0

Buz gibi bir kış günü, Cumartesi öğle sonrası...
İşleriniz bitmiş, artık haftanın yorgunluğunu iyice hissettiğiniz için biraz dinlenmeyi çoktan haketmişsiniz.
Geçmişsiniz evdeki en sevdiğiniz koltuğa..
Yanınızdaki sehpada henüz demlediğiniz mis kokulu çayınız, ya da az önce makineden süzülmüş taptaze kahveniz.. Elinizde çoktandır sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekleyen, satırlar arasında size nice mutluluk vaat eden bir kitap.. Sayfaları çevirdikçe hem fincanınızdan, hem sayfalardan yükselen koku birbirine karışıyor, arada bir içinize çekiyorsunuz...

İşte böyle anları kovalar kitapsever.
Kitap okumanın keyfini, kendine özgü küçük ritüellerini yaşayabilmek her zaman mümkün olmasa da..

Ne kadar koşturmaca olsa da hayatında, ne kadar işi gücü, sorumlulukları olsa da, bir otobüsten inip öbürüne binse de, bazı günler yemek yapacak zamanı dahi olmasa da, fazla mesaiye kalsa da, deli divane aşık, gözünü açamayacak dek hasta olsa da, aklının bir köşesinde hep okumakta olduğu ya da okuma sırasına aldığı kitabı vardır.. Onu hiçbir kuvvet alıkoyamaz okumaktan. Hiç vakit bulamıyorum diye yakınanlara inat, ocakta çorba karıştırırken, çocuğuna muhallebi pişirirken bile okur. Öğle arasında yemeğe çıkarken yanına alır kitabını. Nedense en çok birşeyler yerken okumaya bayılır. Metroda iki durak sonra inecek olsa da çantasından 1-2 sayfa olsun eksiltmek üzere çıkarır kitabını. Yürüyen merdivenlerde bile ya yürür, ya okur. Öylece duranları anlamaz. Haa! Bir de asla özgeçmişinde hobileri bölümüne "kitap okumak" yazmaz!..

Sırma Köksal; kitapseverlerin Radikal Kitap, Time Out, Virgül gibi dergilerden yabancı olmadıkları bir isim. Belki kütüphanenizdeki bazı kitapları onun eleştirilerini okuduktan sonra almışsınızdır, ya da okuma listenizdedir o kitaplar. Metis Yayınları'ndan çıkan "Okumanın Halleri" kitabında denemelerini toplamış. Okurken kendi okuma hallerinizi düşünüp gülümseyeceğiniz, yer yer hüzünleneceğiniz, bir kenara notlar alacağınız, geçmişten bugüne (özellikle çocukluk günlerinizdeki) okuma serüveninizle benzerlikler yakalayacağınız yazılar bunlar.

Okurken o kadar çok satırı kurşunkalemle çizdim ve o kadar çok paragrafı yıldızladım ki, "tadımlık" birkaç satırı paylaşmazsam olmazdı.. Tadı damağınızda kalacak ama, baştan söyleyeyim!

"Yaşarken üstümüze çöken ağırlık, okurken keyifli bir tembelliktir. Gözleriniz sayfaları takip ederken, eliniz yanlış uzanır, sigaranızın külü yere düşer, temizlemeyi erteler ve okumayı sürdürürsünüz. Boş yere, boşalmış fincandan bir yudum çay daha içmeyi denersiniz ama hala kalkmazsınız yerinizden. Uyuşan bacağınızı şöyle bir kıpırdatırsınız ama daha rahat bir koltuğa geçmezsiniz. Dışına düşmek istemediğiniz bir film karesinin içinde gibisinizdir. Sonra bir cümlede durursunuz..."

"...ara sıra sevdiğim yazarlara layık bir okur olamadığım duygusuna kapılıyorum. Kendimi yüzlerce yıllık malikanelerin pek işe yaramayan bekçisi gibi hissettiğim böyle zamanlarda, esas kaygı nedense hiçbir zaman 'yaratıcı' bir şey yazmamak değil. İnsan on altı yaşında -ve o yaştaki herkes gibi bir parça olsun şairken- eleştirmenleri küçümseyebilir. Ama sevdiği yazarları her şeyden çok sevdiğini anladığında ve bütün sevdiği yazarların da aslında kendi sevgili yazarlarına yazmış olduklarını fark ettiğinde, eleştirmen olmaya gönül indirebilir."

"Deneyim başkalarıyla birlikte edinilebilir ama paylaşılmaz. Yalnızlık orada başlar. Deneyimi aynısıyla aktaramayışımızda. Aktaramayız, onu başka bir şekle sokarak anlatırız. Üstelik kimse de birbirinin tam ne dediğini dinlemez, kendi çağrışımları aracılığıyla yorumladığını dinler. Yaşamdan geriye yalnızlık ve o yalnızlığın içinde biriken ve paylaşılmayan bir tortu kalır. Edebiyat da o yalnızlıkta, o tortudan açıklanması imkansız bir denklem aracılığıyla süzülerek başlar ve asla yaşamın kendisini anlatmaz, yaşam üzerine bir hikaye anlatır."

"Sahi, çok yaşlı olanlar o sonsuz bencilliklerinden mi alırlar huzurlarını? İşte yaşamın o döneminde insan, anılarından başını kaldırdığında uzun cümleli kitaplar okumalı. Bol tasvirli şeyler. Çocukken tasvirlerini atlaya zıplaya okurdum bazı kitapları. Babamı deli ederdim böyle böyle. Ama artık o sabırsızlık geçiyor yavaş yavaş. O zaman hiç kalmayacak. Tasvirleri ayağımda pranga gibi hissetmiyorum zaten çoktandır ama, sanırım o zaman en çok tasvirleri okuyacağım. Çok yaşlanınca yani, hiç acelem kalmayacak, yaşam tatlı ama mesafeli olacak, tadını çıkaracağım. Tıpkı çaya batırılmış Madeleine kurabiyeleri gibi dağılacak ağzımda."

Yorum Gönder

 
Top