Çok garip, düşündükçe içimin ürperdiği birşey oldu dün akşam..
Birkaç şey almak için uğradığım markette tam kasaya yürürken, bir müşterinin elinden düşürdüğü kocaman cam şişe şangırtıyla kırıldı ve -yere nasıl düştüyse artık- şişenin kırık ağzı burnuma teğet geçerek uçtu. Öylece kaldım! Arkamdaki kadın "nasıl sıyırdı sizi öyle?!" diyordu şok olmuş gibi. Herkes bana baktı bir an. Çok tuhaf hissettim kendimi, çok tuhaf! Eğer son anda bir poşet daha kahve kreması almak için eğilmeseydim, saniye farkıyla..... Hayat böyle birşey diye düşündüm içim titreyerek marketten çıkarken.. hayat böyle birşey... Kanım hala damarlarımda ve burnum da yerinde duruyor diye mutlu oldum. Evet, onların yerinde olması mutlu olmaya yeterliydi, hastane yerine eve gitmekten daha güzel birşey yoktu o an, olamazdı!
Eve gelince yemeğimi yedim, annemle konuşup sesimi duyurarak onu mutlu ettim (tabi ben de mutlu oldum) ve "Hırsız-Polis" öncesi mutfağa girip kahvemin yanına kurabiye pişirdim. Mavi ve Çınar'ın heyecanlı kaçışlarını izlerken kahve boş gitmezdi! Ama bu kez -nihayet kahramanlarımız mutlu olsalar da- Aksak'a çok üzüldüm, o koskoca adamın öyle yıkılmasına, öyle çaresiz kalmasına.. "Nadir gitti Aksak kaldı" diyerek hasta babasının üstüne yığılmasına.. Sonra, "sevmek kimi zaman rezilce korkuludur, insan bir akşamüstü ansızın yorulur" dizeleri.. (ne zamandır Attila İlhan okumadım ben?) Hele finalde mahvoldum diyebilirim.. Evet, Türk filmleriyle büyüyen kız çocuklarından biriyim işte, ne yapayım? Ne kadar sinefil olsam da bu gerçek değişmeyecek.
Bugün Radikal gazetesi "Kitap" eki veriyor, içinde bir de "yemek" eki var:) Hoş bir çalışma olmuş, keşke her hafta olsa! Kaçırmanızı istemem, o yüzden duyurayım dedim. Üstelik ekte Tijen ablacığımın yazısı da var. Onun keyifli yazısıyla birlikte, Selin Kutucular'dan "Büyükada Yemekleri", Sevim Gökyıldız'ın kaleminden ekmek tutkusu ve vejetaryen yemek kitapları ile ilgili bir derleme yazısı benim ilk dikkatimi çekenler oldu. Eve gidince keyifle okuyacağım hepsini.
Ve evet, Radikal Kitap'ın kapağında da sevgili Buket Uzuner var! Yeni kitabı çıktı da sevinçlere boğdu okurlarını (bahsedeceğim ondan ayrıca, okumayı bitireyim de:)
!f İstanbul'un son 3 gününe girdik. Gerçekten güzel ve dolu dolu bir festival oldu. Ben şimdiye dek sadece 4 film izleyebildim, kimilerine bilet bulamadım. Ama bu son günlere 3 film daha sığdırmak niyetindeyim. Artık bilet bulmak iyice zorlaştı ama yine de şansımı deneyeceğim. Aklıma gelmişken; görmek istediğim bir film de vizyondan, Patrick Süskind'in romanından nihayet sinemaya uyarlanan "Perfume". Doğrusunu söylemek gerekirse, bunun bir Tom Tykwer filmi olması daha fazla çekiyor beni. Koş Lola Koş'la bilinen Alman yönetmenin benim için asıl önemi diğer filmindedir, o muhteşem Kieslowski senaryosuyla çektiği "Heaven" zihnimdeki film arşivinin unutulmazlar raflarındadır. Ama son filminde kitabın hakkını verdiğine dair iyi eleştiriler de almış.
