0



İstanbul'da açılan ekolojik pazarı kıskanırken bir sürprizle karşılaştım... Geçen hafta eve geldiğim bir akşam, odamda bir koli organik ürün buldum! Yine ne sipariş ettiğimi soran anneme şaşırarak "birşey istemedim ki?" dedikten sonra Sade'nin yeni bir sürpriziyle karşılaştığımı anlayabildim. Ali Bey yine beni mahçup ederek daha önceki yazışmalarımızda bahsettiğimiz ve buralarda bulunmadığını söylediğim soya sütünden göndermek istemiş, pakete başka sürprizler de koymuştu. İnce bulgur, marine kuru domates, baharatlar, deniz tuzları, kabak çekirdeği, siyah çay gibi güzelliklerin yanında, en çok sevindiğim şey firik bulguru oldu!

Daha çok Güneydoğu Anadolu mutfağında kullanılan firik, buğdayın henüz yeşilken tarlada yakılması ile elde edilen, is kokulu olmasıyla meşhur bir cins bulgur. Tencerenin dibi yansa sıyırmaya bayılan biri olarak, firik bulgurunun tütsülü tadını çok seveceğimi tahmin ediyor, denemeyi ne zamandır istiyordum. Sonunda, hem de organiğini deneyebileceğim için pek mutlu oldum ve ilk deneme için en güvenilir kaynağa, yani sevgili Tijen ablamın kitaplarına müracaat ettim. Mutfakta Zen kitabında verdiği tarifte, firik bulgurunun tek başına ağır bir tat olduğunu, bu nedenle normal bulgurla karıştırarak pişirdiğini yazmıştı, ben de öyle yaptım. Ancak benim damak tadım daha isli bir lezzeti kaldırabileceğinden, sonraki denemelerimde firik / bulgur oranını 1'e 2 yerine 1'e 1,5 yapabileceğimi düşünüyorum, siz de denerseniz kendi damak zevkinize göre bu oranı değiştirebilirsiniz.

Tarifteki kabuklu mercimek için, kırmızı mercimeğin kepeklisi diyebilirim sanırım:) Yani bildiğimiz mercimeğin kabuklu hali. Aynı onun gibi, sadece daha koyu renkli oluyor. Bizim pazarlarımızda bulunabildiği ve ben tercih ettiğim için annemin bazen aldığı bu mercimekten evde olduğunu görünce sevinerek pilavda kullandım, ancak normal kırmızı mercimek de kullanılabilir. Aynı şekilde, ben bulgurun da kepeklisini ve organiğini kullandım, normal bulgurla da yapılabilir. Tarifte bir de defne yaprağı vardı ama annem nohut mayalı ekmeğe kullandığı için evde her zaman bulunan defne yaprağını her ne hikmetse bulamadığım için kullanamadım. Olsaydı eminim harika bir aroma verecekti..


FİRİKLİ PİLAV

Malzemeler: (6 kişilik)

- 1/2 su bardağı firik bulguru
- 1 su bardağı pilavlık kepekli bulgur
- 1/2 su bardağı kabuklu kırmızı mercimek
- 2 adet kuru soğan
- 4 diş sarımsak
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- Deniz tuzu, karabiber
- 4 su bardağı sıcak su

Yapılışı:

1. Öncelikle bulgur, firik ve mercimeği ayıklayarak karıştırın ve güzelce yıkayın. Bir kenarda bekletin.

2. Zeytinyağını pilav tenceresinde ısıtın, küp küp doğradığınız soğanları ve sarımsakları yağda kavurun. Karabiberi de soğanları kavurma sırasında eklerseniz yemekteki mis kokusunu daha fazla duyabilirsiniz.

3. Tencereye suyu ve tuzu ekleyin, varsa 1 defne yaprağı da atın (daha sonra çıkarmak üzere). Su kaynadıktan sonra bulgur, firik ve mercimeği tencereye alın, kapağını kapatın. Ocağı iyice kısarak suyunu çekene kadar pişmeye bırakın.

