0


Ege'nin bir ucundaydım haftasonunda...
Atlas'ın 2005 Tatil sayısında "Ege'nin uç beyliği" diye bahsedilen Karaburun'da, Karaburun Belediyesi tarafından bu yıl 5-7 Ağustos tarihlerinde ikincisi düzenlenen Karaburun Şenliği'nde. Sevgili Tijen ablamın (İnaltong) davetiyle bu lezzet şölenine ben de konuk oldum. Çok ama çok şanslı sayıyorum kendimi! Tijen ablayla birlikte; Akşam Gazetesi yazarı, gezgin-lezzetçi, kendisi sürekli estafurullah dese de Türkiye'nin önemli gurmelerinden sevgili A. Nedim Atilla ve Sabah Gazetesi yazarı, yine kendisi kabul etmese de önemli gurmelerimizden Ahmet Örs Şenliğin lezzetçi konuklarıydı. Bilmem lezzetçi demek daha uygun düşer mi, gurmeliği hiçbiri kabul etmediğine göre?

Bana gelince, ben sadece şanslıydım.
Hatta kim olduğumu soranlara "sadece bir şanslı" demek istedim gezi boyunca! Ama Tijen ablacığım herkese kardeşim diye tanıttı beni. Ona ne kadar teşekkür etsem az ama bir de buradan teşekkür etmek istiyorum (biliyorum, o istemez hatta kızar şimdi ama olsun)!

Çok şey öğrendim, çok lezzet keşfettim, nefis yemekler tattım iki gün boyunca. Eskiler "yediğin içtiğin senin olsun" der ama ben yine de haftanın ilk yazısında bunları paylaşmak istedim sizlerle.. Belki gözlerinizi kapatıp elinizi uzatırsanız fotoğraflardan bir "çılkım" üzüm bile koparır, o eşsiz rayihasını damağınızda hissedersiniz, belli mi olur?

Karaburun'un İzmir'e mesafesi 100 km, bu da İzmir'den sonra yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk anlamına geliyor. Herhalde Türkiye'de yapılabilecek en nefis manzaralı yolculuklardan biri bu olsa gerek! Yol biraz virajlı olsa da, gözlerinizin maviyle ve yeşille buluşup hasret gidereceği, yolda olmanın keyfini hissedeceğiniz bir yolculuk bu...

Derken Karaburun'a ulaşıyor, serin mi serin (geldiğiniz yer 41 dereceyse üşüyebileceğiniz kadar serin!) tertemiz havasını içinize çekiyorsunuz.. Hele bir de az önce yağmur yağmışsa, havada asılı kalan koku sizi bir anda kendinize getirir, yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle Karaburun sokaklarını adımlamaya başlayabilirsiniz.



Biz önce sokaklarda domates, üzüm, kavun, armut, börülce satan Karaburun köylülerinin tezgahları arasında kısa bir tur attık, mis kokulu kavunlardan hemen oracıkta kestirip tadına baktık. Sabah erken kalkmış ve yolculuk sırasındaki zorunlu beklemelerimizde öğle yemeği yiyememiş olduğumuzdan kurt gibi acıkmıştık! Etrafı fazlaca göremeden, kendimizi ağaçların altına kurulmuş ahşap masalardan birinde erken akşam yemeğinde bulduk. Cavidan hanımın gözetiminde (Tijen abla daha detaylı yazar herhalde, yakında kendi yemek kitabını çıkaracak olan bir gurme Cavidan hanım) Karaburunlu ev hanımlarının hazırladığı nefis yöresel yemeklerden tadacaktık.

Hepimizin bildiği ama geleneksel de olsalar her elin ayrı yaptığı yaprak sarması, biber dolması, domates salatası, patlıcan ezmesinin yanına sıralanmıştı kimini hiç bilmediğim kiminiyse özlediğim lezzetler.. Pirinçli bir içle hazırlanan masur böreği, kızarmış hamurların yoğurtlu bir sosa bulanmasıyla yapılmış, ama bu basit tanıma rağmen inanılmaz bir lezzeti olan dede sarığı, Tijen ablamın ayaküstü tarifini aldığı (duymasın, bloknotundan kopya çektim tarifi ama tabi ki yazmayacağım:) bence yemeğin yıldızı olan kabaklı negerek böreği yöreye özgüydü ve tabi bilmediklerimdi..


tepside negerek böreği...

