Yeni kitaplar, yeni albüm..
Dharma'dan yeni kitaplarım geldi!..
Yaşasın!
Akşamın bir saatinde kapı çaldı. Kargoyu kapıda görünce şaşırdım, hem sipariş teslimi için erken olduğundan (sonuncu siparişim Türkiye karayollarını epey gezdikten sonra gelebilmişti), hem de kargo gelmesi için geç bir saat olduğundan!
Dharmacılara pakete bu kez o güzel ayraçlarından eklemedikleri için derin teessüflerimi bildiriyor ve hemen tanıtımlara geçiyorum:
Louis Aragon'un 22 yaşındayken yazdığı ve 1921 yılında yayınlanan Anicet ya da Panorama, Roman, yayınlandığı zaman Andre Gide tarafından "Fransız edebiyatının şaheseri" olarak nitelendirilmiş...
Aragon'un bu kitapta seçtiği kahramanlar oldukça ilginç isimler: Mesela Rimbaud, Valery, Breton, Cocteau, Chaplin, Picasso... Kendilerini roman kahramanı olarak pek düşünemiyorum..
22 yaşındaki Aragon, aşk ile sanatın ayrılmazlığını kanıtlamaya çalışırsa, bize eyvallah üstad demek düşer:)
Alpay Kabacalı'nın derlediği Yedi Deniz Beş Bucak, bir gezi edebiyatı seçkisi. Gezi yazılarını okumaktan keyif alacağım isimler arasında; Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Haldun Taner, Attila İlhan, Nedim Gürsel, Enis Batur, Feridun Andaç, Oktay Akbal, Buket Uzuner, hatta Nasuh Mahruki var.
Ancak kitap sadece bu isimlerden ibaret değil, Türk edebiyatının daha eski dönemlerinden başlıyor, Evliya Çelebi'den bugüne kadar uzanıyor. Gezi edebiyatımızın gelişimini izlemek adına iyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Ve tabi, satırlara daldığımda yine gitmeler üzerine düşler kuracağım sanırım...
Hakan Savaş'ın bu çalışmasını kitapçı raflarında gördüğümden beri, bu kitabı kesinlikle okumalıyım! diyordum. Varoluşçuluktan ve Sartre'den çokça etkilenmiş bir sinefil(imsi) olarak edinmekte geç bile kaldım aslında...
Kitabın tanıtımında şu cümleler gözüme çarptı:
"Çağdaş insanın kendini arayışının izini, -yaşamın ve insanın bütünlüğünü hiç gözden yitirmeksizin- felsefede ve sinemada sürmek, varoluşçuluk ile sinema arasındaki ilişkinin boyutlarını açığa çıkartmak bu kitabın konusu olmakla birlikte, asıl amaçlananın sinemaya felsefe ile bakmak, felsefi bakışı film çözümlemesi ve eleştirisine taşımak olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, "Sinema ve Varoluşçuluk" başlığını taşıyan bu çalışmadan beklenen, felsefe ile sinema arasında kurulacak bağda bir ilmek atabilmek ve felsefi bakışın sinema sanatını değerlendirme yönünde sağlayabileceği olanaklardan hiç olmazsa bir bölüğünü tanıtarak, örneklendirebilmektir."
Kitap sanatta varoluşçuluktan yola çıkmış, film noir'dan Hollywood'a uzanmış, kapanışı Bergman'ın Yedinci Mühür'üyle yapmış. Hadi bakalım...
Ve, Ezginin Günlüğü...
Sanırım bir süre daha başka bir albüm dinleyemeyeceğim.
Ezginin Günlüğü "Gemi"dir aslında benim için..
"ah küçücük gemi,
sulara attın şimdi kendini delisin
ah yakarlar seni
dönmezsin bir daha geri" ...
Ve, Datça'nın Mesudiye koyunda,
şirin bir pansiyonun terasında,
kocaman bir hamak yanına kurulmuş müzik setinden onları dinlediğim yıldızlı Ağustos gecesidir Ezginin Günlüğü...
Kadehteki kırmızının, içimdeki çokça hüzün ve yalnızlığın ebruli fonudur.
Gecenin sonunda deniz kıyısında yakamozları izlerken uyuyup kalmaktır...
Biraz su sesi, biraz yaz gecesi, biraz yalnızlıktır.
Küçük bir gemi olmayı istemek, küçük bir gemi olup okyanuslara açılmayı düşlemek, ama bir kıyıcıkta kalmaktır...
Gemi'nin verdiği duyguya çok benzer bir duyguyu yine ancak onlar verebilirdi. "Eksik Bir Şey" ile! Bu şarkıyı dinlerken, uyuyakaldığı için babasının kucağında taşınan bir kız çocuğu geliyor gözlerimin önüne, nedense... Ve hayır, o kız çocuğu ben değilim!
"eksik bir şey mi var hayatımda
gözlerim neden sık sık dalıyor
eksik bir şey mi var hayatımda
gökyüzü bazen ciğerime doluyor
öyle bir şey ki bu kolay anlatamam
atsan atılmaz satsan satamam
eksik bir şey mi var anlayamam
bak çayım sigaram herşeyim tamam
kalksam duraktan dolmuş gibi
arka koltukta unutulmuş gibi
terliklerimle gelsem sana
sonunda aşkı bulmuş gibi"....
Yorum Gönder