Ve işte yine Ramazan geldi! Hepimiz için bir şekilde anlamı olduğunu düşünüyorum bu ayın. Oruç tutanlar için de, tutmayanlar için de anlamlı. Tutmayanlar için niye anlamlı diyebilirsiniz. Ben de derim ki, herkesin çocukluğunda kalmış Ramazan anıları vardır. İşte bu ay onları yeniden anımsatır...
Bir düşünsenize beyaz başörtüsü, pamuk elleriyle babaannenizi, anneannenizi. Aileyi az mı topladılar sofra başında, az mı çorba kaynattılar bereketli elleriyle sizin için? Topun patlaması için herkes sofra başında sabırla beklerken annelerimiz yemeklerimizi sıcak tutabilmek, sonra da tabaklar boşaldıkça hemen doldurabilmek için mutfakta az mı koşturdular? Ya sahurda, herkes uyurken yine ilk önce onlar uyanmadı mı sofra hazırlamak için?
Köşedeki fırından alıp elinizi avcunuzu yaka yaka taşıdığınız o doyumsuz pideleri iftara yetiştirebilmek için siz de az koşmadınız, az sıra beklemediniz değil mi? Ya da belki kapı önünde oynarken pidecinin yolunu gözlediniz, köşede görünür görünmez annenize seslenmek ya da zaten cebinize koyduğu bozukluklarla hemen pide almak için.
Kocaman olurdu ben küçükken pideler, upuzun. Şimdi öylesi yok pek. İki lokmada bitip insana vicdan azabı çektiren minyatür pideler var! Ben o kocaman, üstü yumurtalı pidelere bayılırdım. Sokakta koşturup oynarken pideci çocuğun sesini daha birkaç sokak öteden duyunca anlardım acıktığımı. Pidelerin sığacağı şekilde, kayık gibi sepetler taşırlardı ya da bazen başlarının üstüne koydukları tepsilerde olurdu pideler, üzeri bezle örtülmüş halde. Pide alıp eve dönünce annem hemen sıcak pide arasına tuzlu tereyağı sürerdi benim için. Görmesin canı çekmesin diye korkuluklu pencereden ayaklarımı sarkıtır, sırtımı ona döner iştahla yerdim pidemi. Kilo alması gereken cılız bir çocuktum, annem dayanabilirim inadıma rağmen oruç tutturmazdı bana. Yine de inat ettiğim ve tuttuğum günler de olurdu! Sıcak yaz günlerine denk gelirdi Ramazan, upuzun, geçmek bilmeyen saatler anımsıyorum, o günlerden. Ve tabi iftar vaktinin nasıl bir mutluluk olduğunu da.
Babaannem lokma dökerdi bahçedeki ocakta. Yufka ekmeği pişirirdi, tüm ay boyunca yetecek kadar. Yeneceği zaman hafifçe ıslatılırdı o yufkalar. Dayım "çapıt ekmek" dermiş onlara:) Ben de sadece ilk piştiği gün hemen dürüm yapmayı severim açık söylemek gerekirse. Dayım bir bakıma haklıdır:))
Bazı akşamlar annemin karıp sıcakken bana dağıttırdığı helvaları, bazen bizim kapımız çaldığında getiren teyzeyi çıkartamasam da annemin öğrettiği gibi Allah kabul etsin deyip tabağa boşalttığım hayırları (kızım kim getirdi bunu? bilmiyorum anne! bir teyze iştee! kızım deli etmesene beni, kim o teyze?!..) gece geçen davulcunun söylediği manileri ("estane mestane kuzu kuzu kestane!!"), sokağa çıkmak yasak olsa da kapı önlerine çıkıp arkadaşlarımızla kikirdeyişlerimizi, mahallede kim uyanık diye camlara bakışımızı, sonra adamcağız sanki gulyabaniymiş gibi davulcudan korkup evlere kaçışımızı, ve daha pekçok şeyi anımsıyorum... Annem bunca ayrıntıyı nasıl kaydettiğime hayret eder hep, bense hep daha çok şey anımsasam keşke derim...
Dün ilk sahurumuzda sohbet ediyorduk annemle, küçükken Ramazan ayında babaannesinin evinde kalmayı çok sevdiğini söyledi. Onun çocukluğunda kış günlerine denk gelirmuş Ramazan. "Ben salonda uyurdum, babaannem sahur vaktinde gelip sobayı yakar, kahvaltı hazırlardı. Tabakların bardakların tıngırtılarını duyunca vakit geldiğini anlar mutlu olurdum" dedi. Gülümsedim, oruç tutamasam da beni ille de uyandırın! diye tutturduğum zamanlar aklıma geldi. Aynı kanıya vardık annemle, herhalde çocuk gözüyle sahurun keyfi ve anlamı buydu, her zaman yapılmayan enteresan bir faaliyet olarak, ev ahalisiyle birlikte uyanıp yemek yemek:) Gerçi bazen uyku tatlı gelir, kalkılamaz, ertesi gün de mızmızlanılırdı niye uyandırmadınız beni diye!!
Bugün, tüm bu güzellikler yanında, aynı zamanda mükemmel bir detoks olan orucun yararlarından bahsetmek istiyordum aslında, ama bunlar dökülüverdi klavyeden! İyi mi? Hadi böyle olsun. Size ilk gün için favori çorbalarımdan birinin tarifini vermek istedim. Ramazan sofralarının olmazsa olmazıdır çorbalar. Tüm gün boş kalan midenize yemekten önce bir tas sıcak çorba göndermek onu rahatlatır, çok fazla yemenize de engel olur. Bilmeyenler ya da anımsamak isteyenler için işte köy çorbası:
Malzemeler:
- 1 çay bardağı yeşil mercimek
- 1 su bardağı ev eriştesi
- 90 g tereyağı
- 1 adet kuru soğan
- 1 yemek kaşığı ev yapımı salça
- 6 su bardağı su
- Deniz tuzu, kuru nane, pul biber
Yapılışı:
1. Önceden yıkayıp suda beklettiğiniz yeşil mercimeği haşlayın. Suyunu süzebilirsiniz ama çorba yapacağınız su için bunu kullanırsanız daha besleyici olur.
2. Tencerede yağı eritin, küçük doğranmış soğanları kavurun.
3. Salçayı, suyu, haşlanmış mercimekleri ve erişteyi ilave edip karıştırın.
4. 15 dk kadar kapağı yarı kapalı olarak pişmeye bırakın.
5. Erişteler yumuşadığında çorbanızı ocaktan alın, kaselere boşalttıktan sonra kuru nane ve pul biber serperek servis yapın.
Ben bu çorbada Şirince'li bir köylü teyzemden aldığım erişteleri kullandım. Gerçekten güzel oldu, tereyağından dolayı hem çok lezzetli hem de besleyici. "Tam bir iftar çorbası bu" dedi annem:)
Çocukluğunuzdaki kadar renkli, mutlu bir Ramazan ayı dilerim hepinize...
Yorum Gönder