Özlediğim ise, Ayvalık'tan sonra hiçbir yerde rastlayamamış ve yiyememiş olduğum kabak çiçeği dolmasıydı ki, pirinçli yemeklerle arası hoş olmayan ben bu minik dolmaları her gün önüme koysalar yerim... (annemin dediğine göre bizim buralarda da bazı pazarcıların erken saatlerde kabak çiçeği getirdiği oluyormuş, ama bu çiçekler ille de ilgi ister, beklemeden pişirilmek ister.. Ne yapsam, bir Çarşamba günü sırf bunun için şirketten izin istesem verirler mi ki?!)


güveçte zeytinyağlı taze fasulye... bildiğimiz gibi değil!


Tatlı olarak; yufka katmanları arasında serpilmiş bol cevizi ve şerbetiyle aslında tanıdık bir lezzet olan kesme tatlıya ve yörede sündürme dedikleri höşmerime sıra gelmesini şahsen sabırsızlıkla bekledim:) Karnı açken bile tatlı düşünebilen, hatta tercih et deseler "kesinlikle tatlı!" diyen biri olarak bu benim için yemeğin en keyifli bölümüydü...





Birol Üzmez'in fotoğraf sergisi ve Tariş'in zeytinyağı standı, zeytine ve zeytinyağına aşık olanları bekliyordu dışarıda...


Yemek sonrasında gittiğimiz Şenlik alanı cıvıl cıvıldı. Karaburun Kadın Kooperatifi'nin standında el emeği sepetler, işlemeler, takılar (gelin kızların boyunlarına taktıkları mis kokulu karanfil kolyeleri yapıyorlar), çeşit çeşit reçeller (karabaşotunun tek başına ya da gelincik otuyla birlikte reçelini yapıyorlar, yine enginar reçeli bildiğim kadarıyla sadece burada yapılıyor) vardı. Bir süre Yusuf Savaş Emek'in kitap standında Ahmet Bey ve Tijen ablayla birlikte sohbet ettik. Savaş Bey Karaburun'da bir gelenek haline gelen Ütopyalar Toplantılarını düzenliyor. Bu yılın toplantısı geçmiş, ama gelecek yıl yapılacak olan ve sevgili İlhan İrem'in de büyük ihtimalle katılacağı toplantıya beni şimdiden davet etmesine çok sevindim! İlhan İrem'le tanışmanın hayali bile müthiş! Bakalım sözünde duracak mı?

O akşamın Şenlik programında "Şeyh Bedrettin ve Sanat" konulu panel vardı ve Radikal Gazetesi yazarı Haydar Ergülen ile, antik kentler üzerine pekçok kitabın ve devasa bir "Tarihsel Adlar Sözlüğü"nün yazarı olan Bilge Umar panelistler arasındaydı. Şeyh Bedrettin Destanı'nın alkışlanan dizeleri eşliğinde indi akşam Karaburun'a...


****************************************

Ertesi sabah erkenden uyanıp yine Cavidan hanımın ev sahipliğinde kahvaltı yapacağımız yere doğru yola çıktık. Önceki akşam geç vakitte gelen Nedim Bey ile ekip tamamlanmıştı (dedim ya, bendeniz sadece bir şanslıyım!)

Neler yoktu ki kahvaltıda?
Ege'nin klasik kahvaltılıkları haricinde ilk dikkatimizi çeken kapalı pide oldu. Cavidan hanımın bir nevi kapalı pizza dediği bu pideyle başladı günün lezzet şöleni.



Adını çok duyduğum ama tadamadığım kopanisti peyniri, zeytinyağının içinde çökelek görünümünde bir peynirdi. Yanılıp bir kaşık aldım tabağıma ama tadına baktıktan sonra kalanını yiyemedim. Kopanisti, ancak başka lezzetlerin arasına karışarak, o keskin tadı hafifletilerek yenebilen bir peynir. Benim gibi farklı peynirlere çok meraklı bir peynirsever olsanız bile! Tuzuyla, yoğun ve tanıdık aromasıyla kelle peynirini daha çok sevdiğimi itiraf etmeliyim:)

Yöreye özgü hurma zeytini, Nedim Bey'in zeytinyağına kırılmamış olduğu için hayıflandığı köy yumurtaları ve tabi çeşit çeşit reçeller kahvaltının diğer farklı tadlarıydı. Ben tabi ki en çok reçellere bayıldım! Karabaşotu, domates, erik, çıtır kabak, portakal ve turunç reçelleri.. Hepsinden tadacağım der ve bir de kaptırırsak iş kötü.. Sonra gün boyu nasıl üzüm yiyeceğiz? O yüzden kaşığın ucuyla alalım da, tadı damağımızda kalsın..


