Uzun bir kahve molası oldu...
Uzun bir yıllık izin oldu çünkü. Ama öyle çok ihtiyacım vardı ki...
Tatili bitirdiğim ve ruhumun sesini daha net duymaya başladığım bugünlerde, sizleri daha fazla merakta bırakmak istemedim. Düşkent’teyim. Eylül’ü burada karşılayacağım bu yıl! Kendime yeni bir düş, belki bir umut armağan etmek istedim. Sizlere de küçük bir armağanım olacak, ama birazcık sabır... Gerçi sabrınızı bu uzun molayla yeterince zorladığımın farkındayım ama tadı damağımda kalan sevgili Ayvalık’ı paylaşacağım bu yazıyla kendimi affettireceğimi umuyorum. Klavyenin tıkırtılarını, arşivden fotoğraf seçmeyi, kelimelerimi onlarla birlikte bu sayfaya düşürmeyi özlemiştim... Güzel yorumlarınızı, ilginizi, sıcacık postalarınızı kahve molası boyunca da esirgemediğiniz için hepinize tekrar teşekkür ederim...
Kaçıp kaçıp gittim küçük kentten.
Önce Bodrum’a gidip Akyarlar’da, güzelim Karaincir’de kendimi billur sulara bıraktım.. İstedim ki herşeyden önce denizin, güneşin, kumun sıcağı ısıtsın ruhumu. Isıttı da! Ama bir kumsalda kendimi güneşe (o da köşe bucak gölge arayarak) ancak birkaç gün bırakabilirim ben. Aradığım orada değildi... Sadece dolunaylı iki gece vardı hep saklamak istediğim!.. Onlar için değerdi. Dolunay yükselirken yakamozların üzerinde, biz kardeşimle bomboş kumsalda oturup bir şişe kırmızıyı paylaşarak ışığın ve sevginin müziğini dinledik...
Sonrasında sırt çantamı omuzlayıp sevgili Ayvalık’a uzandım.
Kendimle buluşmaya...
Günler boyunca, günlerin batımına dek güzel Ayvalık’ın sunduğu güzelim lezzetleri tattım, kendimi zamanın uzun uzun, esneye esneye akışına bıraktım. Gün battıktan sonra da 120 yıllık ahşap bir evin terasında, ceviz ağacının dalları altına oturup içimi dinledim... Uzun süre sustu! Ama sonunda başladık konuşmaya... Neler konuştuğumuz bize kalsın, buyrun işte, sizin de damağınızda hissetmeniz umuduyla Ayvalık lezzetleri!
Öncelik elbette Güler Pastanesi'nin...
Ayvalık'taki ilk günümdü.
Öğleyi çıtır simitle geçiştirmiş (her yerin sokak simidi güzel olmaz bilirsiniz, ama Ayvalık'ın simidi gerçekten güzel!), hafiften serin ama tatlı birşeyler yeme ihtiyacı duymaya başlamıştım. Gideyim dedim, sakızlı dondurma yiyeyim Güler'de. Ben kendimi tanıtmaya çekinerek bir köşede dondurmamı yerken, pastane sahiplerinden Murat bey içeri girip "hoşgeldiniz Sibel hanım!" deyince çok şaşırdım! Meğer Tijen ablamın parmağı varmış bu işte.. Bu sayede Murat bey ile nihayet tanışmış olduk, evet, Sibel'in Kahvesi'ni ben yazıyordum!
Sakız meselesi üzerine yaptığımız küçük sohbetin ardından Murat bey henüz yeni şerbetlendiğini tahmin ettiğim ılık lor tatlısından ikram etti dondurmamın yanına. Dünya üzerinde asla hayır denemeyecek lezzetler vardır! Güler'in lor tatlısı onlardan biri işte, yanında mutlaka dondurma ile...
Güler'in bir de lorlu böreği var ki, onu sabahın erken saatlerinde, sıcakken alıp hemen çayla birlikte kahvaltıda yemek gerek. Ayvalık'ın "sabah böreği" zaten lorlu börek, hemen her simitçi camekanında görmek mümkün. Ama bilmem onlar Güler'in börekleri gibi olur mu?
