30 Ocak 2007 Salı

Guacamole (avokado ezmesi)



Nihayet "kış gibi" bir gün İstanbul'da..
Uyandığımda hafifçe üşümemden anlamıştım. Kapıdan çıktığımda saçlarıma doluşan kar taneciklerini görünce mutlu oldum! Kulağımda en sevdiğim müziklerden biriyle, şımarıklık yapıp yolumu biraz uzatarak yürüdüm. Şimdi de ginseng çayım kupamda, bulduğum kısa bir arada blogu güncelleyeyim istedim.

Güzel mi güzel bir misafirim vardı geçtiğimiz günlerde...
Ben onu "sakladım", biraz da saklanmak istediğini hissederek. Keşke kırılmasını, üzülmesini, canının yanmasını engelleyebilseydim, keşke onu gerçekten saklayabilseydim! Gücüm o kadarına yetmedi, ama belki bunun da yaşanması gerekiyordu, o güzel öyküde anlattığı gibi bunun bir şans ya da şanssızlık olduğuna kim karar verebilir?

Canımın içi Tijen ablamdan bahsediyorum.
Ne mutlu bana ki onu iki kez konuk ettim.
Benim küçük evimde -hala eksiklerim olmasına rağmen- rahat edebilmesi, huzurlu ve mutlu olup bazen dışarı çıkmak bile istememesi, mutfağımı keyfince kullanıp ikimiz için nefis yiyecekler hazırlaması (hele ilk geldiği günün akşamı ben işten dönmeden önce hazırladığı çorbanın tadını anlatamam, sonraki günlerde de tüm karşı çıkışlarıma rağmen dışarıdan alıp getirdikleri hiç eksilmedi), elimize tabaklarımızı ve kadehlerimizi alıp kanepede oturarak yaptığımız akşam keyifleri, pazar gezmelerimiz, sabah kahvaltılarımız, ama en önemlisi evime ve içime yaydığı pozitif enerji... Öyle güzel ve benim için öyle önemliydi ki! Dünyada onun gibi insanların sayısı birazcık fazla olsaydı, çok daha yaşanır, çok daha iyi bir yer olurdu bu yerküre, buna eminim...


Avokadoyla beni yine o tanıştırdı. İlk ondan duyduğum avokadoya Aydın'dayken bakınmış ama hiç rastlamamıştım. Söylediğimde şaşırmıştı buna, pazarlarda bile bulunması gerek diye.. Meğer kısmet ekolojik pazaraymış:) Ekolojik pazarı ilk ziyaretimizde aldığı avokadolardan şansıma düşeni o gittikten sonra tatmış ama salata içinde çok da hoşlanmamıştım. "Sevmeyebilirsin" dedi bu sefer gelişinde, hiç mi hiç sevmeyenler olduğundan bahsetti. Ama yok, bizim damak tadlarımız birbirine yakın, ona bir şans daha vereceğim dedim:) Ve ikinci kez bana bıraktığı avokadolardan biriyle haftasonunda "guacamole" yaptım. Evet, güzelmiş:))

Avokado ancak olgunken -iyice yumuşadığında- yenebilen bir meyve, bu yüzden ezme yapmaya, sos hazırlamaya, ekmeğe sürülmeye bence daha uygun. Ekolojik pazarda Buğday standındaki sevgili Leyla'nın yaptığı gibi üzerine limon sıkıp yiyebilirsiniz de belki, bilmiyorum, ben denemedim:) Biraz kalorili ve yağ oranı yüksek bir meyve olduğunu hatırlatmakta yarar var, ama çok değerli bir besin olduğunu, bolca vitamin içerdiğini de söylemek gerek..

Gelelim tarife..
Guacamole, yani avokado ezmesi, Meksika mutfağından bir dipsos. Tarifi sevgili Nathalie Tunçer'in Miniklerin Yemek Keyfi kitabından. Kitapta sadece miniklere değil, büyüklere de hitap eden nefis tarifler olduğunu yazmıştım, bu da onlardan biri. Ben miniklerin sevebileceği versiyonundan farklı olarak, Nathalie'nin tavsiyesi üzerine limon suyu ve kişniş, biraz da tuz ekledim. Ve sebze yanında değil, peksimetle birlikte kendime servis yaptım. Yağmurlu bir Cumartesi günü, tv karşısında buz pateni keyfime öyle güzel eşlik etti ki:)

Peksimetlerim taa Mardin'den geldi bu arada, o da ablamın hediyelerinden! Çok lezizler çook.

