0



Hep böyle olur..

Ben giderim.. ruhum arkamdan gelir.. Aynı anda gitmeyiz pek.. Ben gittiğim yerde onu beklerim, soluk soluğa yetişir bir süre sonra.. Yavaş! der bana.. dur.. biraz yavaş yürü.. Derken aynı ritmi
tuttururuz.. Bazen ağır aksak, bazen koşar adım, başlarız aynı anda yürümeye... Tam alışmışken adımlarımızı uydurmaya, dönüş vakti gelir.. Yine ben giderim, o arkamdan yetişmeye çalışır.. bazen de kalır işte böyle.. dönmez bir süre.. dönemez...

Yine orada kaldım..
Ayvalık'ta, Cunda'da kaldım günlerce.. döndüm mü tamamen? ruhum yetişebildi mi? Bilmiyorum. Uyandığım ve içimin sıkıldığı her sabah, güneş girmeyen evimin pencerelerini ardına kadar açıp, mavi sabahları düşlüyorum.. Terasta oturup kahvaltı ettiğimiz, Güler'den sıcacık lorlu börek alıp sahile gittiğimiz, Cunda'da Taş Kahve'de çok acıkmışken tulum peynirli kahvaltı tabaklarını paylaştığımız sabahları...


Dünyanın en güzel zeytinyağına, o yeşile çalan parlak sarı rengiyle Ayvalık zeytinyağına taze ekmek banıp yanında tulum peyniri yemektir en güzel kahvaltı. Evet, daha güzeli yoktur. Var mıdır? Hele burnunuza denizin kokusu da geliyorsa bir yandan...


Yine de Nutella yoksa bir kahvaltı eksiktir diyebilir tabi birileri! Bu durumda kahvaltı sonrası tatlı niyetine hemen bir kase dondurma alınabilir sahildeki dondurmacılardan.. Sakızlı.. karadutlu.. (içinde gerçek dut parçaları var, inanılmaz güzel) ve tabi olmazsa olmaz çikolatalı..


Ama daha inanılmazı işte bunlardı..
Tanrım bunca güzel, bunca leziz, bunca dayanılmaz bir meyve olabilir mi? Pansiyonun köşesindeki kahvede önce tadına doyamadığımız suyunu içtik, sonra ufacık bir sepette kendisini gördük. Satılıyor mu? evet.. yaşasın! Yarım kilo meyvecik hemen bitiverdi damağımızı tadına, parmaklarımızı kırmızısına boyayarak..



Mesut Büfe'nin Ayvalık tostunu çok özlemiştim.. Bol bol da yedik. Hatta biraz fazla bol:) Mesut Büfe'den daha güzel Ayvalık tostu yapan olmadığına bir kez daha emin oldum. Üç akşam üstüste büfeye uğradıktan sonra dönerken ustanın bizimle vedalaşması ayrı bir hoşluktu:) Bunun gibi minik kedicikler de tostların paylaşılmasını bekliyordu masaların etrafında.. Miniklikleri sıcak havadanmış efendim...


Yine evler.. yine kurulan hayaller..
Ne zaman yürüsem bu sokaklarda, hep kuracağım hayaller...

kapılar.. kapılar.. kapılar..
Öyle çok kapının önünde durdum ve dalıp gittim ki..
İşte 100 yıllık bir evin kapı kolları.. Birinde "Karin" yazıyor, diğerinde "Buran".. neler yaşandı kimbilir bu evde, nelere tanık oldu bu taş duvarlar.. merdivenler..

Bir günbatımında yaşlı bir teyze kapısının önünü sularken, bu akşamsefalarını çektim. Capcanlı renkleriyle öyle güzellerdi ki.. Hep çocukluğumu hatırlatır bana bu çiçekler nedense.. Teyze seslendi arkamızdan bir fotoğrafımızı çekmek için. Durduk, gülümseyerek makineyi uzattık. Gülen bakışlı, aydınlık yüzlü bir Ege kadınıydı teyzecik. Bir sürü güzel söz söyledi hiç tanımadığı bize, o birkaç dakika içinde.. Ne söyleyeceğimizi bilemeden gülümseyebildik sadece.. Makineyi geri verirken "birbirinizi hep çok sevin" diyordu...


... ve ilk rakı!
Hep severdim de anasonu, alkolle buluşmasından nedense çekinmiştim hep. Sonraları da zaten bir an'ı beklemeye başlamıştım. Bilemezdim.. O "an" Ayvalık'ta bir akşammış.. Deniz kenarında, sıcak bir geceyi serinletecekmiş buzlu bir rakı. Üstelik deniz börülceleri, közlenmiş biberler, yoğurtlu semizotları da eşlik edecekmiş bu buluşmaya..


Beyaz elbisemle sadece o akşam üşüdüm.. Soğuktan değildi, üşütecek kadar serin bile değildi belki gece, ama sahilde yürürken kanatlandığımı hissediyordum.. Çok yükseklere doğru kanatlandığımı...

Yorum Gönder

 
Top