“Buradaki eski arabaları görmeyi çok istiyorum” diyordu sevgilim, Koç Müzesi’nin önünden her geçişimizde.. Geliriz bir haftasonu diyorduk, geçen Pazar sabahı aniden karar verip gittik. Aslında niyetimiz bir güne hem müzenin yakınlarında olan Miniatürk’ü hem de müzeyi sığdırmaktı ama bu mümkün olmadı. 1-2 saatte çıkarız diye düşündüğümüz müze o kadar büyük, öyle kapsamlıydı ki bütün günümüzü aldı. Miniatürk de bir başka haftasonuna kaldı.
Müzeye gitmek için önce Eminönü’ne gittik, oradan başka bir otobüse atladık. Puslu, soğuk bir İstanbul günüydü, hava yağdı yağacak.. Öyle sıkı kahvaltı etmiştik ki çantama bir paket krakerden başka birşey almamıştım. Ona da ufak bir çay molasında ihtiyacımız oldu, onun dışında ne acıktığımızı ne yorulduğumuzu farkettik akşama kadar.
Müzeye girince ilk olarak sağa yöneldik, zira en merak edilen bölüm olan eski otomobiller oradaydı. Oyuncak görmüş çocuklar gibi mutlu olan sevgilim bana tek tek bu eski arabaların teknik özelliklerini anlatırken, ben anlattıklarının çoğunu anlamasam da onu sevgiyle dinliyordum. 1960 model bir Chevrolet, 1951 model bir Jaguar, 1950 model bir Mercedes-Benz, 1965 model bir Volkswagen, 1962 model bir Rolls Royce, 1966 model bir Ford kimin ilgisini çekmez ki? Ama benim en çok bayıldığım, devasalığına rağmen zarif gövdesiyle iki araçlık yer kaplamış olan pembe Cadillac’tı! O ne güzelliktir öyle..
Yerli otomobillerle de garip bir hüzünle beraber geçmişe gittik adeta.. Küçükken caddelerde gördüklerim, babamın ilk kullandıkları, sonra Türk filmlerinden tanıdık gelenler.. Anadol’un değişik modelleri, Murat 124!
1930'lardan kalma bir Migros gezici dükkanının replikası
Denizcilik bölümünde çeşitli takalar, sürat tekneleri, motor koleksiyonları vardı. Ama en havalısı 6,8 metre uzunluğundaki Boğaziçi Saltanat kayığıydı! Nasıl bir ihtişam... “Boğazın her iki kıyısında sahil yolu yapılmadan önce (ve tabi köprülerin inşasından da çok önce) Boğaz kıyısındaki saray ve köşklere ulaşmanın tek yolu tekneler”miş bir vakitler... Başımda pembe bir ipek örtü, dantel eldivenli elimde ufak bir şemsiyeyle kendimi kayıkta giderken düşleyiverdim hemen:)
Havacılık bölümü de en çok ilgimizi çeken bölümlerden biriydi. Fırat’ın uçaklara olan özel merakı da eklenince epey zaman geçirdik burada. Bahçedeki uçağın içine girip pilot kabinindeki talimatları dinlemeyi bile ihmal etmedik:)
Demiryolu ulaşımı bölümündeki Kadıköy-Moda hattı sarı tramwayına girip “vatmanla konuşulmaz”, “cigara içilmez” şeklindeki talimatları gülümseyerek okuduk. Hemen yanında duran 1866 yapımı Saltanat Vagonu ise Sultan Abdülaziz’e armağan edilmiş ve Sultan bununla Avrupa turu yapmış.. Şimdi ise restore edilen bu vagonda Sultan'ın bir replikası duruyor!
Oradan motorsikletlere ve bisikletlere de göz attıktan sonra örnek zeytinyağı fabrikasını dolaştık. Replika işçiler çalışıyordu içeride:) Üretim süreci de duvardaki ışıklı panodan okunabiliyordu.
