29 Eylül 2009 Salı

Çavdarlı Tuzlu Kek ve armağanlar...


Kışın yaklaşmakta olduğu, geceleri ince pikeler yerine yorganlara sarılıp uyuduğumuz, ama henüz kocaman ağır palto ve botlarla gezmemizin gerekmediği, benim en sevdiğim günlerdeyiz.. Hırkamı ve en sevdiğim pantalonumu üniformam haline getirip, bir de boynuma yumuşacık fularlar sarmaya başlamışken, kapıyı çalan Ekim ayını da en az Eylül kadar sevdiğimi hatırlatıyorum kendime.. Eylül'ün kısacık ziyaretine, hemencecik gidişine üzülmüyorum bu yüzden. Ne de olsa artık her haftasonu bir kek pişecek evde, temizlik kokusuna karışan kek ve kurabiye kokusu, koltuklara yayılmış gazeteler, sehpalara üstüste dizilmiş kitaplar, tipik bir haftasonunun fotoğrafı olacak zihnimde..

Geçtiğimiz haftasonu yeni bir kitapçokseverle tanışıp bana cömertçe ödünç verdiği, hatta bazılarını hediye ettiği kitapları sehpaya yığdıktan sonra, mutfağa girip alışveriş torbalarımı boşaltmıştım. Sevgilim eve dönmek üzereydi ve o gelmeden evi kurabiye kokusuyla doldurmalıydım. Marketten aldığım çavdar ununu acıkmakta olduğum hissiyle hemen açtım, tezgaha diğer malzemelerimi de koydum ve çabucacık yaptığım bu kekin hemen ardından bir tepsi de sakızlı lorlu kurabiye yaptım. Hem de bu kez damla sakızı yerine sakız reçeli kullanarak... Bundan 3 yıl önce, Kahve'nin bu klasikleşen tarifine gelen bir yorum üzerine!

Tavşan adıyla yazan sevgili bir okurum, bu kurabiyede esmer şeker ve sakız reçeli kullandığını söylemişti yorumunda. Ben de muhallebilerime katmak, ama en çok da Türk kahvesi yanında, bir bardak suyun içinde sunarak keyiflerden keyif beğenmek üzere aldığım sakız reçelinden iki tatlı kaşığı ekleyiverdim, şeker oranını azaltarak. Sonuç şahane oldu, şahane.... Bazen yahu hiç başka kurabiye yapma işte, yap bundan her hafta bir tepsi diyorum. Acaba sıkılır mıyım ki? :)


Ama esas konumuz çavdarlı kek tabi..
Ben bol peynir ve otla yapılmış, tepside pişmiş tuzlu hamurları severim, börek niyetine sıcak sıcak çayın yanında hem pratik hem de doyurucu olurlar. Çoğunlukla da çok malzeme gerektirmezler, hani elinizin altında hazır yufka olmayan bir anda, ani misafir durumunda çabucak böyle bir kek yapabilir, doyurucu bir çeşit olarak ikram edebilirsiniz. Pazar kahvaltılarına da çok yakışır elbette...

Çavdar unu piyasada çok bulunan bir un değil. Daha önce denediğim bir çavdar ekmeğini Karahan Organik Un ile yapmıştım ama malesef ekolojik pazar dahil, piyasada daha sonra göremedim. Ancak büyük marketlerde Doygun'un tam çavdar unu bulunabiliyor. Katkısız olduğu için ömrü kısa olan bu un da oldukça doğal ve lezzetli. Kalanını yine bir çavdar ekmeği yapımında kullanacağım.

Gelelim bu un paketinin arkasında bulduğum tuzlu kekin tarifine... Tarife benim tek eklemem 1 çay kaşığı deniz tuzu oldu. Biraz daha fazla bile koyabilirmişim. Siz de peynirinizin tuzluluk oranına göre miktarı artırabilirsiniz. Hiç beyaz un içermediği için kabarık bir kek olmuyor, ama tek bir dilimi bile doyurucu ve leziz..

Malzemeler:

- 3 adet yumurta
- 2 su bardağı yoğurt
- 125 gr tereyağı (eritilmiş)
- 3 su bardağı çavdar unu
- 1 paket kabartma tozu
- 1 çay kaşığı deniz tuzu
- 2 çay bardağı beyaz peynir (çatalla ezilmiş)
- 1 su bardağı kıyılmış nane, dereotu ve maydanoz karışımı

Yapılışı:

1. Yumurtaları derin bir kaba kırın, erimiş tereyağı ve yoğurdu ekleyerek mikserle çırpın.

2. Unu ve kabartma tozunu ayrı bir kapta karıştırıp diğer karışıma azar azar ekleyin, düşük hızda karıştırmaya devam edin.

