0
Douglas Coupland’ın "Komadaki Sevgilim"i, ona dair bir şeyler okuduğumdan beri okuma listemdeydi, sanırım yıllardır.. Genelde indirimleri takip ederek daha fazla sayıda kitap almak istediğim için, okuma listemdeki kitaplara kolaylıkla öncelik vermem. Hem; çok konuşulan ve benim de merak ettiğim, üstelik sevdiğim bir yazarın yeni kitabı bazen bana pek bir şey veremezken, listemde uzun zamandır duran –hatta onu neden listeme aldığımı bile unuttuğum- bir kitap, tam da o anki ruh halime denk düşebilir.

İşte "Komadaki Sevgilim", tam da böyle bir kitaptı. Neden okumak istediğimi artık unuttuğum, İdefix’te özel fiyatlı Punto kitapları arasında gördüğüm anda sepetime ekleyerek listemden sildiğim.. Elime ulaştıktan sonra da bir süre şifonyerin üstündeki kitap yığını arasında bekledi elbette.. Nihayet çantama attığımda, soluk bile almadan, ofiste işlerimin arasında bile gizli gizli okuyacağımı, bir noktadan sonra bitmemesi için azar azar okumaya başlayacağımı hiç düşünmemiştim.

17 yaşındayken dünyanın geleceğine dair birtakım vizyonlar gören ve gördüklerinin ağırlığına dayanamayıp uzun bir uykuya dalan -bitkisel hayata giren- Karen’in ve arkadaşlarının öyküsü bu. Kaybedenlerin aslında kazananlar olabileceğine dair bir ütopya. Sevgilisi onu sürekli ziyarete gelirken, bir yandan karnında bir bebek büyürken, uzun, çok uzun yıllar uyuyacağı yeni bir hayata başlıyor Karen. O uzun yıllar boyunca hem arkadaşlarının yaşadıklarını, büyüme sancılarını, hem de dünyanın dönüşümünü izliyoruz ve tam da bir dönüm noktasında, 35 yaşına varmalarından 1 sene önce, hayatları asla tahmin edemeyecekleri şekilde ve sonsuza dek değişiyor. Dünya ile birlikte…

Okurken her bir detay, bir film karesi gibi canlandığı için, okuyacak olanların alacağı keyfi engellememek adına detay vermek istemiyorum. Bu harika kitabı keşfedin diyorum sadece. Eminim benim gibi keşke filmi, hatta dizisi çekilmiş olsaydı diye düşüneceksiniz.

“Pek çok kişi ikinci bir hak verildiği takdirde bile her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Evrenin sarsılmaz kurallarından biri bu. Anlıyorum ki, insanlar ancak üçüncü haklarında –inanılmaz miktarda zaman, para, gençlik, enerji ve daha aklınıza ne gelirse kaybettikten veya ziyan ettikten sonra- öğrenebiliyorlar. Ama yine de öğreniyorlar ya, bu da bir şeydir.”

“…yaşadıklarından sonra yirmi yaşına geldiğinde bir rock yıldızı olmayacağını biliyorsun…. Yirmi beşine geldiğinde dişçi ya da bir profesyonel olmayacağını da anlıyorsun…. Otuzlarına varmadan da bir karanlık çökmeye başlıyor –zenginliği ve başarıyı bir kenara bırak, hayal ettiğin şeyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini merak ediyorsun…. Otuz beşine vardığında o sırada yaptığın şey, temelde, hayatının geri kalanında da yapacağın şey oluyor; kaderine boyun eğmiş oluyorsun.”

“Çocukluğumda beni en çok ürküten şeylerden biri de esaret altında doğup büyüyen bir balinanın vahşi sulara –asıl ait olduğu ortama- bırakıldığında, sınırlı dünyasının paramparça olduğunu gördüğünde, hiç tanımadığı derin sularda daha derinlik kavramından habersiz bir halde yüzerken garip balıklarla karşılaştığında, yeni suları tattığında, dillerini bilmediği balina sürüleriyle karşılaştığında neler hissettiğiydi. Beni korkutan şey dünyanın birdenbire sert bir biçimde hiçbir kural ya da yasa olmaksızın genişleyivermesiydi; kabarcıklar ve yosunlar ve fırtınalar ve sonu gelmeyen koyu mavi derinlikler.”

Yorum Gönder

 
Top