0

Ekolojik pazarıma hafif yağan yağmur altında gidip haftalık alışverişimi yaptıktan sonra ofiste sıcacık çayımı içmenin keyfiyle yazıyorum bu sabah... Torbama mis kokulu muzlar, kütür kütür elmalar, sulu armutlar, yeşil yeşil sebzeler-otlar, köy yumurtaları girdi bu hafta.. Nasıl keyifli olmam? Üstelik dün akşam hem sevgilim, hem Emelciğim, hem de kardeşciğim Yılmaz bana sürpriz yaptılar.. Sevgilimden en sevdiğim biberli çikolata (bu akşam törenle açacağım paketi:), Emelciğimden bana özel bir Bulgar yemeği, kardeşciğimden de yepyeni bir fotoğraf makinesi geldi! Canlarım, son günlerde hiç gülmeyen yüzümü güldürmek için seferber olmuşlar adeta...

Önce yemeğimizden bahsedeyim.
Emel, Yılmaz'ın sevgilisi, bizim için artık aileden biri. Bulgaristan göçmeni oldukları için oldukça değişik şeyler öğreniyorum ondan, yemek kültürleri ile ilgili.. Ailesi uzun yıllardır Bursa'da yaşıyor, Emel'in öğrenciliği Aydın'da geçtiği için Ege mutfağına da hiç yabancı değil.. Dün yemeğe gittiğimizde güzel bir mantar sote ve bulgur pilavı yanında, bana tattırmak için bir de "patates gazması (kazıması)" dedikleri bir yemek yapmıştı. Aslında bana çok da yabancı gelmedi, buna benzer birkaç tarif görmüşlüğüm, hatta denemişliğim vardı. Ama bu güzel tarifin arşivde mutlaka bulunmasını istedim. Bence hem akşam yemeğinde bir sıcak olarak, hem de kahvaltıda keyifle yenebilir. Yapımı çok kolay ve malzemeleri çok basit.. Sadece patates, soğan ve bolca baharattan oluşuyor..


Malzemeler:
(4 kişilik)

- 4 adet patates
- 2 adet kuru soğan
- Kuru nane
- Pul biber
- Kırmızı biber
- Karabiber
- Tuz
- Kızartmak için 1 kaşık tereyağı

Yapılışı:

1. Patatesleri ve soğanları soyduktan sonra rendeleyin.

2. Baharatları göz kararı, sevdiğiniz ölçüde koyarak harmanlayın.

3. Büyük bir tava yerine iki adet orta boy teflon tavaya tereyağını paylaştırıp eritin. Ebatları küçük olursa ters çevirmeniz daha kolay olur.

4. Hazırladığınız malzemeyi avucunuzda sıkarak fazla suyunu atın, daha sonra iki tavaya paylaştırıp kaşığın tersiyle bastırın, kenarlarını düzeltin. Kısık ateşte, kapağı kapalı olarak pişirin.

5. Altı iyice kızardığında kapak yardımıyla ters çevirin, diğer yüzünü de kızartın. Sıcak sıcak hemen servis yapın.


Bu da Emel'in yemek sonrası kahveleri yapmak için mutfağa gittiğinde bize hazırladığı lezzet.. Öğrencilik döneminde kafede çalışıyormuş, bu da kafede yaptıkları tatlılardan biriymiş.. Verev doğranan muzlar tabağa diziliyor, üzerlerine bal gezdirildikten sonra dövülmüş ceviz serpiliyor.

Herhalde çok az şey beni yeni bir makine kadar mutlu edebilirdi.. Yazmıştım daha önce, blogu sık güncelleyemeyişimin sebebi biraz da evdeki kötü ışık koşullarında emektar Kodak'ımın artık çekim yapamıyor olmasıydı. Hayallerim(iz)de Canon'un son modellerinden biri varsa da, ona kavuşmak için daha epey zaman vardı. Aslında bir de Sony'm vardı ama onu Yılmaz'ın bir arkadaşında unutmuş, ve artık bize geri dönmesinden çoktan umudu kesmiştik. Yılmaz biraz bunu telafi etmek için, biraz da bloguma yeni bir şekil vermekle meşgul olduğundan benim güncelleme aralarımı sıklaştırmak için olsa gerek, yeni bir makine almış bana. Kaybettiğimiz makinenin üst modellerinden biri. Loş ışıkta daha net fotoğraflar için ve özellikle makro çekimler için yüksek hassasiyette kullanım kolaylığı sağlıyormuş, yani tam benim istediğim şeyi... Bu tarifin fotoğrafları yeni makinemin deneme safhasında çekildi, daha iyilerinin geleceğini düşünüyorum:)

Son zamanlarda okuduğum en güzel romandı "Safran Sarı". İnci Aral'ın su gibi akan kalemini severim, Türk edebiyatının sağlam kadın yazarlarından sağlam romanlar okumayı ne kadar seviyorsam o kadar... "Yeni Yalan Zamanlar" üçlemesinin son kitabı bu, bir önceki "Mor"du, ilki ise "Yeşil" adıyla yeniden basıldı ve benim okumadığım tek o kaldı. Eylem'in, okuyanı içine çeken, bazen kenarda durup izlemesine, bazen çok iyi anlamasına, bazen de kızmasına neden olan öyküsü, romanın diğer kahramanlarından daha fazla etkiledi beni. Hele öykünün sonlandığı an, bir film noir'in hüzünlü atmosferinde buldum adeta kendimi ve "keşke filme çekilse!"dedim. Sevdiğim roman kahramanlarını perdede kanlı canlı görmeyi severim ben, zaman zaman o görüntü kafamda yarattığımdan çok farklı olup hayal kırıklığı yaratsa da...

Bu da son zamanlarda izlediğim en güzel Türk filmlerinden... Vizyona girdiğimde kaçırdığım, sonra dvd listeme eklediğim filmlerden biriydi. Evde yalnız olduğum bir akşam, kendime kahve yapıp yanına çikolatamı da alarak oturup izledim. Üç insanın bir sokakta, hatta bir çöp konteynirinin çevresinde kesişen bu hüzünlü öyküsünü ben çok sevdim. İyi ki film hakkında yazılan olumsuz eleştirilere kulaklarımı tıkamışım. Böyle filmleri sıkıcı bulanlar olabilir, ama ben de onların sevdiği aksiyonları sıkıcı buluyorum zaten:) Feridun Düzağaç daha fazla filmde oynamalı! Mesleği müzisyenlik olan biri, bir kağıt toplayıcısını ancak bu kadar güzel oynayabilir... Yelda Reynaud'a zaten söyleyecek söz yok, çok iyi bir oyuncu. Filmi idefix stoklarından aldım, eğer hala varsa fiyatı 2.5 ytl...
İşte böyle..
Kitaplar, filmler ve güzel lezzetlerle dolu bir haftasonu daha...

Yorum Gönder

 
Top