3. Hamurunuz oluşunca peynir ve otları ekleyip kaşıkla karıştırın.

4. Yağlı kağıt serili ufak bir fırın tepsisine hamuru dökün. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında yaklaşık yarım saat pişirin.

5. Dilimleyerek sıcak servis yapın. Kalan dilimleri dondurucuya kaldırabilir, daha sonra ısıtarak yine taze taze servis yapabilirsiniz...


Dün yeni bir yaşa daha girdim...
Pastasız, işsiz ve buruk geçen önceki doğumgünümden sonra, herşeyin yolunda olduğu, olmayanların da yola girmekte olduğu bu doğumgünümde, geride tam 32 yıl bıraktım. Dönüp bakınca, 30 (hatta 29, 28!) yaşıma girdiğim gün kadar panik halinde hissetmiyorum kendimi. Rahatım, huzurluyum, mutluyum.. İçimde, kendimle alıp veremediklerimin sayısının azaldığını, korku ve huzursuzluklarımın yavaş yavaş uzaklaştığını hissediyorum.. Bu harika birşey!

Ve bu doğumgünümde, sevgili dostlarımın ve kardeşlerimin sürprizleriyle ağzım kulaklarımda bir akşam geçirdim. Hepsinin organizatörü sevgilimdi elbette... Önce dostlar çaldı kapıyı. Açtığımda karşılaştığım pastanın mumlarını dilek bile tutamadan üfleyişim, sonra bir müddet cümle kuramayışım... Sevgilimin yakında yenileneceğini hayal ettiğimiz mutfağımızın ilk hediyeleri olarak aldığı eskitilmiş ahşaptan baharatlık ve çok sevimli tuzluk-biberlik.. Özlemciğimin kendi elleriyle yaptığı kolye ve bilezik.. Fikir babasının Cem olduğuna emin olduğum Özsüt'ün frambuazlı pastası... Alim ve Seran'ın hediyesi kocaman bir salon bitkisi, onların evinde her köşede görüp çok özendiğim.. (ne bitkisi olduğu ve nasıl bakılacağına dair hiç fikrim yok ama araştırıp yaşatacağım ağacımı:) Ebru ve Fatih'in birlikte okuyup hepimizin okumasını istedikleri, benden sonra tüm gruba dağılacak olan Momo, Michael Ende'nin anladığım kadarıyla efsane haline gelmiş kitabı (ardından filmini de izleyeceğiz hep birlikte)...

Derken kapı tekrar çaldı, Yılmaz ve Gaye geldiler.. Kardeşciğimin elindeki kocaman Philips poşetini görünce tahmin etmem hiç zor olmadı bana ne getirdiğini.. Pazar günü alışveriş merkezinde kahve içerken boşboğazlık etmiş, mutfağımız yenilenince alacaklarımızın arasında bulunan katı meyve sıkacağından bahsetmiştim. Bir de saf saf vitrinde göstermiş, işte bu demiştim!! O an hiç düşünemedim ki... canım benim, ilk işi gidip onu almak olmuş.. Hiç durmayan çeşme burnum ve yemeyi hep unuttuğum meyveleri düşününce, yaklaşan soğuk mevsim öncesi bu müthiş bir armağan oldu. Canım, üstelik hemen denemek isteyeceğimizi ve evde meyve bulunmama ihtimalini bile düşünmüş ve kilolarca da meyve getirmiş! (bir kutu bahçe elması da Gaye'den (bahsi geçen kitapçoksever:) geldi ki hikayesi vardı elmaların, mor renkli bir mektup kağıdına özenle yazılmış.. hayatı ve insanları güzelleştiren detaylar, samimiyet ve doğallıktan başka nedir?)

Herkes gittikten sonra makinenin parçalarını çıkarıp yıkadım, kullanma kılavuzuna göz attım ve ortalığı toplamayı bile erteleyerek başına geçtik. İçine önce elmaları, sonra gaza gelip üzümleri sapıyla çöpüyle atmaya başladık:) Kaç bardak meyve suyu içtik gece gece bilmiyorum:))

Direkt bardağa da dolum yapılabilir ama özel tasarımlı sürahisi köpükleri separatörle ayırıyor ve geriye sadece taptaze meyve suyunu yudumlamak kalıyor. Sevgilimin yorumu ''mühendislik harikası'' oldu:) Paketten çıkan fırçası ile suyun altında çok da kolay temizlendi, ama tembellik edip bekletmemek gerekiyor bence. Velhasıl, tavsiye ederim:) Modeli HR 1861, merak edenler olursa.. En sevilen, en iyi modellerden biriymiş..

