0
"Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum."
Pavese


"Mucizevi Mandarin"le duymuştum onun adını ilk.
Sözcükleriyle beynimin içindeki, varolduğunu bile bilmediğim sinir uçlarına dokunan, kafamın içine resimler çizen, elimden tutup beni kendi içimdeki coğrafyalara götüren o özel yazarlardandı. Benim yazarlarım'dan olacak ve ne yazsa okunacaktı bundan böyle...

"Kabuk Adam"la tanışmamı da unutamam...
Onu, ruhumu alıp gittiğim tek kişilik bir Ayvalık kaçışında taşımıştım yanımda. Dışarıda Ağustos cehennemi varken, öğle sonralarında odamdan hiç çıkmadan defalarca okumuş, aşkın olanaksızlığı ve sınırları üzerine düşünmüştüm çokça.. o zamanlar.

"Yalnızlık, odak noktası belirlenemeyen bir ağrı gibi yayılır bedene, geçmişin tüm acıları, topluiğne başı gibi bir noktaya saplanır. Yabancı dilde yazılmış kitaplarda boş yere içini ısıtacak bir cümle ararsın..."

Bir imza günü çıkışında, Kadıköy çarşı içinde görmüştüm onu. Siyah elbisesiyle, eli kolu kitap dolu, hızlı adımlarla yürürken hayranlıkla ardından bakakalmıştım. Olduğu gibiydi. Anlattığı, yazdığı, olduğu kişiydi.

"Bilirsiniz, kendini üzerinde çoktandır hiçbir bitkinin yetişmediği bir toprak gibi hissetmeyi..." diyordu "Münzevi'nin Ruhuyla Sohbeti"nde. Ve bitirirken, "Yaydan çıkmış bir ok gibi dalınmıyor gerçeğe, kollara ayrışmayı, parçalanmayı, dağılmayı, her çatlaktan sızmayı göze almak gerek. Vurulmayı göze almadan kimse firar edemez."

Bugünlerde ardı ardına iki kitabını okudum, birbirinin devamı niteliğinde, Radikal'de yayınlanmış köşe yazılarından oluşan "Bir Delinin Güncesi" ve "Bir Kez Daha". Radikal'de yazmaya başladığında, çıktığı ilk günden beri sadakatle takip ettiğim sevgili gazetemde onun bir köşesi olması beni inanılmaz sevindirmişti. Ama kısa sürdü malesef.. Kalemini ruhunun mürekkebine batıran biri için bu ülkenin gündemi hakkında yazmak zordu elbette, hele de o dönemde Cumartesi anneleri, Manisalı çocuklar, ölüm oruçları vicdanları sızlatırken... Ama kolay da pes etmedi. Yazdı gördüklerini, duyduklarını, içinde tutup saklayamadıklarını. Seslerini duyuramayanların çığlığı oldu, konuşamayanlar adına yazdı, "cam duvar"ın ardında otururken hem içerdekileri, hem dışardakileri anlattı...

"Başka türlüsünü yapamadığım için yazıyorum, susarsam eksileceğimi hissettiğim için konuşuyorum."

Yazmak üzerine, yazamamak üzerine, kendini ifade etmek ve edememek üzerine, yaptığımız seçimler üzerine ve sonuçları üzerine ne zaman düşünsem, onun sözlerini anımsayacağım bundan böyle;

"...yazma eylemi bir hesaplaşmadır. 'Ben' ve 'öteki', geçmiş ve şimdi, ölüm ve dirilişle..."

Kendi sesini duymak için yazdığını söylüyor..
Bugüne dek biriktirdiğim herşeyi düşünüyorum da..
Evet, benim de nedenim bu olurdu...

Bir şey daha eklerdim ama belki:
Kendi sesimi başka türlü duyamadığım için...



"İçimizdekini barındıracak derinlikte hiçbir şey yoktur gerçeklik okyanusunda..."

Yorum Gönder

 
Top