Küçükken çocuk dergileri okumaya bayılırdım. Gerçek bir dergisever olacağım o zamandan belliymiş! O zamanlar (80'li yıllar!) Bankalar çocuk dergileri verirdi, kumbaraların yanında. Bu dergilerden birinde "sandviç" sözcüğünün sandviçi keşfeden, daha doğrusu pratik birşeyler arayışı ile aşçısına "keşfettiren" bir adamın soyadından geldiğini okumuştum ve bu bana çok komik gelmişti. Hikaye doğru mudur bilemiyorum ama hayatımızdaki diğer şeylere uyarlamaya kalktığınızda gülümsetiyor:)
Aslında bu pufidik ekmekler daha önce yayınlanması düşünülen tariflerin sırasını çalmış bulunmaktalar... Ama haftaya onlarla başlamak istedim! Dün gece ilerleyen saatlerde fırından çıktıklarında yumuşacıklardı ve "hadi hemen sandviç yap!" diyorlardı. Tabii o vakitte sandviç yapılamayacağından tadlarına bakmak bugüne kaldı. Sabah evden çıkarken öğle yemeği için yanıma bir tane alayım diye mutfağa gittiğimde, babamın yumuşak kalması için sofra bezine sardığım ekmekleri hemen keşfedip birini kahvaltıda yediğini farkettim:)
Poğaçaya benziyorlar ama bunlar benim küçük ekmeklerim. Fazla ekmek yiyen biri olmadığımdan bitirebileceğim ebattaki küçük ekmekleri seviyorum. Bunları da evdeki nohut mayalı ekmeğin bitmesi ve annemin yeni maya kurması arasında bulduğum bir fırsatta yaptım:)Tarifi nereden aldığımı malesef kaydetmemişim ama kendime göre bazı değişiklikler yaptım. Vereceğim ölçülerle 6 adet küçük ekmek çıkıyor, biraz daha büyük yapılırsa 5 adet ekmek çıkarılabilir.
Malzemeler:
- 1,5 su bardağı beyaz un
- 1/2 su bardağı kepekli un*
- 1/2 paket Pakmaya
- 35 g tereyağı (eritilip ılıtılmış)
- 1/4 su bardağı ılık su
- 1/4 su bardağı ılık süt
- 1 çay kaşığı deniz tuzu
- 1/2 yemek kaşığı esmer şeker
- 1 köy yumurtası (sarısı ve akı ayrı)
* Ekmeklerde kepekli ve beyaz unu normalde eşit oranda kullanıyorum ancak kepekli ekmekler biraz daha tok olduğundan, sandviçlerin yumuşak olmaları için bu kez daha az kepekli un kullandım.
Yapılışı:
1. Beyaz unu bir kaba koyup ortasını açın. Mayayı bu çukura ufalayıp ılık su ve sütü dökün, parmak uçlarınızla mayayı ezin. Çukurun üzerine biraz un serpin ve 15 dk kadar bekleyin.
2. Şekeri, tuzu, yumurtanın akını, tereyağını ekleyip yoğurun. Kepekli unu azar azar yedirin. Elinize hafif yapışan bir hamur yapın.
3. Hazırladığınız hamuru zeytinyağı ile yağladığınız kapaklı bir kaba koyun, hamurun üzerini de yağlayıp kapağını kapatın. Fırınınızın yoğurt ayarında 1 saat boyunca bekletin (yoğurt ayarındaki fırın ısısı ideal olduğu için fırında bekletilen hamurlar çok güzel mayalanıyor ama siz başka yerde de bekletebilirsiniz, önemli olan hamurun üşümemesi).
4. Hamur mayalandıktan sonra hafif unlanmış zemine alıp tekrar yoğurun. Dilediğiniz büyüklükte bezeler alıp yuvarlayın, yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizin.
5. Tepside de 20 dk kadar mayalandırdıktan sonra bezelerin üstlerine yumurta sarısı sürüp 200° fırında 15 dk pişirin. Fırından aldıktan hemen sonra üzerlerine bir bez örterseniz yumuşak kalırlar.
