaşmak istiyorum. Dilerseniz bu esmer pilavı beyaz pirinç ile de yapabilirsiniz elbette..

Yaz boyunca pekçok kişi gibi ben de patlıcankolik oluyor ve patlıcanla yapılabilecek her türlü yemeği hiç bıkmadan her gün yiyebilecek duruma geliyorum. Hele yer ocaklarındaki közlere gömülen patlıcanlarla yapılan közlemeler, nar ekşili salatalar, tazecik bostan patlıcanlarıyla yapılan kavurmalar öyle sık yeniyor ki bizde, sanırsınız pazarda başka sebze yok! Yaz sonunda da acı bir hüzün çöküyor içime tabi.. Patlıcan gerçekten bağımlılık yapıyor, buna eminim artık.

Çok sevdiğim patlıcanlı pilavı esmer pirinçle ilk kez denedim. Genelde patlıcanlar kızartılarak yapılır bu pilav, ama ben daha hafif olsun diye kızartmak yerine az yağda kavurdum. Esmer pirinç ise yine pişinceye kadar sabır sınırlarımızı zorladı. (buradan aldığım ders: işten eve çok aç gelince esmer pilav yapmaya kalkışma!) ama yine de beklediğimize değdi:)

Esmer Pilav İçin Malzemeler (3 Kişilik)

  • 2 adet iri patlıcan
  • 1 su bardağı esmer pirinç
  • 3 su bardağı sıcak su
  • 1 orta boy kuru soğan
  • 1 orta boy domates
  • 1/4 su bardağı zeytinyağı
  • Deniz tuzu, karabiber

Yapılışı

  1. Patlıcanları alacalı olarak soyun, küp küp doğrayın. Acı suyunun çıkması için tuzlayıp kevgire bırakın.
  2. Zeytinyağını pilav tenceresinde ısıtın, ince doğradığınız soğanı hafifçe pembeleştirin. Rendelediğiniz domatesi ekleyin. Pirinçleri de ekleyerek bir müddet kavurduktan suyunu ve tuzunu koyun, kapağını kapatın ve kısık ateşte suyunu çekene kadar (yaklaşık 45 dk) pişmeye bırakın.
  3. Bu arada bekleyen patlıcanları yıkayıp kurulayın, teflon bir tavada çok az zeytinyağını ısıtıp patlıcanları içine atın. Kapağını kapatın, yumuşamaya başladıklarında arasıra karıştırarak, güzelce kızarana kadar kavurun.
  4. Suyunu çeken pilavınızın altını kapatarak 10 dk dinlendirin. Daha sonra patlıcanlarla harmanlayarak servis yapabilirsiniz.
İpucu : Beyaz pirinçle yapmak isterseniz 1 bardak pirinç için 1,5 bardak su kullanarak aynı şekilde pişirebilirsiniz. Pişme süresi daha kısa olacaktır.

Yanında bir "pilav"ımız daha vardı, çingene pilavı! Annemin canı istemişti, ben sofra hazırlarken yapıverdi bizim meşhur salatamızı. "Zaten sen pilav yapmasaydın sadece bunu yiyecektim bu akşam" dedi. "Ben de zaten pilavla birlikte sadece soda içmeyi düşünüyordum, senin pilavından da alırım artık!" dedim. :)

Patlıcanlı Esmer Pilav


Biz böyleyiz işte, otlar, sebzeler, hafif yemekler, salatalar...

... mevsim yaz!

Bir de rota deniz kıyılarına doğru çevrilse yavaştan... Sofralar batan güneşe karşı kurulsa yosun kokan kıyılarda... Bir kadeh şarap olsa, birkaç da meze tabağı yanında, yetse bana... Fonda Müzeyyen Senar, Safiye Ayla olsa, öyle güzel söyleseler derinlerden, eskilerden... Sonra uzanıp sessizce bir hamağa, Selim İleri okusam uyuyup kalana dek...

4 Haziran 2006 Pazar

Limonlu Puding

Son zamanlarda hemen her gün bir kup sütlü tatlı yiyorum. Kuplarım minik olduğu ve tatlılarım hafif olduğu için de bunda hiçbir sakınca görmüyorum. Sütlü tatlıları yaz–kış her zaman tercih ederim zaten, ama yazın sıcak günlerinde bu serin kupların çok daha cazip oldukları bir gerçek. Özellikle de günün sonunda evde ayaklarınızı uzatıp dinlendiğiniz saatlerde bunlardan birini kaşıklamak son derece keyifli.