Eylül'ün son yazısı da böyle oldu işte..
Biraz da uzadı, yazmayı özlediğimden.

Hoşgelsin Ekim..

Dilim Gülümsüyo!



Kitap Hülya Ekşigil'in yemek yazıları. Kitabın Adı da dört yaşındaki bir çocuğun çikolatalı dondurma yedikten sonra yaptığı yorumdan geliyor. Kitabı çok beğendim ve çok büyük zevkle okudum. Sanki iki ayrı şevk aldığım şeyi yani kitap okumak ve mutfakta bir şeyler denemeyi sanki bir arada yaşadım. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, tekrar bu sefer çizerek okudum. Sonra kitaptan aldığım tüyolardan birini denedim bile.



Kitabı anlatımı çok güzel. Yazar Türkçe'yi çok güzel kullanılmış. Arada espriler yapmış. Tom Cruise'ın sevgili seçimi kısmında yerlere yattım. Sizi hiç sıkmadan yiyeceklerin dünyasına sokuveriyor. Gerçi ben gönülden razıydım zaten o dünyada kaybolmaya :)))


Kitaptan neler aldım, biraz sıralayayım. Ama merak edin ve siz e okuyun diye açıklama yapmayacağım.


  • Ekşi Krema nasıl yapılır öğrendim.


  • Güllaç'ımın sütünü kitaptan öğrendiğim şekilde yaptım. Gelen, yiyen bayıldı. Çok lezzetli oldu.


  • Çiçekli kaseyi en kısa zamanda deneyeceğim. Süper bir fikir.


  • Kavunlu, votkalılı içkiyi de denemek istiyorum. Seneye yaza serin serin daha güzel olur.


  • Sebze suyu için verilen tüyoyu da mutlaka deneyeceğim.


  • Frik bulguru daha öncede ilgimi çekmişti ama şimdi mutlaka deneyeceğim hem de Gülşen Çağdaş'ın pişirdiği şekilde

Daha neler var neler, bunlar sadece aklımda kalanlar. Hele yazarın başka bir yazardan aldığı "Kavunlar arkadaşlar gibidir, 50 tanesini denemeden iyisini bulamazsın!" alıntısına katılmadan edemedim. Ben okuyun derim. Helede mutfakta birşeyler yapmayı sevenler.


Kitabı arkasındaki yazı ise sizi kitaba çekmekte bire bir.
'Unutma bizi' dolmasının nerelerde yapıldığını...
Yenirken çıkardığı sesle G. B. Shaw'u dehşete düşüren sebzeyi...
Hangi bitkiyi geçmişte yalnızca din adamalarının toplayabildiğini...
Berberi kadınların hangi meyveyle fal baktığını...
Kahveye 'Müslümanların şarabı' dendiğini...
Bademle mandolinin arasındaki bağlantıyı...
Avusturalyalıların kendilerine ne zaman 'ceset ziyafeti' çektiğini...
Hangi balığın buzdolabından dışarı sıçrayabildiğini...
Sofraya leziz bir yemek getirmenin değişmez 'püf noktasını'...
Biliyor musunuz? Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp.