**********************************
Çok güzel iki film de izledim bu arada! Onlardan da bahsetmek istiyorum.
İlki "Charlie and the Chocolate Factory". Küçük kentimizin eski ama yıllardır kapalı olup şimdi yeniden açılan sinema salonunda izlediğim ilk film bu oldu. O sinema salonunun açılmasına benim kadar çok sevinen başka biri var mıdır bilmiyorum ama artık daha sık sinemaya gitme şansımın ve daha bol film seçeneğimin olduğunu biliyorum, ve bu harika birşey! Kocaman bir paket bitter çikolata aldım yanıma, bolca da kahve. Öyle yapmak gerekiyor çünkü bu filmi çikolata tüketmeden izlemek mümkün değil!! Keyifle izledim yönetmen Tim Burton'ın son eserini. Onun sinema perdesine yansıttığı masalsı dünyalarını severim, o filmleri Burton'ın içindeki çocuğa teslim ettiği kamerasının çektiğini bilirim. Düş gibi olur Burton filmleri, sizi sinemanın büyülü dünyasına çeker ve yüzünüzde bir gülümsemeyle bu dünyaya kapılıp gidersiniz! (Edward Scissorhands'i kim unutabilir?) Bu kez de çikolata üreticisi Willy Wonka'nın çikolata imparatorluğu için veliaht arayışını anlatmış, başrolü -her zamanki gibi- teslim ettiği Johnny Depp ile. Wonka, çikolata paketlerine gizlediği 5 altın bileti bulan 5 çocuktan birini fabrikasını teslim etmek üzere seçecektir ama bu şanslı çocuk ancak çikolata yiyebilmenin değerini bilen olacaktır.
Film (her ne kadar artık çift sinemamız olsa da!) bize ancak ulaştı, ama umarım büyük kentlerde yaşayan çikolata düşkünleri bu filmi ıskalamamışlardır, zira hayal ürünü bir çikolata fabrikasının ne şahane bir yer olabileceğini görmek gerek! (yanınıza bolca çikolata almayı unutmayın! :)
Diğer film, "The Island". Görselliği ile etkileyen, sağlam senaryosu ile uzunluğuna rağmen keyifle izlenen bir film. Yıl 2019 ve yeni Amerikan rüyası "sonsuz yaşam". İnsanların bunun için yapmayacakları şey yok ve en zengin olanlar milyon dolarlar ödeyerek satın aldıkları sigorta poliçeleri sayesinde kendilerinin birer kopyasının "üretildiğinden" habersiz, bilimin son noktasının onlara hediye edeceği uzun ve sağlıklı ömrün keyfini sürmeye hazırlanıyorlar. Diğer tarafta klonların yaşadığı merkezde yolunda gitmeyen birşeyler var! Klon Lincoln (Ewan McGregor), bir gün aslında yaşayan gerçek insanların yedek parçaları olmaktan öte bir varoluş sebeplerinin olmadığını keşfediyor ve varolmayan Ada'ya gitmek (yani kullanılmak!) için seçilen herşeyden habersiz Jordan'ı (Scarlett Johansson) da yanına alarak merkezden kaçıyor. Sonrası, gerçek dünyadaki pekçok şeyden habersiz iki çocuk-yetişkinin Los Angeles'ın göbeğinde hayatta kalma ve bütün bunlara sebep olanlarla yüzleşme çabaları.
Çok orjinal bir fikre dayanmasa da senaryo gerçekten sağlam ve görsel efektler etkileyici. Daha önce Armageddon ve Pearl Harbor gibi pek de şahane sayılamayacak filmlere imza atmış olan yönetmen Michael Bay'den şahsen bu kadar iyi bir film beklemiyordum.
*********************************
Eveet, sitemiz de güncellendiğine göre şimdi artık sandviçimi yiyip kahvemi içebilirim! Siz benim gibi ertesi güne bırakmayın, hemen sıcakken ikiye kesip arasına en sevdiğiniz malzemeleri doldurun ve kocaman bir ısırık alın:)
Yorum Gönder