Teşekkür ederim toprak ana!
Tüm gaddarlığımıza, tüm kötücüllüğümüze, hoyratlığımıza rağmen bizden şefkatini yine esirgemedin..
Çocuklarına kıyamadın, bazen cezalandırsan bile kıyamadın. Sadece karnımızı doyurmak için değil, üstelik en sevdiğimiz yiyecekleri sunmak için yeşerdin yeniden, bahar renklerine, yaz sıcaklığına büründün. Önce çilekler, sonra pıtır pıtır çıkmaya başlayan erikler, derken işte sonunda güneşte kızarttığın domatesleri de getirdin, mis kokan salatalıkları, çıtır çıtır biberleri...
Ve bir ilkyaz kahvaltısında sundun tümünü birden...
Benim annemi aracı ettin, ama senin gönderdiğini anladım bu hediyeleri, sevindim, içim neşelendi.
... teşekkür etmek istedim sana, hepimiz adına!
Küçük keyifler var bu yazıda.
Küçük keyiflerin küçük tarifleri de tabi. Özlediklerim(iz) var bir de... Yeni kitaplar, albümler de var sonrasında..
... çayınız da yanınızdaysa buyrun paylaşalım!
Öncelikle yukarıda görülen fotoğraftan bahsetmek gerek.. Yaz kahvaltılarımızın vazgeçilmezi, kahvaltı salatamızdan yani. Annem yapar onu hemen, ben sofrayı hazırlarken ya da ekmeğin, poğaçanın, artık fırından ne çıkacaksa onun başında beklerken. İki arada hemen yapıverir. Domatesleri doğrar, salatalıkları ve biberleri de, hatta bazen maydonoz dalları da katılıverir bu cümbüşe.. Başka bir kaseye sızma zeytinyağından döker, zeytinyağında daima boldur eli, "anne az yağlı yap noolur!" dememe aldırmaz, "az yağlı olmaz!" der. Üstüne limon suyu eklenir sızmanın, sonra biraz da tuz, pul biber, nane, bazen nane yerine kekik... Döküldü mü bir güzel salataya? Döküldü. Bandırıldı mı ekmekler suyuna suyuna? Bandırıldı. Başka birşey arandı mı yanında? Aranmadı!!
Sıradaki!
Üniversitedeki son yılımda ev arkadaşımdan öğrenmiştim bu salatayı. Sonradan zenginleştirdim, çeşitlendirdim ama o yıllarda en basit hali bile favori "yemeğim"di. Ankara'nın şahane kara fırın ekmekleriyle birlikte, yanında birşey aramadan yemeye bayılırdım. Garip birşey belki ama bizim öğrenci evimizden asla eksik olmayan 3 şeyden biriydi maydonoz (diğerleri limon ve zeytinyağı!) Pazara gittiğimizde yaklaşık 10 bağ filan alırdık ve her yemeğin yanına salatasını (salata dediysem, maydonoz, limon ve zeytinyağı üçlüsünden ibaret:) yapar, birer bağını rahatlıkla yiyebilirdik. Gece acıkmalarımızda beyaz peynir ve ekmekle de güzel giderdi! Geceyarısı makarnalar omletler filan yapılır da öğrenci evlerinde, maydonoz salatasını herhalde biz yapardık sadece:) Hala da sınırsızca yiyebilirim bu salatayı, özellikle baklagillerin yanında..
Bu salata diğeri, yani yoğurtlu ve biraz daha zengin versiyonu; maydonoz, salatalık ve sarımsaklı süzme yoğurttan oluşuyor. Salatalıklar yarım ay doğranıyor, maydonozlar dal dal koparılıyor ve bir güzel karıştırılıyor tümü süzme yoğurda... Bazen maydonozun yerini semizotu alabiliyor, o ayrı lezzet! En son, sızma gezdiriliyor güzelce, pul biberle süsleniyor...
Ot imparatorluğunun kraliçesi demiştim ben ona...
Müptelaları çok iyi anlar beni. Nasıl sayıkladığımı onu kış boyunca, nasıl sevindiğimi kavuşunca çocuklar gibi!
Deniz börülcesini takdimimdir..
Kendilerinin pazarlara teşrif ettiklerini büyük bir mutlulukla duyururum!
Daha önce tatillerinizde, kıyı lokantalarında minik meze tabaklarında tattıysanız, ve özlediyseniz benim gibi, şimdi artık onun vakti... Ama evde hiç yapmadıysanız, bilmiyorsanız nasıl pişer bu ot, işim zor... Sizin işiniz değil, benim işim zor, yani anlatmak! Tamamen el alışkanlığıdır çünkü bu otları temizlemek, bir kez alışınca hiç zor değildir, sadece birazcık vakit ister sizden.. Ama değer vaktinizi ayırdığınıza. Yine de bir yardım edeniniz olursa daha iyi olur elbette:)
½ kg deniz börülcesi yeter ilk seferde, ya da 1 bağ diyelim.. Yıkayın önce, ayıklayın çok sert görünen dalları, sonra derin bir tencerede kaynattığınız suya atın, haşlayın. Arada ters yüz edin delikli kepçeyle. Azıcık "yosun kokusu" dolacak mutfağınıza ama olsun o kadar, farzedin ki bir kıyıdasınız da akşam sofrası hazırlıyorsunuz deniz kenarında! Piştiğini anlamak için bir dalı alın elinizi yakmadan, şöyle tırnağınızın ucuyla tutup sıyırın. Sıyırdığınız yerde misinaya benzer bir kılçığı kalır deniz börülcesinin, zaten böyle temizlenir. Kolay sıyrılıyorsa tamamdır, kevgire alın süzülsün. Ilıyınca temizlemeye başlayın, birkaç denemeden sonra eliniz alışacak, benim gibi "deli işi bu!" diye söylene söylene temizleyeceksiniz:)) Bu kadar mı zor demeyin, benim gibi 1 bağla yetinmeyip 3 bağ birden temizlemeye kalkmadığınız sürece zor değil... Biz böyle bir defada fazla miktarda temizler, buzdolabına kaldırırız. Sonraki günlerde de az miktarlarda taze soslayıp yeriz.
