0



Bitmez..
Ayvalık'a kendinizi kaptırmanız öyle kolaydır ki!

Canınız şımarık bir tembellik içinde yemek içmek ve uyumak ister sadece... Zamanı kovalamazsınız, saatler uzadıkça uzar... başka yerlerde yakalayamadığınız günbatımları, büyük şehirlere inat Ayvalık'ta yavaş yavaş gelir. Tadını çıkarırsınız esneyen zamanın, uzayan gündüzlerin.. Kahvaltınızı yavaş yavaş yapar, sonra belki elinize aldığınız kitapla bir ağaç altında uyuklar, deniz kenarında bir kafede sabah çayınızı ya da kahvenizi içtikten sonra dar sokaklara girip saatler boyu yürür, yorulduğunuzda bir kahvede soluklanıp koruk suyu, dut şerbeti ya da limonata içersiniz...


Koruk suyunu annemin ninesi de yaparmış da haberim yokmuş. Neden ben bu yaşımda tanıştım o zaman? diye kızdım biraz.. Güldü annem, yaparız kızım! dedi, biz de yaparız, kolay! Koruk suyunu salatalarda ama en çok da bamya yemeğinde sevdiğimden, o ekşi tada şartlanmış damağım pek şaşmıştı ilk içtiğimde. İkincide daha çok sevdim. Bir de bol bulunsa koruk, bamyadan fırsat olsa da şerbetini yapsa annem.. Vakti de öyle çabuk geçiveriyor ki!

Uzun yürüyüşler yaptım sokaklarda.. Evlere baktım hayranlıkla, sevgiyle.. Günün birinde burada yaşamayı düşledim! Kim düşlemezdi ki..



Ve pazarlar...
Ayvalık'ın pazarını dolaşırken sebze-meyveden çok peynir çeşitliliği aldı aklımı. Neler vardı neler! Havanın sıcaklığına aldırmadan eve 1,5 kilo peynirle döndüm:) Dayanamadım o lezzetlere! Sepet peyniri, yöresel keçi peyniri ve mihaliç peyniri aldım. Sepet peyniriyle evde nefis Ayvalık tostları yaptık (sağolasın Tijen abla! kaşar peyniri de neymiş?), mihaliç peyniri satıcının tavsiyesi üzerine çoğunlukla karpuzla birlikte yendi, keçi peyniri ise benim klasik kahvaltı ve salata peynirimdir zaten... Fiyatlar çok uygundu, satıcıların sıkmayan ilgisi ve nezaketi de cabası. Ayvalık'ın insanları her yerde aynı zaten, güleryüzlü, kibar. En azından bizim karşılaştıklarımız öyleydi.


Nohut mayalı ekmekler tıpkı simit gibi satılıyordu el arabalarında. Nasıl olsa evde yapıyoruz diye almadık ama görüntülemeden de edemedim.


Ekmek satan teyzenin yanındaki tezgahta genç bir kız çeşitli otlar satıyordu. O tarafa doğru gittiğimde annemin eğilmiş bir otu incelemekte olduğunu gördüm. O neyniş? Deniz fasulyesiymiş! Aaa ne ilginç hemen alalım! deyince güldüler. Nasıl yapıldığını kızcağız anlattı uzun uzun. Deniz börülcesi gibiymiş ama öyle hevesle anlatıyordu ki bilmiyormuş gibi yapıp dinledim:)

Bu da yapılmışı!


Ben sevdim ama annem deniz börülcesini tercih ederim dedi. Kıyaslamak gerekirse evet, deniz börülcesinin lezzeti gerçekten de başka! Belki bu ot yoğurtla birlikte daha güzel olabilirdi diye düşündüm, denemek gerek.

Ah.. nasıl unutulur...
Bir de kızarmış dondurmayla tanıştım Ayvalık'ta.
O nasıl bir lezzet öyle?


Kocaman bir top vanilyalı dondurma alınıyor, üzeri çıtır bir karışımla kaplanıyor ve hemencecik kızgın yağa atılıp kızartılıyor. Sonra üzerine çikolata ve meyve sosu dökülüp, fıstık ve hindistan cevizi ile acilen servis ediliyor:) Siz de beklemenizin karşılığını fazlasıyla alıyor, dış kabuğu kırıp içinden çıkan dondurmayı afiyetle kaşıklıyorsunuz. Sosuyla birlikte pek leziz birşey..



Çıtır karışımın neler içerdiğini tam çözemedim ama işin sırrı o olsa gerek. Daha önce birkaç yerde çeşitli tarifler gördüğümü anımsıyorum, yeterli cesareti toplarsam ben de evde deneyeceğim!

Ayvalık'ta akşam saatlerinde elinizde dondurma külahı ya da bir mısır koçanıyla sahil boyunca gezinmek, güneşi batırdıktan sonra da eve (pansiyona) dönüp akşam yemeği için pratik ama lezzetli birşeyler hazırlamak da keyifli! İşte küçük kasabada akşamın güzelliği.. Başka yerde yok!


Ben çoğu kez bir tabak makarna, salata ya da peynir-domates-galeta üçlüsü yanında bir kadeh şarabımla geçirdim akşamlarımı. Yaz akşamı demek biraz da bunlar demek benim için!
Sedirde oturup tahta masada yemek de ayrı bir keyifti...



Yemek sonrasında Ezginin Günlüğü,
"tutuşsun bahçemizde zaman
karışsın günler geceler..."
derken, ben önümdeki deftere notlar düşüyordum.. Sonrasında İlhan İrem,
"yürü ya seyyah-ı avare yürü" derken, ben notlar düşmeye devam ediyordum. Hemen her akşam böyle geçti..
Yazdım.. yazdım.. yazdım...



Cunda'yı unutmadım elbette, unutulur mu hiç?
Bir sonraki yazı Cunda olacak.

Sevgili Burçak'ın yorumu anımsattı, bu sabah gazeteye bakarken tarihi görünce (işe gitmeyince tarihi unutuyor insan!) "aaa bugün yıldönümümüz" düşüncesi geçmişti aklımdan, sonra günün telaşesi içinde yine unutmuştum... Evet, bugün itibariyle Sibel'in Kahvesi 1 yaşında...

Geçen yıl boyunca çoğunlukla Ege'den ve elbette anneciğimle paylaştığımız küçük mutfaktan lezzetleri paylaşmaya çalıştım sizinle... Başlarken düşlerimdeki Kahve'yi burada açtığımı varsaymış ve sizleri kahve içmeye çağırmıştım. Geldiniz, bazılarınız her gün aksatmadan, bazılarınız seyrek, ama geldiniz ya! Sağolun...

Umarım içtiğiniz kahveler tam sevdiğiniz gibidir ve umarım birlikte daha çok kahveler içeriz...

Yorum Gönder

 
Top