25 Eylül 2009 Cuma

Domates Soslu Sarımsaklı Yoğurtlu Kıymalı Gözleme



İsim nasıl ama. Bu yemek Meksika'dan ithalmiş, o yüzden ismi böyle :))
Eşimin özel tatlarından biri. Özellikle ben ve Ata evde olmayınca süperr şeyler yapar. Bunu Ata ile bana özel yaptı. Bizde bayıla bayıla yedik.
Malzemeler:
  • 3 adet yufka
  • Yufkaları ıslatmak için yarım bardak süt ve 1 kaşık yoğurttan oluşan karışım
  • 250 gr kıyma
  • 1 büyük soğan
  • 4-5 adet biber (istenirse 1 adet büyük boy domates)
  • Üstüne koymak için sarımsaklı yoğurt
  • Sosu için domates salçası, tereyağ ve su
Yapılışı:
  1. Kıymayı çok az sıvıyağda en az 10 dakika kavuruyoruz. Üstüne ince ince doğranmış biberi ve soğanı koyup renkleri dönene kadar kavurmaya devam ediyoruz. İsterseniz bu aşamadan sonra içine domates de koyun. Biraz daha pişirin. Eşim koymamamış.
  2. Yufkayı komple yayıyoruz. Bir kenarını yufkanın yarısına kadar katlıyoruz. Üstüne süt ve yoğurt karışımını koyuyoruz. İçine kıymalı harcımızı koyuyoruz. Yufkayı kare olacak şekilde katlıyoruz. Karenin bir kenarı bir karış kadar olacak.
  3. Yaptığımız bu gözlemeyi yanmaz tavada ama biraz sıvıyağ damlatarak önlü arkalı pişiriyoroz. Servis tabağına alıp küçük lokmalar halinde kesiyoruz. Üstüne önce sarımsaklı yoğudu döküyoruz. Sonra salçalı sostan. Daha sonra afiyetle yiyiyoruz.
  4. Salçalı sosu da şöyle yapıyoruz: Bir kaşık tereyağ, bir kaşık sıvıyağ eritip içinde 2 kaşık salçayı eziyoruz. Üstüne çok az su ekleyip kıvam almasını sağlıyoruz.

22 Eylül 2009 Salı

Tavuklu Kapama


Bu yemeği ilk arkadaşım Pevin'in annesi Gürbüz teyze yaptığında yemiştim. Ellerine sağlık çok çok güzel olmuştu. Benim yaptığım tavuklu kapamada eşimin dediğine göre Gürbüz teyzenin ki kadar güzel olmada da güzel olmuş. :)) Tabii Gürbüz teyze tereyağı bol kullanıyor. Biz tereyağı pilavın içine sadece tadımlık koyuyoruz.
Bu yemekte aslında nohut yok. Eşim tavuğu haşlarken haşlama suyuna koymuştu. Ben de değerlendireyim dedim. Nohutları pilavın içine karıştırsaymışım daha iyi olurmuş. Biraz kurudular. Bir de Gürbüz teyze etleri bütün bütün koymuştu, ben parçalayarak pilavın üstünü kapatmaya çalıştım. Pilav kurumasın diye. Bunun için yorumum yok bence her ikise de olabilir.
Hem çok kolay hem de çok lezzetli bir yemeği herkese tavsiye ederim.

Malzemeler:
  • Tavuk budu ve göğüs parçaları (5-6 tane)
  • 2 bardak pirinç
  • Tavuğu haşlamak için su
  • İstenirse yarım su bardağı nohut
  • 1 kaşık tereyağ, 1 kaşık sıvı yağ ve tuz

Yapılışı:

  1. Tavuk parçalarını düdüklü tencerede ister nohutlu, ister nohutsuz haşlıyoruz. İçine bir bütün küçük soğanda atabilirsiniz.
  2. Pirinci 20 dakika suda beklettikten sonra, süzüp yağda pilav yapar gibi kavuruyoruz.
  3. Kavurduğumuz pirinci borcama döküyoruz. Üstüne 4 bardak su koyuyoruz. (Ben fırında pişeceği için 1-2 oranında yaptım.)
  4. Üstüne tavuğu ister parçalayarak ister bütün bütün koyup 180 derecede pilav suyunu çekene kadar pişiriyoruz. Sanıyorum 30 dakika.

21 Eylül 2009 Pazartesi

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Denenmis yas Pasta,kek,Tatli,börek,hamurisleri ve Yemek tarifleri
ramazan_bayram_2


MUBAREK RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.

Degerli ziyaretçilerimizin ve bütün İslam aleminin mubarek Ramazan Bayramını en içten dileklerimle kutlar ve daha nice bayramlara kavuşturmasını Hz.Allah’tan temenni ve niyaz ederim.

Ebu Hureyre (r.a) , Rasulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti ;

Bayram gecesi olunca melekler dalgalanır ve Allah hiçbir kimsenin vasfedemeyeceği şekilde nuru ile tecelli eder.Ve ertesi gün bayram yapacak olan meleklerine şöyle seslenir;

-Ey melekler topluluğu ! İşini tam yapan işçinin ücreti nedir?

Melekler;

-Ücreti tam verilir.

Bunun üzerine Allah;

-Sizi şahid tutuyorum ki hepsini bağışladım.”

“Mevlam bağışlananlar arasında olabilmeyi hepimize nasip etsin..Hayırlı Bayramlar dilerim.


