0

Ruhlarımız bir telaş bize yetişmeye çalışırken, uçarak Ege'mize kaçtık sevgilimle, benim kısacık olan yıllık iznimi, onun izninin ilk haftasını geçirmek üzere.. Köklerime biraz daha su veremeseydim, artık nefes alamayacaktım şehr-i İstanbul'da.. Yaşadığım her anı tadını çıkararak yudumlasam da, çabucak geçti her tatil gibi. Buraya not düşeceklerim, sadece özet olacak, geriye kalan birkaç enstantane...

Öncelikle 2. yaşını bizimle kutlamak için bekleyen İremciğimizi kucaklamak için Aydın'a, oradan da her zamanki rotamız olan Ayvalık'a.. Yahu bu güzel memlekette görülecek onca yer var, ne zaman gideceğiz biz oralara? diyerek, ama yine biletlerimizi aynı istikamete kestirerek...

Gün gelip yaşlanmak istediğimiz o Ege kıyıcığından kopmamız mümkün değilse de, değişik rotalar bulacağız başka seferlere. Nice güzel, pırıl pırıl yürekli insanı taşısa da yüreğinde, aynı derecede hırslı ve çıkarcısını da taşırmış meğer Ayvalık, bu kez öğrendik! Tanımı imkansız güzellikler yaşarken, azıcık gölgelendik, azıcık kırılıp hüzünlendik. Neyse.. bu sonraki yazının konusu!


Anneciğimle kucaklaştığımız sıcak Ağustos sabahında hiç üşenmemiş, kahvaltıda yiyelim diye ocak başında biber ve patlıcan közlemişti bizim için. Geceden yapıp dolaba da koyabilirdi belki ama ılıkken yemesi bir başka olur demiş, közlediği biberleri sıcak sıcak zeytinyağlayıp sofraya koymuştu eve girdiğimizde. Tadına doyamadık o biber gibi kokan biberlerin. Plastiklerini yermişiz meğer İstanbul’da, tıpkı domates gibi biberin de bir kokusu varmış, unutmuşuz!

Yapılışı çok basit, kızartma değil ama kızartma taklidi yapıyor, Tijen ablamın dediği gibi. Biberleri önce bir güzel közlüyorsunuz, sonra kabuklarını soymadan sıcakken üstlerine zeytinyağı sürüyorsunuz fırçayla. Yerken kabukları ister soyun, ister benim gibi köz kokusu oh mis gibi diyerek bütün bütün yiyin, size kalmış.. Ama yaz bitmeden üşenmeyip deneyin derim, bir Pazar kahvaltısında.. Közlenmiş patlıcanlar da en sade hallerinde, üstlerinde sadece zeytinyağı var, başka bir şey istememişler…


Bu güzellik, sonraki üç sabahta da sofrada çatalların en çok uzatıldığı tabak oldu, lezzetli yaz domatesleri ve annemin bu kez hafif acılı yaptığı tadına doyulmaz çemenle birlikte.. Bir de nohut mayalı ekmek tabi, vazgeçilmez. Kim arar nutellayı, omleti? Aklımıza bile gelmedi…


İstanbul’dayken yaz-kış farketmeden dolabımızdan hiç eksik olmayan çikolatayı bile aramadık.. Mendo dondurmaları varken aranabilir mi? Büyük büyük markalar, meşhur meşhur dondurmacılar hiç kıskanmasın, ben hiçbir yerde yemedim böylesi güzel naneli dondurmayı… After Eight çikolatalarını, damağını çikolatayla şımartmayı seven her ehlikeyif bilir.. İşte bu, onun dondurma versiyonu.. İçi kıtır çikolata parçalı, her lokmada kaşığınıza gelen. Her gün olsa yer(d)im, of.. şimdiden özledim..


İrem kuşum her gördüğümde biraz daha büyümüş oluyor, her seferinde bir başka güzel, bir başka lokum.. İkinci doğumgününde de narin mi narin, nazlı, güzeller güzeli bir şey olmuştu, ileride tam bir Barbie olacağının sinyallerini de veriyordu hani:)


İkinci doğumgünü için biz zaten geç kaldığımızdan, pastasını bu kez teyzesi yapamadı.. Babası sipariş verdi bir arkadaşına. Annesi, anneannesi ve teyzesi de kolları sıvayıp mercimek köfteleri, börekler, poğaçalar, kurabiyeler yaptı ve ikinci yaşı kalabalıkla, pek şenlikli kutlandı İrem kuşun. Hediyelerini açarken çığlıklar atıp paketlerden çıkanları cici! cici! diyerek misafir bir hanımın kucağına dizmesi hepimizi güldürdü.


Yazın en sıcak günlerinde dünyaya gelen ve sık sık yıkanan İrem, doğduğundan beri tam bir su kuşu. Çok küçükken banyo sırasında değil banyo bittiğinde ağlardı, suyun altında o kadar mutlu ve huzurlu olurdu ki. Bu yaz annemlerin bahçesinde şişme havuza girmeye bayılıyormuş, altına koyulan tabure ile ulaşabildiği lavaboda suyla oynamaya da.. İlk kez denize de girmiş bu yaz:)

Aydın'da günler çabucak geçti, Ayvalık yoluna düştük sonrasında... Durmadan teyzemmm diyen, yanağıma öpücükler konduran, benimle oyunlar oynayan, hatta son gece uyumak için annesiyle birlikte beni de yanında isteyen İremcikten ayrılmak çok zor oldu.. Ama zeytin ağaçları arasında yaptığımız kısa bir yolculuktan sonra Ayvalık'a girdiğimizde derin bir nefes aldık, kocaman bir sevinç duygusuyla.

Hasret sona ermişti!

Yorum Gönder

 
Top