ön planda erik reçeli, arka planda çıtır kabak


Derken yeniden Şenlik alanı. Günün ilk etkinliği üzüm yarışması!
Çoğunluğu Kösedere köyünden gelen 20 yarışmacı heyecanlı beklemelerine başladı, lezzetçilerimizden oluşan jüri yerini aldı. Tek tek çağrılan üzüm yetiştiricileri, özenle seçerek en güzel sepetlerine yerleştirdikleri gözalıcı üzümlerini gururla sergiledi, tadımlar yapıldı. Sonunda oybirliğiyle Yüksel amcanın yetiştirdiği "enfes" mor üzümler 1. oldu. Hakkı değil mi ama bakar mısınız?



Tabi diğer üzümlerin hakkını yememek gerek. Hepsi ama hepsi o kadar güzel, o kadar lezzetliydi ki! Yöreye özgü razaki (ben bizim "kadın parmağı" üzümlerimize benzettim ama bilenler bu farklı dediler), sultaniye, en şiddetli tatlı krizlerine birebir. Ben bu üzümlerden reçel yapılmamasına şaşırdım biraz, bizim çokça yaptığımız üzüm reçeli, bu üzüm memleketinde yapılmıyor...

Yarışma sonrasında Yüksel amca kendi bağında yetiştirdiği bu hakikaten enfes üzümlerden şarap da yaptığını söyleyince gidilecek adres belli olmuştu: Yüksel amcanın bağ evi! Karaburun'un ünlü rüzgarlarına açık, turkuaz denizle karşı karşıya bir bağ evi var Yüksel amca ve eşi Mübeccel teyzenin. Yanıbaşlarındaki bağlarında mor salkımlar büyüyor, karşılarındaki incir ağaçlarında incirler ballanıyor...


bu fotoğrafı Nedim Bey için çektim ama kızmaz herhalde siteye de koymama:)


Biz gittiğimizde düğün hazırlıkları var evde! Hamurlar açılıyor, sac üzerinde katmerler pişiyor, bize de düşüyor:) Mübeccel teyze keçi sütünden kendi yaptığı tulum peynirini koymuş katmerine. Toprak kokulu domatesleri ve ev yapımı şarapları eşlik etti bu lezzete...



Bütün bu lezzetlerin üzerine, Karaburun'un tertemiz koylarından birinde birkaç kulaç atmamız şarttı artık, biz de öyle yaptık! Yüzme keyfimiz ilk başta kısa sürse de öğleden sonraki tekne turu ile devam etti.

Vakit akşama doğru ilerlerken Tijen ablamın da katılacağı "Zeytinyağı Uygarlığı" paneli öncesi son bir yemek yedik. Yine Cavidan hanımın elinin değdiği nefis yemekler ve eşlik eden Sevilen Majestik... Tabi bir de en üstte gördüğünüz fotoğraftaki muhteşem üçlü biraraya geldi ki, başka hiçbir şey olmasa bile yeterli olurdu bence! Bu üçlü; bir kadeh kırmızı şarap, yöreye özgü bir parça peksimet ve yanında kopanisti peyniri karıştırılmış domatesli bir mezeden oluşuyordu. Peksimet suyla ıslatılarak biraz yumuşatılıyor, sonra üzerine bolca ezme koyularak suyunu çekmesi bekleniyor, şarabınızdan alacağınız yudumlar eşliğinde mutlulukla yeniyor...

peksimet ıslatılmadan önce...

Paneli, otobüse yetişmem gerektiği için ancak kısa bir süre dinleyebildim, öncesinde Tijen ablayla vedalaştım ve mor üzümler diyarı mis kokulu Karaburun'dan ayrıldım... Dönüş yolculuğunda gün batımının inanılmaz renklere boyadığı koyları izlerken otobüsten inivermek içimden geçmedi değil!..

Benim Karaburun'um böyleydi işte.. Asıl lezzetçilere kulak vermek gerek şimdi. Kimbilir Tijen abla güzel kalemiyle nasıl anlatacak kendi Karaburun'unu? Ya Nedim Bey, Ahmet Bey, onlar nasıl anlatacaklar kimbilir? Hepsini merakla ve heyecanla bekliyorum.

Mor çiçekler, mor üzümler diyarı Karaburun için son söyleyebileceğim, belki de ilk söylenmesi gereken:
"ne olur, hiç olmazsa sen hep böyle kal!"




Yorum Gönder

 
Top