İşte son günlerde yaptığım tatlılardan birisi bu; limonlu puding. Son derece basit, ama hafif ve hoş aromalı bir tatlı oldu. Hatta benim için fazlasıyla hafif oldu çünkü içinde şeker bile yoktu! Şöyle ki, tatlım şeker içermiyor ama onun yerine geçen, kalorisiz ve doğal (bitkisel) tatlandırıcı "stevia" içeriyordu. Tijen ablamın sık sık bahsettiği, benimse buralarda bulamayacağımın kesin olduğu ve "ama ben de şekersiz tatlılar yapmak istiyoruuum!" diyerek çok kıskandığım stevia tatlandırdı tatlımı. Nereden buldum dersiniz? Sevgili Türkmenciğim gönderdi onu bana, taa Güney Afrikalardan! Canım dostumun Türkiye tatiline gelirken benim için topladığı harikalar arasındaki beyaz tozun stevia olduğunu hemen tahmin etmiş, yazdığı notta da tahminim doğrulanınca çocuklar gibi sevinmiştim. O zamandan beri birkaç kez kullandım steviayı, özellikle tatlı krizimin durdurulamaz hale geldiği ve kendimden korktuğum (!) günlerde gerçek anlamda kurtarıcıydı.

Stevia ile ilgili bilgiler için şu linki tıklayabilirsiniz, İngilizce bir site gerçi. Mutfakta Zen'in arşivine de bakabilirsiniz tabi, Tijen abla genelde onunla yapar tatlılarını. Benim kullandığım, yani toz haline getirilmiş ve pudra şekeri görünümündeki stevia sanırım Türkiye'de bulunmuyor ama stevia bitkisini doğal ürün dükkanlarında bulmak ya da internetten sipariş vermek mümkün. Yurtdışında yaşayanlar sanırım çok daha rahat bulabilirler.

Tarifi normal şekerle veriyorum, ben az tatlı sevdiğim için 1 tatlı kaşığı toz stevia kullandım, bu da sanıyorum 3/4 bardak şekerin vereceği tadı veriyor. Diyetteyseniz ve stevianız yoksa bile bu pudingi yapıp rahatlıkla yiyebilirsiniz, az kalorili olması için az şekerli yaparsınız olur biter. Ama lütfen yapay tatlandırıcı kullanmayın, aspartamın verebileceği zararlar her ne kadar kanıtlanmış değilse de, ne olur ne olmaz!

Malzemeler (8 adet mini kup için)
  • 1 lt yağsız süt
  • 1 su bardağı şeker
  • 1 su bardağı su
  • 1/2 su bardağı un*
  • 1 adet yumurta
  • 1 limon kabuğu rendesi
* Bu miktardaki un, bizim sevdiğimiz gibi az yoğun bir puding için yeterli ama siz daha yoğun kıvamlı severseniz miktarı biraz artırabilirsiniz.


Yapılışı
  1. Sütü ocağa alıp kaynatın, kaynadıktan sonra şekeri ekleyip eritin.
  2. Ayrı bir yerde unu ve yumurtayı 1 bardak ılık su ile iyice ezin, topak kalmaması için süzgeçten geçirin. Kaynayan süte bu karışımı yavaş yavaş akıtarak karıştırın.
  3. Limon kabuklarını da ekleyin, karışım tekrar kaynadıktan sonra 5 dk daha kısık ateşte pişirin. Kaselere alarak soğutun, serin serin servis yapın...



Günde 2 porsiyon süt ürünü tüketmemiz gerektiği düşünülürse, böyle bir minik kup, günlük ihtiyacımızın 1/4'ünü karşılayabiliyor. Üstelik tatlı tatlı:)

2 Haziran 2006 Cuma

Ali Nazik

Malzemeler:
3 orta boy bostan patlıcan, 1,5 bardak süzme yoğurt, 2-3 diş sarımsak, karabiber, kırmızı biber, kuru nane, tuz, 4-5 yemek kaşığı zeytin yağı, 1 adet domates

Yapılışı:
1- Öncelikle patlıcanları ocağınızın üzerinde veya mangalınızda közleyin ve kabuklarını temizleyin. Salata tahtanızın üzerinde ince ince kıyın.

2- Hazırladığınız patlıcanları geniş bir tabağa alın ve içerisine yağı, karabiberi, kırmızı biberi, naneyi, tuzunu ve yağını da ekledikten sonra çatalın tersiyle karıştırarak biraz ezin.

3- Ayrı bir tasta sarımsakları az bir tuzda ezip üzerine yoğurdu da ilave edin ve çok sulu olmaması şartıyla sulandırarak karıştırın. Patlıcanların üzerine ilave edip iyice karıştırın.

4- 1-2 kaşık yağı tavanıza alın ve rendelediğiniz 1 adet domatesi biraz soteleyin, ardından biraz tuz ve nane yapın ve bu karışımı servis tabağına yaydığınız patlıcanın üzerine dökün.
Afiyet olsun...

Not: Bazen üzerine domates yerine kıymalı soğanlı biberli ve domatesli yaptığım karışımı döküp üzerinede maydonaz ilavesi yapıyorum ve çok güzel oluyor.