Gelelim nasıl sosladığımıza..
İki seçenek var, daha doğrusu benim yaptığım iki versiyonu var, sevgili Tijen abladan öğrendim ikisini de.. Birisi yoğurtlu, diğeri zeytinyağlı-limonlu... İkisinin de lezzeti ayrı!
Yoğurtlu versiyonda 1 su bardağı kadar süzme yoğurt, 2-3 diş ezilmiş sarımsak, arzu edilirse rendelenmiş 1 tane domates var. Bu tatlı pembe renge bayıldığımdan ve lezzet olarak da yakıştığından ben mutlaka domates eklerim, ama eklenmese de olur. Haşlanıp temizlenmiş deniz börülceleriyle yoğurtlu-domatesli sosu karıştırın bir güzel. Ya da zarifçe dökün üzerine... En son nokta olarak sızma gezdirin üzerine illa ki...
Bir önceki fotoğrafta görülen versiyonu ise zeytinyağı, limon (veya sirke) ve sarımsaktan ibaret... Artık sizin favoriniz hangi versiyon olur bilmem, ben ayrım yapamıyorum.. Ve deniz börülcesi hakkında son (aslında en önemli) şey: Kendinden tuzludur o, benim bir keresinde yaptığım gibi unutup da tuz ilave etmeyin!
Salatalarımızı şimdilik noktalayıp biraz da mutfağın dışına çıkalım.
Geçenlerde yeni siparişlerim geldi, keyiflendirdi beni.
Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
Baudrillard, yaşadığımız "simülasyonlar" çağına getirdiği güçlü eleştirileriyle tanınan bir kuramcı, bir filozof. Bu kitabında da "şeytan"ın bize kurduğu tuzakları anlatıyor, başta televizyon olmak üzere kitle iletişim araçları tarafından şekillendirilen bir dünyada bize sunulan "gerçekler"i sorgulayabilmemiz için bir kapı aralıyor. Doğu Batı Yayınları'ndan..
Walker Percy, Sinema Müdavimi
Bir klasik! 1961'de yayınlandığında, Camus varoluşçuluğunu Amerika'ya tanıtan roman olarak selamlanmış... "Can sıkıntısıyla ruhani bir kurtuluş arayışı arasında bocalayıp dururken, hayatında eksik olan ne varsa sinema perdesinde arayan borsa simsarı Binx'in ironi açısından bir hayli zengin öyküsü, bugün 2. Dünya Savaşı sonrası yazılmış en üstün varoluşçu metinlerden biri olarak kabul ediliyor. (.....) Binx bir "arayış" olasılığı üzerine düşünürken, umutsuzluğa, gündelik hayatın olağanlığına ve dine ilişkin sorular üşüşecektir zihnine. Zira en büyük kabusu gündelik hayatın olağanlığı tarafından yutulmak, yıllara yayılan bir kalıplaşmış düzen içinde "hiç kimse" olup çıkmaktır." Ayrıntı Yayınları'ndan..
Mehmet Öztürk, Sine-Masal Kentler
"Sanat olarak sinema, mühendisliğe dayalı bir kentsel alan ve mekanikleşen modern toplumsal yaşamda bizi bir süreliğine de olsa bu dünyadan uzaklaştırır ve gördüğümüz manzara sayesinde bilinç ve duygularımız renklenir. Ve seyirciyi düşlemeye yöneltebilir..." Om Yayınevi'nden...
Sevgili Kanat Atkaya geçenlerde bir yazısında "kafamı bozdurmayın pikabımı taşırım her yere!" gibi bir cümle kurup beni çok güldürmüştü. i-pod ve mp3 çılgınlığına karşı söylüyordu bunu, albümlerden vazgeçemeyeceğini ifade etmek için... Sanırım ben de öyleyim, çantamdan CD çalarım hiç eksik olmaz, her yere benimle gelir. Sevdiğim albümler özellikle kısa-uzun tüm yolculuklarıma ve yürüyüşlerime eşlik eder. İşte postadan bir de bunlar çıktı..
Leonard Cohen: Ten New Songs
J.S.Bach: Brandenburg Konçertoları 1-6
Cohen'i ilk dinleyişim yağmur altında bir akşam yürüyüşüne tesadüf etti, bu kadar büyülü tesadüf olabilir mi?
Son olarak... dün gece bir büyük sanatçı geçti küçük kentimizden. Sevgili Yıldız Kenter, o muhteşem kadın, o büyük oyuncu, Kent Oyuncuları ile birlikte geldi ve küçük tiyatro salonumuzun küçük sahnesine çıktı.. İnanılır gibi mi? Biz Yıldız Kenter'i izledik! O bize geldi, "gece mevsiminde çok üşüyorum!" dedi bize... Yüreğimize işledi, 3 saatlik oyunda zaman su gibi akıp geçti, ne kadar alkışladıysak yetmedi, doyamadık!
Selçuk Yöntem ve Demet Evgar da muhteşemdiler, gülümsettiler bizi, mutlu ettiler... İyi ki tiyatro var, iyi ki!
Yorum Gönder