Malzemeler:

- 1 adet olgun avokado
- 2 yemek kaşığı süzme yoğurt
- 1 adet domates (2 kaşık konserve kullandım)
- 1 tatlı kaşığı ince kıyılmış maydonoz
- 1/2 çay kaşığı kişniş
- 1/2 çay kaşığı tuz
- Birkaç damla limon suyu

Yapılışı:

1. Avokadoyu bıçakla çekirdeğine değecek kadar derin çizdikten sonra ikiye bölün. Ne sevimli koca bir çekirdeği var değil mi:) Sonra her yarıyı avucunuza alarak çay kaşığı yardımıyla içini çıkartın. Kaşığın tersiyle ezerek püre yapın.

2. Küp kesilmiş domatesleri de ezerek püre haline getirin. Sosun lezzeti açısından kış domatesleri yerine yazdan hazırlanmış konservesini kullanmanız önemli.. Ben anneciğimin gönderdiği kıpkırmızı domateslerden kullandım.

3. Tüm malzemeleri karıştırıp kaşıkla ezerek güzel kıvamlı bir püre haline getirin. Tarifte özellikle belirtilmemişti ama süzme yoğurtla bence kıvam çok güzel oldu.

Şimdi bu harika sosu dilediğiniz şekilde servis yapabilirsiniz. Peksimetinizi, galetanızı banarak hafif bir öğünde yiyebilir, ya da Nathalie'nin önerdiği gibi çiğ ya da pişmiş sebzelerle birlikte dipsos olarak değerlendirebilirsiniz..

24 Ocak 2007 Çarşamba

Pırasalı havuçlu börek & Kolay muz tatlısı


Günler garip telaşlarla, üzüntü ve korkularla, ama neyse ki onları takip eden umutlarla, "neyse ki"lerle, "iyi ki"lerle geçip gidiyor.. Hayat geçiyor, hayat! Böyle düşünürüm ne zaman içim çok sıkılsa, birşeylere çok üzülsem, endişelensem, korksam, korkup dizlerimi karnıma çeksem.. Hayat geçiyor Sibel derim içimden, bu da geçecek.. Ya da şöyle derim bazen, hayat geçiyor Sibel, değer mi?

Salı akşamından beri yumuşacık battaniyemin altında, kahve fincanım ve çikolatalarım eşliğinde, buz üstünde sanat yapan güzel insanları izliyorum yine. Onlar da azalmışlar.. Canımın içi Evgeni yok en önemlisi. Ama yeniler geliyor, gençler, ışıltılı gözleri, heyecanları ve sevinçleriyle. Hayatı bırakıp gidenlerin yerine de yenileri geliyor, ama gidenlerin boşluğu dolmuyor işte diyorum...

Cumartesi günü öğleden sonra sevgili Burçak konuğumdu. Uzun zamandır onu konuk etmeyi istiyordum ama bir türlü kısmet olmuyordu. Nihayet şeytanın bacağını kırdık, değil mi Burçakcığım? Onun için çok sevdiği lorlu kurabiyemi ve bu pırasalı-havuçlu börekleri pişirdim. Annemin güzel ekmeğinin eşlik ettiği fasulye pilakisi, fava ve bulgur sarma da vardı soframızda. En son patlak pirinçli yeşil çayımızı içmeden önce de muz tatlısının tadına baktık.

Muz tatlısı, Balparmak firmasının takviminde okuduğum bir tarifti. 5 dakika içinde hazırlanabilen çok pratik bir tatlı olmasına rağmen ben önceden hazırlayıp buzdolabında bekletmiştim. Öyle olunca durduğu yerde şerbetlenmiş gibiydi. Hazırlanıp hemen yenirse belki daha hafif bir tatlı olabilir ama bu haliyle de canı çok tatlı çekenleri mutlu edebilir, tercih sizin.. Böreği ise Pratik Mutfak Rehberi'nde gördüğüm bir tariften yola çıkarak kendi elimdeki malzemelere uyarladım.