18 Eylül 2009 Cuma

Fırında Kaşarlı Alabalık



Benim balık için güveç kabım olmadığı için alabalığı borcamda yaptım. Oy oy oy . İyi ki de yapmışım. Evdeki herkes parmaklarını yedi. Hem çok kolay hem de çok lezzetli hem de son derece besleyici olan bu yemeği herkese tavsiye ediyorum. Bu vesile ile de herkese iyi bayramlar diliyorum.



Alabalık filetoları borcama sıraladım (4 yarım parça ) . Tereyağ ve zeytinyağı karışımını bir tavada erittim. İçine biberleri attım (rahat 10 tane falan vardır. ) Biberler hafifçe kavrulunca üstüne kabuklarını soyduğum ve küp küp doğradığım domatesleri (3 adet orta boy) de kattım. İçine 4-5 adet doğranmış sarımsakta attım. Tuzunu koydum. Domatesler kendisini salınca altını kapatıp balıkların üstüne döktüm. Hiç su koymadan 180 derecedeki fırına verdim. Yaklaşık 30 dakika sonra üstüne rendelenmiş kaşarları (1 tabak dolusu ) da serptim. 10 dakika daha tutup servis yaptım.

15 Eylül 2009 Salı

Tavuklu Hünkar Beğendi


Çok çok güzel bir yemek. Tam da sunum yemeği. Yapması çok kolay olmayan, yemesi bir o kadar kolay olan bir yemek :)) Kırmızı etlisi de, kıymalısı da, tavuklusu da çok güzel oluyor. Tercih sizin istediğiniz gibi yapın.
Malzemeler:
  • 3 adet közlenmiş patlıcan (ben genelde tophane patlıcanı kullanıyorum ve fırında közlüyorum)
Tavuk sote için :
  • 1 kilo tavuk eti
  • 1 büyük soğan, 3-4 diş sarımsak
  • 2 büyük boy domates
  • 3-4 adet biber

Beşamel sos için :

  • 3 kaşık dolusu un
  • 1 kaşık tereyağ ve 1 kaşık sıvı yağ
  • 1/2 litre süt
  1. Yapılışı:
    Közlenmiş patlıcanları ince ince doğruyoruz. Hatta çatalla iyice eziyoruz. Pürüssüz kıvama getireceğiz.
  2. 3 kaşık dolusu unu yağda kavuruyoruz. Yaklaşık 4-5 dakika. Rengi dönmeyecek beyaz kalmalı. Beğendide un fazla kavrulmaz. Biraz soğumaya bırakıyoruz. Un soğumazsa çok pütürlü kalıyor. Üstüne sütü yavaş yavaş ekleyerek pişiriyoruz. Ben pişirmeye başlamadan önce garanti olsun diye mutlaka el blandırını içine daldırırım. Muhallebi kıvamına gelecek. Çok cıvık olduysa un, çok koyu olduysa süt ilave edip tekrar pişirebilirsiniz. İçine patlıcanları katıyorum. Servis sonra yapılacaksa daha sonra tekrar ocağa alıp içine biraz süt katıp yumuşatabilirsiniz.
  3. Başka bir tarafta tavukları sularını salıp tekrar çekene kadar pişiriyoruz. Etlerin üstüne ince ince doğranmış soğan, sarımsak ve biber katıp kavurmaya devam edin. Soğanların ve biberlerin rengi dönünce kabukları soyulmuş ve minik küp küp doğranmış domatesleri katıyoruz. Domatesler yumuşayıp suyunu çekinceye kadar pişiriyoruz. (Yaklşaşık 10 dakika)
  4. Beşamel soslu patlıcan karışımının üstüne tavuk sotemizi koyup, tabağın kenarlarına pul biber ve nane serpip servis yapıyoruz.

11 Eylül 2009 Cuma

Vişneli Muffin


Yaza veda etmek benim için asla hüzünlü olmadı..
Hayatın durgun sular gibi hafifçe süzülerek aktığı sıcak yaz günlerini (de) sevmeyi sonradan öğrendim zaten.. Benim için sonbaharın sarı-kahve, kışın siyah-beyaz tonları hep daha heyecan verici oldu. Beni yıllardır okuyanlar bilir, Eylül'ü bu içimi kıpır kıpır eden mevsimin başlangıcı olarak ne kadar sevdiğimi.

Ama hani yağmur yağsın derken bu kadarını da dilememiştim, sevgili sütçüm Aysun hanımın da dediği gibi... O da yağmur istemiş çok, ama bu kadar çok değil. Bu hafta sütümüzü de alamadık..

