
“Binyıllardır birbirimizi arıyoruz biz. Binyıllardır parçalanmış ruhumuzu bir araya getirmek, tamamlanmak için uğraşıyoruz. Binyıllardır birbirimizi bulmak için işaretler bırakıyoruz ya da işaretler arıyoruz dünyada. Anlamıyor musun, belki de ilk defa bu kadar yakınız tamamlanmaya. Bıraktığım bütün işaretleri buldun sen. İşaretleri izleyip buraya kadar geldin. Bak! Bütün gözlerinle bak!”
Yazar bir mitten yola çıkıyor ve oradan dört elemente (hava, su, toprak, ateş) ustaca bağladığı olaylar zinciriyle örülmüş inanılmaz bir aşk ve arayış öyküsü anlatıyor. Aynı zamanda polisiye bir öykü ama cinayetler alışık olduğum(uz) türden değil! Bölümler arasında yaptığı geçişler dışında hiç paragraf kullanmıyor, ama kitap o kadar akıcı ki bu durum rahatsız etmiyor hiç. Bazı okuyanlara belki rahatsızlık verebilecek tek şey var, o da yazarın tuhaf bir biçimde kadın argosu kullanması. Ben ilk sayfalarda biraz afalladım ama öykünün içine girdikçe bu dile alıştım. Tuhaf bir öykü, yer yer rahatsız edici olsa da soluksuz okudum ve günler boyu da etkisinde kaldım. Hala zaman zaman kitabın kahramanlarını düşünürken buluyorum kendimi.

“Benim gibi birinin bu yüzyılda yeryüzünde bulunabileceğine kimse inanmaz. Ben çağdışı bir insanım. Ya eskiden kalmayım, ya geleceğin işaretiyim. Fakat herhalde bugünün insanlarına benzemiyorum.”

Lahiri, Kalküta’ya tatillerde sık sık gittiği için köklerini hiç unutmamış ama bambaşka bir yaşam sürmüş. Bundan olsa gerek, öykülerinde büyük dünya ülkelerinin metropollerinde yolunu kaybetmiş ya da yeni dünyalarına bir biçimde eklemlenmiş ama bir türlü kendilerini ifade edemeyen Hindistan ya da Pakistan kökenli insanlara dair öyküler anlatıyor. “Aidiyet” gibi zor bir meseleden yola çıksa da öykülerini öyle renkli ve ustaca kurguluyor ki büyük zevkle okunuyor kitap. Özellikle ilk öykü olan “Geçici Arıza”yı çok sevdim.
“Böyle şeyleri hep yapardı. Hep sürprizler hazırlardı; iyi veya kötü. Hoşuna giden bir etek veya cüzdan görürse iki tane alırdı. İşyerinden aldığı ikramiyeleri, kendi adına ayrı bir banka hesabında biriktiriyordu. Shukumar buna aldırmıyordu. Babası öldüğünde annesi perişan olmuş, Shukumar’ı büyüdüğü evde tek başına bırakıp Kalküta’ya geri dönmüştü. Shoba’nın farklı olması hoşuna gidiyordu. İleriyi görebilme yeteneği Shukumar’ı hayrete düşürüyordu. Alışveriş yaptığında, arka kapının önü, İtalyan veya Hindistan yemeklerinden hangisini yapacaklarına bağlı olarak fazladan zeytin ve mısır yağı şişeleriyle dolu olurdu.”
Her öyküden sonra bir müddet onun tadını almak için diğer öyküye hemen geçmemek gerekiyor, ben zor da olsa öyle yaptım ama bu öykünün bitmesine üzülüp “acaba daha sonra neler oldu?” diye düşünmeme engel olamadı (böyle düşüncelere bazı romanların ve filmlerin sonunda da kapılırım). Lahiri işte böylesine keyifli, kahramanların “yaşadığı” öyküler yazmış…
Yorum Gönder