PIRASALI-HAVUÇLU BÖREK

Malzemeler: (6 kişilik)

- 3 adet yufka
- 3/4 çay bardağı zeytinyağı
- 3 adet pırasa
- 3 küçük havuç
- 3 yemek kaşığı beyaz peynir (rendelenmiş)
- 3/4 demet maydonoz (ince kıyılmış)
- 1 tatlı kaşığı pul biber, tuz
- 1 yumurta sarısı
- Susam, haşhaş

Yapılışı:

1. Havuçları küp şeklinde, pırasaları küçük parçalar halinde doğrayın.

2. Zeytinyağını tavada ısıtın; önce havuçları, onlar biraz yumuşayınca da pırasaları ekleyerek tümü yumuşayana kadar soteleyin.

3. Harcı ocaktan aldıktan sonra maydonoz, peynir, tuz ve pul biber ekleyin, karıştırın.

4. Her yufkayı 4'e bölerek toplam 12 parça elde edin. Her parçanın kenarına harçtan 2 kaşık kadar koyarak genişçe bir rulo şeklinde sarın.

5. Fırın tepsisine sıraladığınız böreklerin üzerine yumurta sarısı sürün ve susam, haşhaş serpin. Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üzerleri güzelce kızarana kadar pişirin.

Notlar:
* Peynir tadını daha fazla almak istiyorsanız miktarı artırabilirsiniz.
* Orjinal tarifte haşlanmış patates de vardı, dilerseniz 2-3 patates ekleyebilirsiniz.
* Fırında pişirmek yerine sigara böreği gibi yağda kızartabilirsiniz.

KOLAY MUZ TATLISI

Malzemeler: (2-3 kişilik)

- 2 adet büyük muz
- 2 yemek kaşığı bal
- 50 g kaymak
- 1 tatlı kaşığı tarçın
- Bir miktar iri dövülmüş ceviz içi

Yapılışı:

Muzları soyarak uzunlamasına ikiye kesin, servis kabına sıralayın. Üstlerine çay kaşığıyla ufak parçalar halinde kaymak koyun. Daha sonra bal gezdirin. En son tarçın ve ceviz serpip servis yapın.

22 Ocak 2007 Pazartesi

Geçmişten Günümüze Kaybolan Yemekler Festivali


Diyebilirim ki uzun zamandır çektiğim fotoğrafları paylaşmak için bu kadar heyecan duymamış, bu kadar acele etmemiştim! Lezzet ustalarının ellerinden çıkmış sanat eserlerine bakmaya da, tatmaya da doyamadım. Yaşadığımız, yaşamaya mecbur bırakıldığımız tüm acımasızlıklara inat; çiçeğe dönüşen balkabakları, ekmekten yapılmış ördekler, kayısılı pilavlar, portakallı helvalar, rengarenk macunlar var bu yazıda...


Beltur A.Ş.'nin evsahipliğinde, Asoa Organizasyon'un ve İstanbul Aşçılar Derneği'nin işbirliği ile Feshane'de düzenlenen ''Geçmişten Günümüze Kaybolan Yemekler Festivali''ndeydim dün. Tijen ablam duyurusunu yaptığından beri aklımın bir köşesindeydi bu etkinlik, ama mutlaka gitmeliyim diye düşünmüyordum açıkçası. İyi ki gitmişim! Yoksa bu güzellikleri sadece arasıra e-posta olarak gelen iletilerde görecektim. Evet yapılabiliyormuş, gerçekmiş onlar:)


Feshane'ye erkence gidip, festivalin 13.30 gibi başlayacağını öğrenince sabah kahvesi için Pierre Loti'ye gitmek farz oldu. Teleferikle "ürpertici" bir seyahatin ardından güneşli bir masadaydım ve püfür püfürdü İstanbul... En son ne zaman gelmiştim buraya? Galiba oluyor bir 6 sene... Orta şekerli kahvem her ne kadar fazla şekerli gelse de keyfimi engellemedi.

Feshane'ye döndüğümde etkinlik, katılan aşçılara plaket verilmesi ile başlamıştı. Önce gazetecilerin arasına minicik kameramla karışıp ben de fotoğraflarını çektim:) İstanbul'un en iyi otel ve restoran mutfaklarında çalışan ustaları görelim diye...