Bu vişneli muffinleri çok sevmiştim, nicedir de beklemekteydi arşivde. Araya tatil ve uzun tatil yazıları girmişti, yoksa hiç o kadar bekletilmeyi hakeden bir tarif değil... Bir sonraki yaza kadar tarifi ve fotoğrafları saklamak istemediğim için, yaza veda tarifi olarak yayınlamak istedim. Aslında tezgahlarda hala vişne bulunabilir mi emin değilim. Bundan iki gün önce manavda görmüştüm gerçi. Belki siz bulur, sonraki yaza ertelemeden hemen yaparsınız. Ya da zaten reçel yapmak için aldığınız son vişnelerden bir avuç artmıştır, ne yapacağınızı da bilemezsiniz ya, işte bu tarif tam bunun için...

Malzemeler:

- 1 su bardağı un
- 1 su bardağı kepekli un
- 3/4 su bardağı esmer şeker
- 1 çay bardağı sıvıyağ
- 1 çay bardağı süt
- 2 adet yumurta
- 1 paket kabartma tozu
- 1 paket vanilya
- 1 ufak kase vişne


Yapılışı:

1. Esmer şeker, vanilya ve yumurtaları krema kıvamına gelinceye kadar çırpın. Süt ve yağı ekleyip tekrar çırpın. Normal kek yaparken oluğu kadar uzun süre çırpmanız gerekmez, malzemelerin özleşmesi yeterli.

2. Unları kabartma tozuyla birlikte derin bir kapta harmanlayın, karıştırmaya devam ederek hamura ekleyin. Yapışmaz muffin kalıplarınız varsa hafifçe yağlayıp (ya da kağıt kaplarınızı muffin kalıbına yerleştirip) hamuru üstten çok az boşluk kalacak şekilde dökün.

3. Çekirdeği çıkartılmış vişneleri her muffinin üzerine 3'er adet koyarak parmağınızın ucuyla hafifçe gömün.

4. Muffinlerinizi 180 derece ısıtılmış fırında, kabarıp üstleri güzelce kızarana kadar pişirin.


Ben Filiz annemi ziyarete giderken ona götürmek için yapmıştım, kahve yanında pek severek yedik, hatta ayıptır yazması geriye sadece birkaç tane bıraktık! Puf puf, yumuşacık ve çok hafif olmuşlardı. Kısacası bu muffinleri deneyin, mutfak tezgahında uzun süre durmayacaklarına garanti verebilirim.


Yağmurun evlerimizde huzurla oturabileceğimiz güzellikte yağdığı bir haftasonu diliyorum, tüm kalbimle.. Dilerim şu sıralar duyduğumuz felaket senaryoları gerçeğe dönüşmez.. Kendinize çok dikkat edin...

6 Eylül 2009 Pazar

Bayramdere-Boğaz Yeniköy

Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği, memleketimin sayfiye yeri Yeniköy ( biz boğaz deriz) .

Ramazan ayında gittiğim için çok sakindi, aynı gençliğimde ki gibi. Ben bu halini seviyorum. Yazın tıklım tıklım oluyor. Tanımadığım bir sürü insan. Hoş artık Karacabey'den de çok kimseyi tanıyamıyorum.





Malkara'ya iniş. Az yürümezdik oradan oraya.









Piknik alanı. Eskiden ortasından gürül gürül dere akardı. Şimdi de akıyor ama eski sesi duyulamıyor ne yazık ki.
Orman upuzun ve komple semayı kapatan ağaçlardan oluşmuştur. Yazın en sıcak günü bile serin olur.





Ormanın içinden Malkara'ya yürürüz biz. Etraf ceviz ve ıhlamur ağaçları doludur. Çınarlar apartman büyüklüğündedir.




Boğaz'a iniş.

Upuzun sahil ve yürüme yolu.



O kadar insan kirliğine , o kadar çarpık yapılaşmaya, o kadar hor kulanmaya karşın Boğaz yine de çok güzel.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Ebruli Pasta


Her ne kadar görüntüsü için güzel oldu diyemesemde çikolata sosu muhteşem oldu. Pastanın tadı süperdi tavsiye ederim herkese.

