0
Ne çok yapılacak iş var...
Bazen eskiden de böyle miydi diyorum, bundan bir 10 sene öncesini düşünüyorum, hayır böyle değildi. Okunacak kitaplarım, izlenecek filmlerim her zaman çok oldu ama "iş" olarak bakmıyorum tabii bunlara. Gerçek anlamda işin çok olması, listelerin üstünü çize çize bitirememek, bir işi yaparken bir sonraki işi düşünmek, plan üstüne plan yapıp hepsine yetişeceğim diye koşturmak bu şehirde karşılaştığım bir yaşama biçimi. Ve sanki hep böyle yaşamışım gibi adapte olduğum.

Bu kadar hızlı akması hayatın, günlerin böyle soluksuz geçmesi iyi bir şey değil... Hiç kimsenin istediği böyle bir hayat olmamalı. Ama nerede ve nasıl kurulduysa bir yaşam biçimi, onu kökten değiştirecek radikal bir karar alınmadıkça öyle devam ediyor. Yapabileceğimiz şey sanırım sık sık sakinlemeyi, nefes almayı, her şeye bu derece "mecbur" olmadığımızı hatırlamayı başarmak. Biraz oluruna, biraz akışına, biraz rüzgara bırakmayı başarmak.

Sebzeli tartları seviyorum diye başlayacaktı aslında bu yazı. Ve niye sevdiğimi anlatacaktım. Ben sebzeli tartları çabucak hazırlanması, hem çay yanında hem ana yemek niyetine yenebilmesi ve doyurucu olması nedeniyle seviyorum....diyecektim. Düşününce yine o iki kavram geldi aklıma: Pratiklik, işlevsellik. Hayat bunu getiriyor / gerektiriyor çoğu zaman, değil mi? Mutfakta saatlerinizi harcamayı, her ne hazırlıyorsanız ona yoğunlaşmayı ve bir süreliğine tüm dünyayı unutmayı ne kadar sevseniz de, her ayın bir haftası boyunca gecenizi gündüzünüzü ona vermenizi gerektiren (üstelik aşık olduğunuz) bir işiniz olunca, sonraki bir haftayı da önceki hafta yapamadığınız bir sürü gündelik işe harcamanız gerekebiliyor. Kendinizle mi ilgileneceksiniz, evinizle mi, eşinizle mi? Yeni tarifler mi deneyeceksiniz, vizyona giren filmleri kaçırmama telaşına mı düşeceksiniz, boynu bükük sizi bekleyen kitaplarınızdan birinin kapağını mı aralayacaksınız? Arkadaşınızın izlediği şu harika diziye mi başlayacaksınız, yoksa aylarca önce Beyoğlu'ndan alınmış dvd'lere mi dalacaksınız? Hangi ara alışverişe çıkacaksınız? Peki ya olmazsa olmaz egzersiz nereye sıkışacak ajandanızda? Ya görmek istediğiniz dostlar, sizi özleyenler, sizin özledikleriniz? Sahi en son ne zaman deniz kıyısına gittiniz? Kendimi klonlamak istiyorum! Bir gün 24 saat değil 48 saat olmalı! diye nereye kadar söyleneceksiniz?



Malzemeler:

Hamuru için: 

- 2 su bardağı un
- 150 gr tereyağı
- 1 adet yumurtanın sarısı
- 1 Türk kahvesi fincanı soğuk su
- 1 çay kaşığı kabartma tozu
- 1 çay kaşığı tuz

Üstü için:
- 3 adet yumurta
- 1 su bardağı süt
- 1/2 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri (yaklaşık 50 gr)
- Bir tutam tuz

Sebzeli harç:
- 1 adet patlıcan
- 1 adet kabak
- 1 adet kuru soğan
- 1 adet havuç
- 2 diş sarımsak, ezilmiş
- 3 çorba kaşığı zeytinyağı
- Bir tutam tuz

Yapılışı:

1. Kabak, patlıcan, havuç ve kuru soğanı küp küp doğrayın. Bir tavaya zeytinyağını alıp ısıtın, sebzeleri ve ezilmiş sarımsağı ekleyip soteleyin. Hafifçe piştikten sonra ocaktan alın ılınmaya bırakın.

2. Hamuru hazırlamak için yumurta sarısını yoğurma kabına alın, soğuk suyu ekleyip çatalla çırpın. Üzerine tereyağını, unu, kabartma tozunu ve tuzu ekleyip yoğurun. Un az gelirse ekleyebilirsiniz. 10 dakika dinlenmeye bırakın.

3. Bu sırada üst malzemelerini çırpın, bir kenara alın.

4. Hamuru tart kalıbına kenarlarını hafif yükselterek yerleştirin. Ben küçük yuvarlak borcam kullandım. Elinizde varsa tek kişilik tart kalıpları da kullanabilirsiniz.

5. Hamurun üzerine sebzeli harcı yerleştirin. Eşit olarak yaydıktan sonra üstü için hazırladığınız yumurtalı-sütlü karışımı dökün. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında, üzeri kızarıncaya kadar pişirin. Hafifçe ılınmasını bekleyip dilimleyin.

Tarifi eski bir Yemek Zevki dergisinden kesip saklamışım. Tam zamanıdır diyerek paylaşmak istedim. Yanına çayla öğleden sonra, ayran ve salatayla akşam yemeği niyetine yenebilir. Ben en çok ayranla sevdim.

Hayattan derin nefesler alabilmeniz, yaşadığınız hiçbir güzel anı ıskalamamanız dileğiyle...

Yorum Gönder

 
Top