Sonra standları dolaşmaya başladım. İlk dikkatimi çekenlerden birisi tartolet yapılan stand oldu. Hazır tartolet tabanları üzerine krema ve jöle ile yapılan bu tartoletler, catering için seri üretime bir örnekti tabi...


Renk cümbüşüne bakar mısınız...


Ve tabi ki otlar.. otlar.. otlar..

Bu cümbüşe kendimi kaptırıp gitmişken, yapılan anonslara daha fazla ilgisiz kalamayıp içeriye, yemek sunumlarının yapıldığı alana geçtim. İyi ki daha fazla vakit geçirmemişim, neredeyse geç kalıyormuşum! Zira insanlar standların önüne yığılmış, kimilerinin de önünde kuyruklar oluşmuştu. Zaten kısacık bir zamanda da tüm yemekler tükendi.

Heyecanla gezmeye başladığım standlarda hazırlanmış yemekleri gördükçe, Osmanlı zamanında yaşasaymışım ya aç kalır ya da sadece pilav ve tatlıyla beslenip obez olurmuşum diye bir düşünce geçti kafamdan:) Ama sonra o dönemde yaşasaydım belki de vejetaryen olmazdım diye düşündüm, ama yok, yine de olurdum sanki? Beni bir yana bırakırsak, katılan herkesin doyabileceği, doymakla kalmayıp damağının bayram edeceği kadar zengin ve güzeldi ikramlar.. Eee, İstanbul'un en iyilerinden bahsediyoruz! Mesela ben ömrümde bundan daha güzel irmik helvası yemedim..

Yemeği bırakıp hemen tatlıya geçtim görüyorsunuz:) Halbuki tabağıma öncelikle safranlı pilav, kayısılı-cevizli pilav, bir de kestaneli bulgur pilavı aldım azar azar. Evet, pilavdan başka da yiyebileceğim birşey yoktu:) Ama pilavların hepsi de harikaydı! Hele de kuru kayısılı olan..

Bu gördüğünüz saray usulü irmik helvası. Ara katmanları arasında kaymak var. Bunu tatma şansım olmadı ama portakallı irmik helvasından tattım. İçine ince çentilmiş portakal kabukları atılmış helva bir anda değişmiş, hafiflemişti. Evde yaptığım bir gün ben de deneyeyim diye düşündüm. Son olarak bir tane de tarçınlı saray lokması tattım, en çabuk tükenen tatlı o olduğu için malesef fotoğrafı yok. Bildiğimiz lokmaydı, ama üstüne tarçın serpilmek yerine şurubuna tarçın çubukları atılmıştı. Bunu da bir fikir olarak kaydettim:)


Bunlar Osmanlı poğaçalarıymış...


Bunlar da nefis pideler, ekmekler... İkram ettikleri ayçekirdekli ve zeytinli küçük ekmekleri orada tadamadım ama eve gelince buzluğa attım. Ekmek bolluğu var bu ara evimde, ne mutlu bana! Ekmeklerin bir de şöylesi vardı ki sevip okşayası geliyor insanın:))


Sahanlara, çaydanlıklara, kahvedanlıklara, ibriklere bayıldım!


Maddi imkanı olmayan ailelerin çocuklarını okutmak için çabalayan sevgili "reçel anneler"in standında ev yapımı güzel reçeller ve el işi mutfak önlükleri vardı. En renkli ve sevimli standlardan biri de onlarındı..


Şeker hamurundan yapılmış semazenler!


Ve işte herkesi çocukluğuna götüren, çocuklardan fazla yetişkinlerin ilgi gösterdiği "maaacuuun!" Ben de aldım bir çubuk!



Festivalde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Büyük emeklerle, özene bezene hazırladıkları herşey çok güzeldi, aksaklıklar ve problemler oldu mu bilmiyorum ama olduysa da ben görmedim. Kendi adıma çok keyif aldım.

Bir sonraki etkinlik ne olur ve ne zaman olur bilmiyorum ama bu anlamda son derece zengin bir kentte yaşadığım için mutluyum!

19 Ocak 2007 Cuma

Kayısılı Tart




Son 1 aydır siteye yeni tarif eklemediğimi farkedince tuhaf bir burukluk hissettim içimde. Haftada birkaç kez güncellemeden rahat edemediğim blogumdan neden bu kadar uzaklaştığımı düşündüm. Yoğunluklar, telaşlı geçen günler, hızla akan zaman, mutfağa bazen sadece bir kahve almak için girilen sabahlar, birkaç galeta ve peynirle geçiştirilen yorgun akşamlar derken yemek yapmanın benim için aslında bir meditasyon olduğunu, mutfakta rahatlayıp mutlu olduğumu unutuvermişim...