Müzede bunun gibi pekçok fabrika, işlik ve dükkan var. Marangozhane, tamirhane, eczane, oyuncakçı, hatırladıklarımdan bazıları.. Hepsinde de replikalar çalışıyor, bazıları sevimli, bazıları gece görseniz korkacağınız cinsten:) İçlerinde öyle tuhaf olanları vardı ki, bunların geceyarısı canlanıp bekçileri kovaladığı bir korku filmi sahnesi bile düşünüp çok eğlendik:)) Birisi içeri girince sistemlerin çalışmasını sağlayan fotoselli kapılar da cabası:)
İletişim bölümü benim en sevdiğim bölümlerden biri oldu. Bu bölüme ulaşmak için müzenin diğer binasına gitmek gerek. Evet, müzenin karşılıklı iki binası var ve bahçesindekileri görmeyi de eklerseniz gerçekten uzun bir vakte ihtiyacınız var tümünü gezmek için.. Bu bölümdeki ilk matbaa makineleri, eski kocaman ahizeli siyah telefonlar (bunlardan evime dekor olarak istiyorum! yıllardan beri istemişimdir..), eski fotoğraf makineleri (hele hele Ara Güler’in onyıllar boyu fotoğraf çektiği o nefis Leica!), fonograflar, eski müzik sistemleri, teleksler, sinema makineleri inanılmaz güzeldi.. “Kuşatma Altında Aşk” filminin bir sahnesinin seti bile kurulmuştu bir köşeye.. Ama replikalar ürkünçtü:)
“Dene-öğren” bölümünde pekçok ilginç objenin ve eşyanın çalışma sistemi gösteriliyordu. Bir otomobilin kesitini, bulaşık makinesinin nasıl çalıştığını, evimizde kullandığımız çeşitli aletlerin içini herhalde başka yerde görmek mümkün olmazdı.. Bu bölümün her düğmeye basmaya meraklı çocuklar için oldukça eğlenceli olduğu kesin! Hatta büyükler için de:)
Ve bilgisayar tarihi müzesi..
Fırat burada sergilenen Macintosh’ları görünce mutluluktan uçtu adeta. Kendisinin de ufak bir koleksiyonu var zaten, ama burada elinde bulunmayanlar, hatta hiç görmedikleri de vardı ve tabi her birinin fotoğrafını çekti. Belki kendi sitesinde yer verir bunlara diye ben yayınlamıyorum. Müzede en eski bilgisayarlardan Macintosh’lara, oradan da PC’lere uzanan süreç oldukça güzel sergilenmişti ve bu kısalığına rağmen dünyayı derinden etkilemiş tarihin içinde gezinmek çok eğlenceliydi.
Ufak bir özel eşyalar bölümü de yapmışlar müzede. Rahmi Koç’a hediye edilen eşyalar çoğu. Atatürk’e ait eşyalar da var. Çok güzeller..
Son olarak, Sütlüce-Hasköy arasında ufak bir nostaljik tramway gezisine katıldık. Müzeye bilet alan herkese bu biletlerden de veriyorlardı. Saati gelince hevesle bindik ufak vagona ama gezinti umduğumuzdan daha kısa ve komik oldu:) Vagon duvarlarına asılmış eski reklamları incelemekten çok keyif aldım.
İstanbul'daysanız vakit bulun, gidin bu müzeye derim. İstanbul'a gelirseniz de şehir turunuza ekleyin. Nefis bir tarih gezintisi yapar, hiç görmediğiniz ya da geçmişte kalmış ilginç şeylerle karşılaşır ve kesinlikle çok eğlenirsiniz. Pazartesi hariç haftaiçi 10.00-17.00, haftasonu 10.00-19.00 arası açıkmış. Giriş ücreti 8, öğrenci 4 ytl. Müze Haliç sahilinde, Hasköy caddesi no 27’de.
Otobüs hatlarını da yazayım:
47 Eminönü - Alibeyköy Hattı
54 HM Hasköy - Mecidiyeköy Hattı
54 HT Hasköy - Taksim Hattı
Öyle yorgun düşmüşüz ki dönüş otobüsünde ikimiz de uyumuşuz:) Gözümü Harbiye’de açtım. Neredeyse kaptırıp gidecekmişiz.
Şimdi sırada NATUREL Beden Zihin ve Ruh Sağlığı Festivali var. 22-25 Kasım tarihlerinde Harbiye Askeri Müze Kültür Sitesi’nde yapılacak olan festival bugün başladı. Geçen sene burnumun dibinde olduğu için sevinerek gitmiştim, bu yıl da kaçırmak istemiyorum, tabi yine şanslı olup bilet bulabilirsem! Böyle bir festivalin girişi niye 12 ytl olur ki? Cumartesi günü Nil Gün’ün Çekim Yasası söyleşisi, Pazar günü Anjelika Akbar konseri kaçmaz aslında.. Neyse.. festival hakkında detaylı bilgiyi http://www.festivaistanbul.com/ adresinden almak mümkün.
Yorum Gönder