Sakızlı kurabiye, Güler'in artık herkes tarafından bilinen klasik lezzeti.. Bu arada Murat bey benim tarifimi de denediklerini, hatta daha çok beğendiklerini söyledi. Dediğine göre benim versiyonumun pastanede uygulanabilir olmamasının tek sebebi, lordan dolayı diğeri kadar dayanıklı olmamasıymış. "Dayanıklılığını bilemiyorum tabi, yapıldığında en hızlı tükenen kurabiye olduğu için!" dedim:) Evet, Güler'in kurabiyelerinde meğer lor yokmuş, ama ne gam? Nefis sakız kokusu ve ağızda dağılan ev kurabiyesi lezzeti var ya! Hangi pastane zeytinyağı kullanıyor kurabiyelerinde? Ayvalık'a uğrayanlar ve bunu bilenler zaten illa ki Güler'e uğrayıp önce tatlılarını yiyor, giderken de kutu kutu kurabiye alıyorlar. Günde iki kez taze kurabiye çıkıyor, sıcak sıcak almak için ya sabah erken uğramak gerek ya da öğleden sonra...
Ama...
Ama bir de şekerli Girit böreği var ki...
Sakız ve lor cenneti Ayvalık'ta, bugün hemen hemen tüm yazlık yörelerde görebileceğiniz gözlemeciler yok nedense.. Ama ben lorlu bir gözleme hayal ettim ve bulmakta zorlanmadım. Küçük dar sokaklarda yürürken çıkıverdi karşıma "Asmalı Bahçe". Amcam bir yandan layıkıyla demlenmiş mis kokulu çayını küçük çırağına dağıttırıyor, bir yandan da isteyenlere Ayvalık tostu yapıyordu. Hemen yan taraftaki bahçeden (belli ki aileden) kızlar da gözlemeleri yetiştiriyorlardı. Zeytinli tabakları da ne güzel değil mi?
Sıcak bir öğleden sonra, yürüyüş yaparken bir kez daha uğradım Asmalı Bahçe'ye, bu kez geçen seferden aklımda kalan limonatasından içmeye.. Ev yapımı nefis limonata yetmişbeş kuruş.. Şaşırmayın! Ayvalık'ta deniz kenarında içeceğiniz Türk kahvesine de aynı parayı ödersiniz, çay ondan da ucuz... İsterseniz günlük gazeteleri getirip masanıza bırakanlar bile olabilir!
Ayvalık tostu dedim ya az önce, hemen her yerde yapılan ve artık herkesin bildiği bu tostun en güzelini nerede yiyebileceğimi soruşturdum. Öyle ya, ben öyle tostla filan beslenen biri değilim, bir-iki kez tadımlık yiyeceğim, iyisini yiyeyim değil mi:) En iyisi Avşar Büfe dediler, ben de doğruca oraya gittim. Domates-peynirli, ketçap-mayonezsiz tostumu ayranla birlikte pek bir keyifle yedim. Çayla da güzel oluyor!
Ayvalık tostunun özelliği nohut mayalı ekmekle yapılıyor olması, dolayısıyla bana çok yabancı bir lezzet değil.. Ama annemin ekmeğine göre tadı öyle farklıydı ki, başta pek inanmak istemedim. Sonradan sabah saatlerinde sokaklarda yürürken fırınlardan yükselen nohut mayası kokuları ikna etti beni. Evet, tost ekmeği özel, isterseniz fırınlardan paket halinde alıp buzluğa atarak tatil dönüşünde de kendinize kendi usulünüzce Ayvalık tostları yapmanız mümkün! Biz öyle yaptık. Tostla beslenmem mi demiştim? Eee, geçici bir dönemdi tabi... :)
Bu gördüğünüz de Girit leblebisi..
Çıkıverdi karşıma bir amcamın tezgahında. "Sakızlı mı yoksa!" dedim heyecanla ama değilmiş.. Leblebici amca yanındaki arkadaşına "eskiden nasıl olurdu bu leblebiler bilir misin?" diyordu, "bir de şimdikilere bak". O öyle dese bile ben aldım ufak bir paket. Akşam çayımın yanında atıştırdım bu is kokulu leblebilerden. İs kokulu her lezzete bayılanlardanım ben, sevdim Girit leblebisini, ama Bergama'nın sakızlı leblebisini anmadan da edemedim! Ne güzeldi onlar, sıcakken hele...
Uzun bir molanın ardından toparlanmak ne zormuş?
Paylaşmak istediğim daha o kadar çok şey var ki! Vakitler dar (şimdilik) ama sizleri daha fazla bekletmeyi de istemedim. Böyle bir "merhaba" umarım keyifli olmuştur. Yanıtlayamadığım yorumları da unutmadım! En kısa sürede hepsini yanıtlayacağım. Arayı fazla uzatmadan Cunda lezzetlerini de paylaşacağım...
Yorum Gönder