4. Mis kokulu pilavınızı 10 dk dinlendirdikten sonra harmanlayarak, güzel bir sebze yemeği ile birlikte servis yapabilirsiniz.

Ben sebze yemeği olarak, sevgili Nezaket'in Açık Büfe'sinde geçenlerde paylaştığı tarifle "Acapsandali" yaptım. Gürcü mutfağından olan bu ilginç isimli harika yemeği öğrendiğim için çok da mutlu oldum, teşekkürler sevgili Nezaket, iyi ki paylaşmışsın! Patlıcandan yapılan her yemeği pek sevdiğimiz için annemle birlikte bayıldık, sıklıkla yapacağımız yaz yemekleri arasına girdi. Pilavın yanına da gerçekten yakıştı. Patlıcanseverseniz tarif için Açık Büfe'ye mutlaka uğrayın derim!

Acapsandali ve arka planda bol semizotlu & soğanlı domates salatası!

Pazar kahvaltısında da organik siyah çayı ilk kez demledik. Bizim evin çay "gurmesi" olan annemin yorumlarını aynen yazıyorum:
demlerken: "vallahi nefis kokuyor..."
ilk yudumu alınca: "işte çay!"
ikinci yudumda: "yıllardır arayıp da bulamadığım gerçek çay bu!"

Ben hatırlamazmışım, eskiden içtiğimiz çayları hiçbir şeyle karıştırmadan doğrudan paketinden koyar demlermişiz de tüm evi çay kokusu sararmış.. Sonra çaylar bozulmuş, bir daha o kokuyu, o lezzeti bulamamışız.. Şimdi her yeni çıkan markayı belki budur umuduyla deniyormuşuz da olmuyormuş. Envai çeşit çayı harmanlayarak, tomurcuklar ekleyerek demlediğimiz çaylar bile bir türlü tam istediğimiz gibi olmuyormuş.. Kısacası biz aradığımız çayı bulmuşuz, bundan sonra başka çay içemezmişiz! Annem ince bellisiyle tam 5 bardak içtiği çayı o kadar övdü ki, greyfurt suyum bitince ben de kocaman sarı kupamı hevesle doldurdum ve gazeteleri kucaklayıp balkona çıktım. Çay gerçekten güzeldi! Ben "o eski çayları" bilmediğim için ve zaten çaya çok düşkün biri olmadığım için annemin yorumlarına fazla bir katkıda bulunamayacağım, ama gerçek çay tiryakilerine organik çayla mutlaka tanışmalarını öneririm. Marketlerin organik gıda raflarında da bulabilirsiniz. Ben geçenlerde Kipa'da gördüğümü hatırlıyorum mesela (umarım doğru hatırlıyorumdur, çünkü anneme artık başka çay içirebileceğimizi sanmam!)

Geçelim bu sabahki ofis kahvaltısına!
Soya sütü ile nihayet tanıştık... Vejetaryen olduğumdan beri, yani 5 yıldır soya ürünlerine pek meraklı olsam da, evde kolayca üretilir ve her yerde bulunur ürünler olmadıklarından beslenme alışkanlıklarım arasına giremediler malesef. Oysa bol miktarda kaliteli bitkisel protein ve östrojen içeren bu harika besin, vejetaryenler (ya da fazla et yemeyenler) için, özellikle de kadınlar için adeta ilaç..

