0

Sonbahar geliyor..
İlk kez geçtiğimiz Pazar akşamı sevgili Cem'in tam bizi eve bırakırken "kabımıza sığamadık, hadi deniz kenarına gidelim!" talebimiz üzerine geceyarısından sonra direksiyonu çevirdiği sahilde hissettim bunu. Sevgilimin ceketi üzerimdeyken bile üşüdüm orada. Çok güzeldi Boğaz, sessiz, sakin, yollar bomboş.. İstanbul'a yakışıyor sonbahar.

Kitaplarımı kucaklayıp gidemedim sahile henüz, ama sevgilimle termosumuza kahvemizi doldurup birlikte gittik geçen gün. Evden Beşiktaş'a kadar yürüdük, Ayvalık'tan aldığımız ve malesef buzluktaki sayıları gittikçe azalan sakızlı kurabiyelerimiz eşliğinde tadını çıkardık güzel havanın. Hatta bir de 89 yaşındaki emekli ışık şefi Sulhi amcayla tanıştık. Opera-bale ve tiyatrolarda ışık şefliği yapmış çok uzun yıllar. Ütülü pantolonu, Attila İlhan tarzı kasketi, kravatı ve ceketi ile çok şıktı, hani o eski İstanbul beyefendileri gibi.. Yanımıza oturdu ve cebinde getirdiği pirinçleri attı güvercinlere. Annem de evden çıkarken hırkasının cebine buğday doldurup yollarda serçelere atar, o geldi aklıma:) Sulhi amca Çamlıca'daki evinden her Cumartesi gelirmiş buraya. Kimbilir, belki yine karşılaşırız.

Yine bir kurabiye tarifi vereceğim. Üstüste geldi kurabiyeler ama bunu bir an önce paylaşmak istiyorum. Aydın'a gittiğimizde yengemlerin Kuşadası'ndaki evlerine de uğramıştık, hem ziyaret hem de birkaç gün de olsa denize girebilmek için. Ipılıktır Kuşadası'nın denizi, uzun uzun yüzer çıkmak istemezsiniz. Deniz keyfimizden arta kalan zamanlar sohbet ve tembellikle geçti, tabi yengemle yemekler de yaptık. Bu kurabiyeleri biz gitmeden önce yapmıştı. Ben geç kahvaltı yaptığım günler öğle yemeği yemem, akşam yemeğine kadar çay-kahve ile birşeyler atıştırmayı severim. Ama onlar öğle yemeğini geç saatte yiyip akşamı geçiştirmeyi tercih ediyorlardı, biz de onların düzenine uyduk tabi. Yani kurabiyeler 5 çayında değil, akşam 9 çayında eşlik etti bize. Güzel de oldu doğrusu.

Kurabiyeleri tadar tatmaz hemen yengemin tarif defterinden kaydettim kendi küçük not defterime. Çok ilginç ama kıtırlıklarını hiç kaybetmiyorlar, birkaç gün boyunca yedik ve hala kıtırlardı. O yüzden kıtır kurabiye dedim, yengemin defterinde susamlı kurabiye diye geçiyor. Ağızda dağılan cinsten, çok hafif şekerli ve özellikle çaya çok yakışan kurabiyeler bunlar. Böyle kurabiyeleri seviyorsanız deneyin, seveceğinize eminim.

Malzemeler:

- 1/2 paket (125 gr) tereyağı - oda ısısında
- 2 yumurta sarısı
- 1 çay bardağı toz şeker
- 1 paket kabartma tozu
- 1 paket vanilya
- Bir tutam tuz
- Aldığı kadar un
- Üzeri için bolca susam

Yapılışı:

1. Susam haricindeki tüm malzemeleri karıştırıp yoğurun, elinize yapışmayan bir hamur elde edin. Kıvam için unu azar azar ekleyin.

2. Hamurdan bezeler koparıp parmak kalınlığında rulolar haline getirin. Daha sonra küçük parçalar halinde kesin. Minik kare ya da dikdörtgen hamurlar elde edin.

3. Hazırladığınız hamurların üst kısımlarını, elinizde kalmış olan yumurta akına batırın. Daha sonra bolca susama bulayın.

4. Önceden 180 derece ısıtılmış fırında üstleri iyice kızarana kadar pişirin. Soğuduktan sonra mis gibi kıtır kurabiyelerinizi teneke bir kutuda ya da saklama kabında, bayatlama endişesi olmadan saklayabilirsiniz.

Bu da yengemin verandasında, güzel kahvaltılarımızdan biri. Ben kahvaltıda ot yemeye alışkın değildim şahsen, ama gördüğünüz yeşillikleri (roka, nane, maydanoz vb.) yengem bayılarak yiyor.


Geldik sobeye..
Sevgili Gülden ya da onun sevimli nikiyle :)den, beni sobelemiş. Blog yazarlığı ile ilgili soruları vardı, ben de zevkle yanıtlıyorum:

1. Blog yazmaya ilk ne zaman başladın?

2005 Ağustosunda.. 3 yılı geride bırakmışım.. Geçenlerde aklıma geldi, Kahve 3 yaşını bitirip bebeklikten çocukluğa geçmiş diye:) Blog fikri aklımda şekillenirken ismini ne çok düşündüğümü hatırlıyorum. İsim Didim'den Aydın'a döndüğüm bir yolculukta aklıma gelmişti (zaten birçok proje yolculuklarda şekillenir benim için). Kahveleri çok severim, "cafe"leri yani. Kahve demek daha çok hoşuma gidiyor. Madem ki hayallerimden sadece biri olan kahveyi açamıyorum, ben de sanal bir kahve açarım, gelenler kahvelerini içer, bazen kitaplardan ve filmlerden konuşuruz, mutfağında pişen yemekleri paylaşırız diye düşündüm.

2. Blog yazısı konularının belli bir çizgide olmasına özen gösteriyor musun?

Özen denmez belki, ama yazıları akışına bırakıyorum. O an içimden neleri paylaşmak geçiyorsa, neler hissediyorsam onlar dökülüyor klavyeden. Günlük hayattan yansımalar, bazen iç döküşler, bazen geziler, ve tabi bunlara eşlik etmek üzere mutfağımda pişenler...

3. Blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?

Sanırım sizler okuduğunuz sürece...

4. Blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?

Zorunluluk hissetmiyorum. Ama sorumluluk hissediyorum:) Bir süre ayrı kalmam gereken durumlar olabiliyor, bazen vakitler yetmiyor, bazen paylaşılacak yeni birşey olmuyor.. Yine de arayı uzatmamaya çalışıyorum.

5.
Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun?

Evimde bilgisayar yokken ediyordum. İşyerinde öğle tatillerinde ya da sabahları işe başlamadan önce blogla ilgilenebiliyordum sadece. Ama şimdi evde bilgisayar var ve bu açıdan daha rahatım. Evde olunca feragat edilen şey ancak uyku ya da başka bir şeyle doldurulabilecek boş vakit oluyor, ama zaten ben yazmayı pekçok şeye tercih edebilirim.

Bu minik röportaj için teşekkürler!

Yorum Gönder

 
Top