0

İstanbul'dan uzak olanların, onu herşeye rağmen sevenlerin, hatta tüm kahrını çekiyorum bu kentin, nesini seveyim diyenlerin bile, ellerinde kahve fincanı varsa şayet avuçlarıyla birlikte içlerini de ısıtacak bir yazı.... olsun istedim. Gecenin bir vakti, yaptığım bir kahvaltı geldi aklıma. Aslında daha çok, yazmak istedim. Öylesine.. Bahane lazım ya, kahvaltıdan güzel bahane olur mu? En son Ege kahvaltıları vardı, hiç bozmadan yine kahvaltıyla devam edelim istedim.

Haftasonları harika kahvaltılar yapabileceğiniz öyle çok mekan var ki İstanbul'da! Bu bile bir mutluluk sebebi.. Sonbahar hüzünlerinin tesellisi.. Sırtınıza en sevdiğiniz hırkanızı geçirip, boynunuza da bir fular doladıktan sonra serin bir deniz kenarında oturup kentten iki yudumluk keyif çalmak, bu kentin kahrını çekenlerin hakkı değil mi? Hakkı elbette. Gelin görün ki, haftasonları özellikle de hava güzelse, o güzel deniz kenarlarına ulaşmak (hele de toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız), sonra oturacak iyi bir yer bulmak (hatta bazen kötü de olsa bir yer bulmak!) bunu başardıktan sonra açlıktan ölmeden önce size servis yapılmasını sağlamak, ve sonuçta cebinizi yakmayacak bir hesap ödemek kolay iş değil..

Neyse ki bu zorlukları yaşamadan da bir keyif yapma şansımız oldu. Hafta içinde bir gün, işsiz günlerimizden birinde, sağanak halinde yağan yağmura aldırmayıp botlarımızı giyerek, siyah şemsiyemizin altına iki kişi girerek Sarıyer otobüsüne atladık sevgilimle.. Taksim'de küçük bir gölete dönüşmüş meydandan sulara bata çıka duraklara doğru ilerlerken Gezi Pastanesi aklımızı çeler gibi oldu gerçi.. Ama hayır dedim, bu sabah Fransız kahvaltısı modunda değilim! :)

Rumelihisarı durağında indik.. İşte! dedim İstanbullu sevgilime, seni Kale Kafe ile de ben tanıştırıyorum! Her ne kadar İstanbullu olan o da olsa, lezzet keşifleri denince benim seçimlerim ağır basıyor daima. Sevgilim de bundan mutlu olunca, nereye gidelim sorusunun yanıtını çoğu kez ben veriyorum. Deniz kenarında salaş bir kahvaltı deyince de Kale Kafe dedim. Hafta içi, yağmurlu bir sabah olunca kafe tam tahmin ettiğim gibi bomboştu. Biz de balkonundaki minicik iki kişilik masasına kurulduk hemen.

Serpme kahvaltıda tabaklar evinizdeki kahvaltı gibi tek tek geliyor, bunu seviyorum. Üzerine bolca zeytinyağı gezdirilip pul biber serpilmiş domates-salatalık-biber tabağı çok iştah açıcı en başta.. Güzel bir siyah zeytin, ve başımın hiçbir zaman hoş olmadığı biber dolgulu yeşil zeytin.. Bal-kaymak bir İstanbul kahvaltısında zaten olmazsa olmaz. Öyle değil mi?


Çok açtım, ancak bu kadar fotoğraf çekebildim. Tabaklar göründüklerinden daha güzeller, öyle söyleyeyim.. Ama kahvaltının esas doruk noktası bal-kaymak değil, tereyağında kızarmış hellim peyniri.. Kırk yılda bir yiyorsanız, banın ekmeği gitsin yani..


Ekmekleri çok güzeldi, hangi fırından aldıklarını sormadığıma üzüldüm sonradan. Söylerler miydi bilmiyorum gerçi. Ben cevizli, sevgilim çikolatalı ekmeklerine bayıldı. İki lokmalık ekmeklerin üzerindeki lavaşlar da sıcacıktı..


Bir de menemen söyledik ama malesef kötüydü. Zaten bu şehirde güzel bir menemen yiyebildiğim gün kendim pişirmeyi bırakacağım!! Bu işin şakası tabi, ama istisnasız her yerde neden ya hiç pişmemiş, ya ağır salça tadı hissedilen ve muhakkak bir bulamaç halinde gelir menemen? Bilmiyorum, anlamıyorum. Yok sen yerine gitmemişsin, şurası iyi yapar diyorsanız yazın lütfen bileyim:)

Kale'ye önceki gidişimde güzel bir omlet yemiştim, onun da hakkını teslim edeyim. Evinizde yapıp yediğiniz lezzette yapıyorlar omleti. Yanında taze sıkılmış portakal suyuyla nefis oluyor. Kale hakikaten salaş bir mekan, fiyatları salaşlığına göre yüksek bile sayılabilir ama deniz kenarında olduğunu unutmamak lazım. Öyle bir manzarası var ki insan saatlerce oturabilir, kitabını gazetelerini okuyabilir orda. Tabi bir mucize olur da sakin zamanına denk gelebilirse..

Sonunda ben de "mekan yazısı" yazdım galiba! Eskiden İstanbul lezzetleri diye topluca yazıyordum, ama son zamanlarda biriktiremiyorum, çoğu lezzetin fotoğrafı çekilemiyor çeşitli sebeplerden. Ya bekletmeden yazmak, ya da fotoğraf çekmeyi ihmal etmeyip biriktirmek gerekiyor sanırım...

Uzun lafın kısası, kıyılara gidip deniz koklamak lazım şu sıra...

Yorum Gönder

 
Top