0

"Her kadın biraz Scarlett, her erkek biraz Rhett olmalı" diye düşündüğümde belki daha genç kız bile sayılamayacak bir yaştaydım. Rüzgâr Gibi Geçti benim ilk aşk filmimdi. Belki ilk film aşkımdı. Sinemanın ne kadar büyülü, ne kadar muhteşem bir şey olduğunu bana ilk hissettiren filmdi, evimizin salonunda, tek kanallı televizyondan izlediğim... Kaç kere izledim daha sonra? Bilmiyorum, çoook... Ama ilk izleyişimde, finalinde hissettiğim mutsuzluğu sonraları hissetmedim. Sonraları Scarlett'i daha iyi anladım. Sinema, bazen hayattan önce anlatır.

Bazı anlarında hayatın, bir filmdeki kahramanın gibi düşünürsün. Öyle düşünmek iyi hissettirir. O olsa ne yapardı dersin. Hele de taze izlediysen filmi, dünyayı bir süre onun gözlerinden seyredersin. Belki onun giydiği gibi bir elbise giymek, ya da şapka takmak gelir içinden. Belki saçını onun gibi kestirmek...


Bazı filmler vardır, hayatın ta kendisidir. Sana anlattığı hikayede kendini bulur, bazen de o hikayeyi kendin için yazmak istersin. Çünkü aslında film kahramanlarından farkımız yoktur. Onlar gibi aşık olur, onlar gibi acı çeker, onlar gibi mutlu olur, ağlar ya da güleriz. Özünde insan olmayan bir şey yoktur ki...

Ne çok film seyrettim, ne çok sahne geçti gözlerimin önünden, ne çok hikaye akıp gitti...
Ama kaldı bazıları. Hep bende kaldı, bir kız çocuğu şaşkınlığıyla, hayranlıkla izlediğim o eski filmlerden nice unutulmaz sahne... Öyle ki, gözümü kapattığım an, o sahnedeki o şarkıyı duyabilirim.



Biraz masallar, biraz öyküler, biraz da filmlerle büyüdüm ben.
Ondan belki de, kitapları göğsüme bastırıp koklar, film izlerken ağlarım.
Bazı replikler, aklıma düştüğü anda bile boğazımı düğümleyebilir. Bazı unutulmaz sahnelerde, yüzüme kocaman bir gülümseme yayılmışken gözlerimden yaşlar süzülebilir... Yağmur altında şarkı söylerken yüzü nasıl ıslanırsa insanın, öyle...

Filmler, hayatımızdır.
Çokça düş kurmaktır asıl hayat. Onca sıkıntının, işin gücün, derdin arasında... Olmadık yerde, olmadık zamanda düş görmektir. Bazen imkânsıza âşık olmaktır, bazen o imkânsız olduğu için güzel olana hani... Elini uzatıp dokunmak istemezsin. Sadece hayalini kurarsın, o hayalken güzel olanın. Bir film kahramanı gibi. Olamaz mı yani? Her kadın bir Angela, her erkek bir Lester olamaz mı?


Macar yönetmen György Palfi, bir hayal kurmuş.
Demiş ki, izlediğimiz onca aşk filmi, onca unutulmaz aşk sahnesi bir araya gelse, yepyeni bir aşk öyküsü doğursa... Tam üç yıl kurgu odasına kapanmış ve ortaya İstanbul Film Festivali'nin ilk gününde izlediğim Final Cut adlı şaheser çıkmış. 450'den fazla filmden yüzlerce sahneyi bir araya getirmiş ve bize sinemasal aşkı anlatmış bir kez daha. Festival izleyicisinden yürekten bir alkış aldığını, bu alkışa bugüne dek çok az filmin finalinde tanıklık ettiğimi söylemeliyim. Sonuna dek hak edilmişti o alkışlar. Elbette bu usta kurgunun yanı sıra, sinemanın kendisineydi. İyi ki var olana...
Bizi bize anlatana...
Bize hayatı öğretene...

Hayatı, aşkı, düş kurmayı, çocuk kalmayı...
Dünü, bugünü, yarını...


Final Cut iki kez daha; 31 Mart Pazar günü saat 11.00'de Rexx, 9 Nisan Salı günü saat 13.30'da City's salonlarında gösterilecek. 

Yorum Gönder

 
Top