Geçen akşam mutfağa bu düşüncelerle girdim ve önce ekmek yapmak için hamur yoğurdum. O mayalanırken de bu tartı pişirdim. Küçük elektrik sobasının yanına koyduğum hamurum 2 katına çıktığında yüzüme yayılan gülümsemeyi görmeliydiniz.. Ne kadar özlemişim! Ekmekler daha önce tarifini yayınladığım Semmel ekmeklerinin üstü tohumlu versiyonları. Susam, çörekotu, haşhaş ve kabak çekirdekli olmak üzere küçük ekmekçikler yaptım, bir tanesinin üzerine de kaşar peyniri koyup pişirdim. Tarifi burada.)

Kayısılı tart ise kahve yanında güzel giden, basit ama lezzetli bir tart. Ben üzeri için Koska'nın light reçellerinden kullandım ama sizin ev yapımı kayısı marmeladınız varsa tercih edebilirsiniz.

Malzemeler:

- Yaklaşık 1-1,5 su bardağı un
- 125 g tereyağı (biraz yumuşak)
- 1 yumurta
- 1 Türk kahvesi fincanı pudra şekeri
- 1/2 çay kaşığı saf vanilya
- Bir tutam tuz
Üzeri için:
- 200 g kayısı reçeli
- 1 yumurta sarısı


Yapılışı:

1. Unu eleyip tereyağı, yumurta, pudra şekeri, vanilya ve bir tutam tuz ekleyip yoğurun.

2. Hamur elinize yapışmayan kıvama gelince 10 dk kadar dinlendirin. Tekrar yoğurup yumurta iriliğinde bir parçayı ayırın. Gerisini yağlı kağıt serili küçük bir kelepçeli kalıbın tabanına döşeyin. Kenarlarını hafif yükseltin.

3. Reçelden 2 yemek kaşığı ayırıp kalanını hamurun üzerine düzgünce yayın. Ayırdığınız küçük hamurdan ince çubuklar yaparak tartın üzerine kafes şeklinde yerleştirin. Çubukların üzerine yumurta sarısı sürün.

4. Önceden 200 derece ısıtılmış fırında 20 dk kadar pişirin. Biraz soğuduktan sonra kalıptan çıkarıp tabanındaki kağıdı sıyırın, servis tabağına alın. Ayırdığınız marmeladı suyla sulandırıp fırçayla üzerine sürün, servis yapın.


Bunlar da güzel ekmekçiklerim:)
2 tanesi dilimlenip buzluğa atıldı, ilerleyen günler için. Zira anne kuşun ellerinden çıkmış olan ekmeklerin şahı geliyor bugün, kargoyla! Anneciğim düğün telaşında benim valizime birşeyler koyamadığı için dert etmiş içine, ben döner dönmez kargo hazırlamaya başlamış. Başka güzel şeyler de varmış pakette; otların kralı, zeytin güzelleri, serbest gezen tavuk yumurtaları gibi:) Umarım sağ salim gelirler!

14 Ocak 2007 Pazar

Kızkardeş uçtu yuvadan...



"Kış gelini olacağım ben, ne güzel di mi?"
"Abla ben şimdi gelin mi oldum?"

İstanbul-Aydın arasında dokunan mekikler, durmadan çalan telefonlar, neredeyse tümü adımlanmış mağazalar, bitip tükenmeyen eksikler, herşeyi yetiştirebilecek miyiz endişeleri, ya yetmezse korkusuyla durmadan yenileri kaynayan yemek tencereleri, bahçedeki greyfurt ağaçları altına kurulan sofralar, telaş, heyecan, son akşam annemle oturup onun 30 yıl önceki duvağını kullanarak ellerimizle hazırladığımız nikah şekerleri, "çok üşüyecek!" diye endişe ederken tam nikah gününde açan kış güneşi...

Mutluluğun daim olsun kardeşim..
Gözlerin hep dünkü gibi ışıldasın, bakarken sevdiğin adama.
Ve değerin hep bugünkü kadar bilinsin...