Malzemeler:

  • 1 adet hazır kakaolu pastaban (pasta tabanı)
  • 2 kaşık dolusu un
  • 1 kaşık dolusu nişasta
  • 4 kaşık dolusu kakao
  • 1 kilo süt
  • 1 paket bitter çikolata
  • 1 bardak şeker
  • yarım paket belki daha az beyaz çikolata
  • Keki ıslatmak için 1 bardak süt

Yapılışı:

  1. 2 katlı hazır keki ikiye ayırın ve her iki kekide süt ile ıslatın.
  2. 1 kilo sütün içine un, nişasta, kakaoyu katın, pürüssüz kıvama getirin ve içine şekeri katarak muhallebi kıvamında pişirin.
  3. İçine bitter çikolatayı parçalayarak katın ve en az 5 dakika mikserle çırpın.
  4. Islattığınız kekin ilk parçasını pasta tabağına koyun ve üstüne muhallebinin 1/3'ünü dökün. Sonra ikinci kek parçasını koyup üstüne kalan çikolatalı muhallebiyi dökün.
  5. Üstüne de benmari usulü erittiğiniz (ben mikrodalgada eritiveriyorum. Sakın başından ayrılmayın yoksa çabucak yanıyor. ) beyaz çikolatayı kaşıkla pastanın üstüne bölge bölge koyun. O bölge bölge koyduğunuz beyaz çikolatayı kürdan yardımı ile dağıtın. Ebruli görünümü yaratın. Benim yaratıcılığım üstte görüldüğü kadar işte :))

Son kalanlar..


Perşembe sabahı erken uyandığıma ancak Ayvalık’taysam sevinebilirdim..
Perşembe günü pazar kurulur çünkü..
Ve pazara erkenden gitmek gerekir.
Hem iğne atılsa yere düşmez kalabalıkta kalmamak için, hem de bastıran sıcağa yakalanmamak için..

O gün saat sabahın dokuzu bile değildi ve ben hem aç hem de cin gibi uyanıktım. Sevgilimse günü kaçırmak pahasına, öğleye dek uyumayı tercih edenlerdendir. Eh ne yapayım, hemen Güler’e gidip bir gün önceden sipariş ettiğim sıcacık lorlu böreğimi aldım ve meydandaki ilk çay bahçesine oturup kitabımı okuyarak kahvaltımı ettim. Sonra da pazarı gezmek üzere ara sokaklara daldım.

Her zamanki gibi ne arasanız vardı, hele sebze-meyve çeşitliliği ve zenginliği, bir büyükkentli için bakmaya doyulamayacak cinstendi. Kilosu 50 kuruşa tarla domatesleri mi istersiniz, devasa boylarda pembe domatesler mi? Yoksa envai çeşit ot, salkımlar dolusu üzümler, tam mevsimi olan tezgahlar dolusu börülceler, fasulyeler mi? Henüz dönüşümüze vakit olduğu için bir şey almayacaktım ama deniz börülcelerine de içim gidiyordu.. Sonunda bir amcaya sordum, yola dayanır mı diye. Bişeycik olmaz amcam, duzludur bu, hiç bozulmaz dedi:) İyi ki de sözünü dinleyip almışım, İstanbul’a dönünce keyifle yediğimiz bir tabak Ayvalık lezzetimiz oldu soframızda..


Pazar tezgahlarında en bol ne vardı dersiniz?
Çam fıstığı!

Ayvalık’ta Kozak fıstığı denen, çoğu kişinin dolmalık fıstık, bizimse künar dediğimiz bu leziz şeylerin tam mevsimiydi demek ki. Biz dolmaya filan koymayız, benim onunla ilk hatıram babaanne ya da anneannelerimizin yaptığı şerbetlerin üstüne koymalarıdır. O kokulu şerbet bardaklarını hiç unutmam, artık yapan da kalmadı galiba. Benim mutfağımdaysa en çok makarnalarda kullanılır, bir de irmik helvasında tabi.. Marketlerde satılanların fiyatlarını bilirsiniz, pazarda ise kilosu 30-40 lira civarındaydı. Öyle olunca, bir de yerindeyken bir poşet dolusu almamak olmazdı. Öyle yaptım.


Zeytinyağlı yemek meselesi var bir de tabii..
Hangi lokantaya girseniz zeytinyağlı ev yemeği bulabileceğiniz bir memlekette olunca, bir de benim gibi vejetaryenseniz cennettesiniz demektir. Boşuna bu kadar sevmiyorum Ayvalık’ı.. Aşçı Mehmet’in Yeri var benim en sevdiğim, Çorbacı Mehmet Usta diye de biliniyor, balık çorbasıyla meşhur aslında. Benim içinse daima lezzetli börülce ve kabak çiçeği dolması bulunan bir yer. Çiçek dolmasını meze olarak değil de bol yoğurtla yemeyi sevdiğim için iştahımı oraya saklamıştım. Yanında mis gibi bir börülce salatasıyla (deniz börülcesinden ayırt etmek için olsa gerek, bahçe börülcesi diyorlar) şahane bir yemek oldu benim için. Mehmet Ustanın dükkanı meydandaki çay bahçelerine çok yakın, hemen oradaki ilk ara sokaktan girin, göreceksiniz.