Portakallı kurabiyelerim yumuşacık oldu, ertesi gün biraz sertleşirler demiştim ama yumuşak kalmışlar, içlerindeki yoğurttan dolayı. Özellikle sütle birlikte güzel gidecek kurabiyelerden bunlar. Teneke kutuya koyup ofise getirdim, öğleden sonra herkesin haftayı kapatabilme telaşıyla tüm sinir telleri gerilmişken çıkartıp sürpriz yapacağım:)
Tarifi Kent Boringer paketlerinden birinde görmüştüm. Şeker miktarını azalttım, margarin yerine mis kokulu köy tereyağı kullandım, yarım ölçüyle yaptım ve kocaman 17 tane kurabiye elde ettim. Daha normal boyutlarda yapılırsa sanırım 20-25 tane kurabiye elde edilebilir. Dikkat çekmek istediğim bir nokta; bu kurabiyenin hamurunda kesin bir un ölçüsü olması. Aldığı kadar un'u sevmeyenler hemen deneyebilir yani:) Hamuru elinize yapışıyor ama sıkma torbası ile sıkılacak kadar da akıcı olmuyor. O yüzden kurabiye tabancanız varsa kullanabilir, ya da benim yaptığım gibi ellerinizi her seferinde hafif ıslatarak avucunuzda yuvarlayabilirsiniz. Kendi yaptığım şekliyle yazıyorum:
Malzemeler:
- 1/2 su bardağı eritilmiş tereyağı (ben 3 yemek kaşığı kadar yağı erittim, yeterli oldu)
- 3/4 su bardağı toz şeker
- 1/2 su bardağı yağsız yoğurt
- 1 tane yumurta
- 1/2 portakal kabuğu rendesi
- 1/4 portakalın suyu
- 2 + 3/4 su bardağı un
- 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Yapılışı:
1. Yağı eritip ılıttıktan sonra tüm malzemeleri karıştırıp hamur yapın. Ele yapıştığı için dilerseniz mikserinizin yoğurma aparatını kullanabilirsiniz.
2. Hazırladığınız hamurdan yemek kaşığı yardımı ile parçalar koparın, elinizi hafif ıslatarak yuvarlayın ve yağlı kağıt serili tepsiye sıralayın. Üzerlerine hafifçe toz şeker serpin.
3. Önceden ısıtılmış 160 derece fırında yaklaşık 20 dk pişirin. Fırından aldığınızda oldukça yumuşak olacaklar, biraz ılımadan dokunmayın. İyice soğuduktan sonra saklayabilir, sonra çay-kahve-süt yanına çıkartabilirsiniz.
"Teyzem" filmine ne zaman rastlasak izlerdik.. kızkardeşimle.. izlerken ağlardık çoğu kez.
.. tamam kabul, ben ağlardım.
hala ağlarım... o düşleriyle yaşayan kadının hazin sonuna.
Şimdi -hala inanamıyorum ama- teyze oluyormuşum ben..
Minicik, daha şekilsiz şemalsiz, bir müjde henüz, ama bir canlı işte.. benim minik kardeşimin gövdesine yerleşivermiş.. büyüyecekmiş orda.. büyüyüp dünyaya açmak isteyecekmiş gözlerini.. olabileceği en güvenli yerde olduğunu bilmeyerek, balık olduğu sudan çıkmak, nefes almak isteyecekmiş.. gülmek, ağlamak, konuşmak, koşmak.. onu kötülüklerden nasıl koruyacağımızı, onu nasıl sarıp sarmalayacağımızı şaşıracakmışız biz.. ama o yine de merak edecekmiş dünyayı, görmek isteyecekmiş herşeyi, yaşamak, tatmak isteyecekmiş.
ondaymış sıra meğer..
gelecek, büyütecekmiş bizi büyürken..
Yorum Gönder