Kaçış...
Kaçtım sonunda İstanbul'dan..
.. olacağı buydu!
Hem ruhum ağrıyordu hem bedenim.. kronikleşecekti hafifletmeseydim.. hem, ne kadar uzak kalabilirdim ki zaten? Sonunda oldu. Kaçtım. Arkama bakmadan hem de!
Erguvanlara inat, zeytin ağaçlarına koştum..
Küçük siyah valizime Siyah Kuğunun Şarkısı'nı, defter ve kalemlerimi, mumlarımı, yasemin kokulu tütsülerimi, Cennet İlahileri'ni, Seni Seviyorum'u, İlhan-ı Aşk'ı ve Sevgililer Günü'nü koydum. Biliyordum çünkü, O'nun müziği ve sözcüklerinin yardımıyla açılacaktı yolum..
.. kimselere haber vermeden, gece otobüsüyle, sabah orada uyanmak için yola koyuldum.. orada.. sokakları zeytin kokan Ayvalık'ımda.. hem de sadece kendime güneşli mavi bir sabah armağan etmek için..
İnince pansiyona bile uğramadan hemen fırından sıcacık köy ekmeği aldım. Minik odama çantamı bırakır bırakmaz mutfağa girip çay demledim, kendime terasta minik bir kahvaltı hazırladım. Ah işte nihayet zeytinyağına ekmeğimi bandım... o leziz mi leziz ekmeği.. yanında tulum peynirinin en güzeli, zeytinin en yeşili..
ve ah! o mis kokan domatesler..
.. ve karşımda deniz! hem de süt gibi bir deniz..
gözlerimden ruhuma akıtırken özlediğim mavilikleri, çayımı mutlulukla yudumladım..
o an çıkmaya başladı işte kanatlarım, yeniden.. parmaklarım da kalem aramaya başladı kanatlarım filizlenince..
.. yazılacak sözcükleri yakalamak için sokaklara çıktım.
Bu kadar mı özlenirsin be Cunda?
Yani bu kadar mı özlenirsin?
Derin derin içime çektim havadaki o güzelim kokuyu.. taş evlere dokundum.. yürümekten yoruldukça taş basamaklarına oturdum o güzel evlerin.. oralardaki yaşamları düşleyerek.. beyaz keten örtüler üzerine kondurulmuş meze tabakları ve rakı şişeleriyle, dolunaya karşı kurulmuş upuzun sofralar girdi düşlerimin kadrajına zaman zaman.. kaç kez doldu gözlerim.. bir parçamı hep bir yerlerde bırakmak zorunda mıyım ben? diye defalarca kendime sordum..
Çoktan uyanmıştı doğa kış uykusundan, çoktan çiçeklenmişti de meyveye bile durmuştu ağaçlar. Ben uyurken! Ben içimdeki kapılar sımsıkı kapalı uyurken, gelincikler açmıştı yol kenarlarında... O narin güzellikleriyle.. usulca dokundum, sevdim incitmeden.. kelebeklere benzetirim onları daima.. uçamayan kelebekler..
Özlediğim lezzetleri tattım sonra...
Peynirin, zeytinin en güzeli, kahvenin en köpüklüsü, dondurmanın en sakızlısı oradaydı. Sevgili minik tatlıhaneme, Güler'e de uğradım. Murat Bey sözleri ve ikramlarıyla yine beni mahçup etti, damağımda lor tatlısının eşsiz tadı, elimde bir kutu tazecik sakızlı kurabiye, mutlulukla ayrıldım oradan.
Akşamları pansiyonun terasında, hafifçe üşüyerek de olsa günbatımına kaldırdım kadehimi.
Güneş kızıl saçlarını usulca denize örterken denizin yanakları pembeleşiyor, sevgilisini sımsıkı kucaklıyordu. Öyle güzel batabilen bir güneşe karşı, hani şairin dediği gibi "içmeyip de ne halt edeceksin?"
.. karanlıkta el yordamıyla yürüdüm, içimin kıyılarına vardım nihayetinde.
kilitli kapıyı açtım.
sonra sözcükler dökülmeye başladı kalemin ucundan.. dönüşte hiç uyumadım.. kainatın sonsuzluğunu ve önümdeki uzun yolculukları düşündükçe içim ürperdi.. oluştuğum hücreler toza dönüp dağılıncaya kadar, ruhum konuk olduğu bu bedende daha neler yaşayacaktı kimbilir? bir yandan yolun ne kadar başında olduğunu düşündüm, bir yandan belki ortasında, belki sonunda olduğumu..
ama bunu asla bilemeyeceğimi...
Yorum Gönder