Herkesin bildiği ve pekçoğumuzun kullandığı soya yağı, soya sosu ve soya ununu ayrı bir tarafa alırsak, soya proteinin piyasada daha çok bulunan formu eti ve kıyması. Onlarla daha önce tanışıp çeşitli soteler ve ızgaralar denedim ama açıkçası her defasında bana eti çağrıştırdıklarından pek severek yiyemedim. Ben de pekçok vejetaryen gibi ete ve kıymaya "alternatif" arayan biri değilim sonuçta.. O yüzden bu gibi alternatif ürünlerin belki eti sağlık nedeniyle yiyemeyen ve yemek isteyenler için iyi olabileceğini düşünüyorum, ama benim için "et, kıyma" gibi isimler bile itici olabiliyor! Soya sütü ise sevimli bir isim:)

Görünümü ve kıvamı süte çok benziyor, tadı ise kendine özgü ama süt yerine kullandığınızda, mesela bir kase müsliyle birlikte çok da aykırı bir tat değil. Ben bu sabah kahvaltımı işte böyle bir kase organik müsli içinde soya sütü ve bir porsiyon taze çilekle yaptım. Aslında her sabah buna benzer bir tabak hazırlıyorum kendime, bu sabahkinin farkı sadece soya sütü oldu. 1 litrelik paketi sadece müsliyle 3 gün içinde bitiremeyeceğim için belki kalanıyla tatlı yaparım diye düşünüyorum. Sütün kullanıldığı her yerde kullanılabiliyor, neden olmasın?! Süt ürünlerini de tüketmeyen bir vegan olsaydım bu tanışma sonucunda hayatım kurtuldu bile diyebilirdim:))

Son bir notum da organik ürünleri (tahıl ve kuru bakliyatları) saklamak konusunda olacak. Gerçi genelde minik paketlerde satıldıkları için alıp hemen kullanılabilirler ama olur da paketi açıp yarım bırakırsanız kısa bir sürede minik canlılar da onlarla tanışabilir! Bu onların naturelliğinden kaynaklanıyor tabi ki, ağzının tadını bilen sadece biz miyiz:) Daha önce annemin aldığı bir paket kepekli bulgurun bu akibete uğradığını görünce dün öğleden sonra kolları sıvadık ve yazların sıcak ve kurak geçtiği bu memlekette başka bir saklama yolu olmadığı için tüm tahıllarımızı ve bakliyatları gruplandırarak mini buzdolabına doldurduk. Güzel bir temizlik oldu, en önce pişmesi gerekenleri de bize hatırlattı. Sanırım önümüzdeki günlerde bol bol domatesli bulgur pilavları yiyeceğiz. Bol buzlu ve de tuzlu ayranla birlikte, bir de yanında salata olursa, ne şahane yaz yemeğidir!

Düşünüyorum da.. bizim kuşak, yani 70'lerde doğanlar, çocukluklarında doğal gıdalarla beslenme şansına sahip olan son kuşaktı. Malesef tam da gelişme çağımızda yitirmeye başladık bu şansı.. Hormon, radyasyon, ne kadar yapay aroma ve katkı maddesi varsa 80'li yıllarda girmedi mi hayatımıza? Neyse ki çabuk farkettik bedenimize ve dünyaya verdiğimiz (verdirilen!) zararları, yapay yiyeceklerin cicili bicileri paketlerine pek itibar etmemeye, organik ürünleri nerede görsek ilgi göstermeye, bütçemiz elverdiğince onları tercih etmeye ve bu sayede çocukluğumuzda hatırladığımız lezzette yemekler yemeye başladık. Bundan sonra doğacak bebekler annelerinin sütünden sonra organik mamalarla tanışacaklar, gerçek meyve ve sebzelerin pürelerini yiyecekler, suyunu içecekler diye umuyorum.. Anneler bilinçlendikçe çocuklar daha sağlıklı ve mutlu büyüyecekler.

Kısacası benim umudum var, mesela birkaç yıl öncesine kadar ekolojik bir pazar düşünebilir miydik İstanbul'da? Toprak kokulu domatesleri bulmak büyük kentlerde yaşayanlar için bile imkansız değil artık. Herşey daha da iyiye gidecek, eminim ben..
.. toprak annemiz bize küsmedi, küsmeyecek de!

Yorum Gönder

 
Top