İkimiz de deniz-kum-güneş tatilcilerinden değiliz, ama şöyle bir serinlemek, kış boyu güneş görmemiş bedeni az biraz ısıtmak (asla yakmak değil!), Ege sularında biraz yüzmek isteriz. Ne yapılacaktı, bu yıl asla Sarımsaklı’ya gidilip de plajlardaki disko müzik tacizine maruz kalınmayacaktı! Sessiz, sakin bir yer aranacaktı yüzmek için. Servet abiye sorduğumuzda bize Çataltepe’yi önerdi ancak geç kalmış olmalıyız ki gittiğimizde gölgesine sığınmak için bir şemsiye bile bulamadık. Denizi güzelmiş, siz giderseniz aklınızda olsun erken gidin.

Öyle olunca, giderken önünden geçtiğimiz Lale adası (eski adıyla Soğan adası) girişindeki mavi bayraklı belediye plajında indik ve soğukluğuyla meşhur sulara bıraktık kendimizi. Bana göre soğuk değil serindi sadece. Balıklarla birlikte yüzdüğümüz bu temiz suları sevsek de, bir sonraki sefere methini yeni duyduğumuz Badavut’a gideceğiz yüzmeye…


Gümrük meydanındaki Ayvalık Palas Oteli altında bir antikacılar çarşısı var, görmek gerek.. Aynalar, eski porselenler, gaz lambaları, hatta dantel perdeler.. Nasıl da güzeller.. Hepsine dokunmak, alıp evinize götürmek, evin en güzel köşesine koymak istiyorsunuz. Giderseniz gezin, bir şey almanız şart değil. Nazik dükkan sahipleriyle sohbet etmek keyifli, sadece bakınmak isterseniz de sizi kendi halinize bırakıyorlar. Böylece herşeye dokunabiliyor, eski zamanları hayal edebiliyor, o zarif eşyaları tutan zarif elleri düşünebiliyorsunuz..


Geçen gezilerden birinde ara sokaklarda Asmalı Bahçe’yi keşfetmiş, şahane lorlu gözleme yemiş ve yazmıştım. Bahçenin sahibi Serdar Bey'den gelen teşekkür ve davet maili üzerine tekrar gittik bu sene. Bu sevimli aile evi bahçesinde ev yapımı limonata eşliğinde ben gözleme yerken, fırından yeni çıkmış sakızlı kurabiyelerinden de ikram ettiler. Teyzemin kendi formülü ile yaptığı sakızlı kurabiyesini yurtdışından sipariş edenler bile oluyormuş. Satış yaptığını öğrenince tarifini isteyemedim tabi:) Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum, sıcacık ilgileri ve ikramları için. İyi ki böyle insanlar var, biraz da onlar sayesinde seviyoruz Ayvalık’ı...


Bir akşam da o güzel insanlardan ikisinin, Servet ve Kadir abilerimizin davetiyle, Kötü Mehmet’in yerinde, şahane bir rakı sofrasına oturduk deniz kenarında.. Çoğu yerde papalina yerine başka ufak balıklar satıldığını duyduğum için şurada ye diyememiştim hiç sevgilime. Servet abi gerçek bir Ayvalıklı olarak ben kardeşime papalinanın hasını yedireceğim! dedi ve dediğini de yaptı. Sadece papalina değil, kalamar ve sardalye de vardı masada. Bal gibi bir kavun, güzel bir beyaz peynir yanında, benim için de yaprak sarması, patlıcan salatası ve taratordan oluşan şahane bir tabak hazırlatmıştı.


Ömür boyu unutmayacağımız bir akşamdı, hele de kış günleri aklımıza geldikçe burnumuzun direğini sızlatacak cinsten..

Güneş batarken bir kez daha emin olduk burada yaşlanmak istediğimize. Daha çok gezeceğiz, dolaşacağız belki ama dönüp geleceğimiz yer burası olacak.. Bu taş sokaklarda, bu eski evlerden birinde, bu deniz kıyıcığında yaşamak istiyoruz hayatımızın son demlerini… Galiba en büyük ortak düşümüz bu, nice düşlerimizin arasında gittikçe büyüyen…