- Günaydın İstanbul, nasıl geçti haftasonun?
dedim.
- Hoşgeldin, bildiğin gibi işte..
dedi.
- Bıraktığım gibisin desene..
dedim.
Taksim meydanında ıslak güvercinlerin karın doyurma telaşı, Beyoğlu'nun yorgunluğu, Kurtuluş'un sokak köpeklerinin gözlerindeki hüzün, Küreklifırın'dan yükselen ekmek kokuları, Ermeni teyzenin küçük dükkanının vitrinindeki ev yapımı kekler, metro durağının yanındaki büfede gazete ve akbil kuyruğu, telaş içinde yürüyen insanlar, klaksona durmaksızın basarsa trafiğin açılacağını zanneden şoförler, metronun kalabalığı, herşey aynı...
"Sen nerelerdeydin?"dedi.
"Ege'deydim" dedim.. en kuzeyinde!..
Küçük siyah valizime kekimi, kurabiyelerimi, Kurtuluş'un en cici şekerci dükkanı Bahar Pastanesi'nin kaymaklı lokumunu (ki kendisi yukarıdaki fotoğrafta görülmekte, sade kahve yanında keyifleri tazelemekte tek rakibi badem ezmesi olabilmektedir), taze anne adayının demir eksikliğine acil destek için birer kavanoz tahin-pekmezi, ve bu aralar canı turşu çektiği için İstanbul'un en has turşucusu Asri'den alınmış turşuları koyup Çanakkale'ye gittim!
Hasretler giderildi, uzun sohbetler edildi, birikenler döküldü, gözler doldu, burunlar sızladı, "iyi olacak herşey, gör bak" dendi sürekli.. Güzel yemekler yapıldı yendi, bahar havasının tadı çıkarıldı, kordonda uzun yürüyüşler yapıldı, deniz kenarındaki salaş kafelerde çaylar kahveler içildi, şarap ve peynirci dükkanları gezildi..
"Babalık" diye bir börekçisi var Çanakkale'nin. Aynı zamanda peynir helvacısı ve peynircisi de var, birkaç dükkanları var yani. Ama börekçisinin bir böreği var ki.. Evet, en üstteki fotoğraf o işte. Lorlusu bir porsiyon ancak kalmıştı, bana nasip oldu. Sevim'e kıymalısını aldık. İkimiz de sıcacık böreklerimizden memnun, çaylarımız eşliğinde limana yanaşan gemileri seyrettik minik bir kıyı kahvesinde..
Bu şekerci dükkanının adını malesef not almamışım.. Zaten vitrindeki badem ezmelerini görmeseydim önünde mıknatıs çekmiş gibi durmaz, muhtemelen içeri de girmezdim! Ama "Keçecizade" ismini görünce tabi ki dayanamadım. Edirne'nin ünlü badem ezmecisidir Keçecizade.. Badem ezmeleri hafif şekerli olur, damağınızda asla ağırlık bırakmaz, eriyip kaybolur da size sadece gözlerinizi kapatıp o anın sonsuza dek sürmesini dilemek kalır. İstanbul'da o nefis mamulleri bulunmuyor (bulunuyorsa da ben bilmiyorsam lütfen haber verin!) ama demek ki Çanakkale'de bulunuyormuş.
Sevim "abla ben hiç badem ezmesi yemedim" deyince, "ah canım! bugün büyük gün o zaman! seni tanıştırayım gel!" dedim ve büyük bir heyecanla dükkana daldık. Bir kesekağıdı badem ezmesi alıp çıkınca çocuklar gibi sevinerek deniz kenarına indik ve kahve içebileceğimiz bir yer aradık.
"Güzel kahve yapan bir yer olsun ama bak, bu tarihi bir an" dedim. Bu ritüele şöyle bakır cezvede pişmiş, bol köpüklü kallavi bir kahve yakışır. Sevim, "tam öyle bir yer biliyorum!" dedi ve kahveyi bakır cezvede pişirip yanında nane likörüyle servis yapan bir kafeye doğru yola çıktık.. ama hava misler gibi, günlerden Pazar olunca tabi ki boş yer yoktu. Böyle durumlarda inat etmeyi hiç sevmesem de badem ezmesi aşkına inat edip bir süre bekledik üstelik, ama malesef.. Sonunda şansımıza küsüp pek de özelliği olmayan bir fincan kahveye razı olduk. Olsun dedim, badem ezmesinin tadı nasıl olsa kahvenin tadını bastıracak!
Öyle de oldu tabi...
özlemişim çooook!
Çanakkale'ye gidilip peynir helvası yemeden dönülür mü? Dönülemez. Ama eğer aynı gün içinde devasa bir dilim pasta yediyseniz (eski günlerimizdeki gibi Özsüt keyfi de yaptık efendim) o zaman peynir helvası yiyemezsiniz. Neyse ki çaresi vardır, paket yaptırırsınız, evde tekrar fırınlar, kanepeye yerleşir, telefonu fişten çeker (tamam tamam abarttım), afiyetle yersiniz. Bu helva sıcak yenir, üste bir de dondurma koyarsanız yenmez ama, yani tadından..
Bu içine düşercesine fotoğrafladığım helva tepsisi aslında Babalık'ta çekildi. Ama ben bu kez Tijen ablamın tavsiyesiyle Çanakkale Helvacısı Kadir Usta'dan aldım helvamı. Ufacık dükkandaki alışveriş trafiği bana Ayvalık'ımın Güler Pastanesi'ni anımsattı bir an.. Çanakkale'de her köşede bir helvacı dükkanı görmek mümkün. Ben ilk Hüsmenoğlu'nun helvası ile tanışmış, ve Tijen abla tavsiye edene kadar da başka yerden almamıştım.
Fotoğraflayamadığım peynirlerim, şaraplarım var bir de..
Ezine peyniri aldım tabi ki, %70 keçi, %30 koyun sütünden yapılmış, peynircinin "daha iyisini bulamazsınız" dediği, tadınca buna inanır gibi olduğum harika bir peynir!
Ve şarap..
Yeni tanıştığım (sağolasın Tijen abla!) Çamlıbağ. Sadece Wine House diye küçük bir dükkanda bulabiliyorsunuz. En azından biz girdiğimiz başka hiçbir dükkanda bulamadık. Her yere göndermiyorlarmış. Kırmızı güzellerinden cabarnet sauvignon&kuntra, beyaz güzellerinden vasilaki..
Ve işte böyle, kendime biraz keyif, biraz hüzne karışmış mutluluk, biraz Ege kokusu hediye edip, kardeşime sımsıkı sarılıp, yeniden döndüm bu sabah İstanbul'a.. Ve oradayken aklıma takılan "bu nasıl bir his?" sorusuna cevabımı döndüğümde buldum.
... balık gibiyiz
hani o derya içre olup da...
Yorum Gönder