0

"Âşıklar şehre döndüler / Yarıda kaldı sabah biten geceler" der şarkının devamı... Yazılmış en güzel yaz şarkılarından biridir belki de. Yaz aşklarına seslenir aslında şarkı, biraz da sonbaharın hüznü hissedilir notalarında. Biz o âşıklardan olmasak da, hep tazelenerek döneriz mevsimin son demlerinde çıktığımız tatillerden... Yaz kimi tazelemez ki?


Bir kere sofralarda birbirinden leziz mezeler vardır. Kışın bulamayacağınız lezzettedir hepsi. Közlenmiş patlıcan, deniz börülcesi, haydari, barbunya pilaki... Aklınıza ne gelirse, buz gibi rakıya eşlik etsin diyedir, muhabbete katık olsun diye... Serince bir yaz gecesi, denizin kıyıcığında, sevgiliyle veya dostlarla paylaşılan rakı sofrası, kimi tazelemez ki?


Dolunaya şiirler yazabilirdim şair olsam.
Beste yapabilirdim, müzisyen olsam.
Dolunay ismini verebilirdim, bir kızım olsa.
Öyle severim.
"Mehtabı birlikte seyrederek / Benimle bir rüya kuruver şimdi" der ya hani... Yaz gecesi mehtabı izlemek gerçekten başkadır. Üstelik bambaşka bir enerji verir bana, ayın diğer günlerinde olmadığım kadar ışıkla dolu olurum, içim içime sığmaz olur...


Yaz biter ve herkes evine döner...
Kiminin işi var, kiminin okulu var diye, kimi de sadece dönmesi gerektiğini düşünerek döner. Yoksa herkesin aklı kalır gittiği yerlerde... Kimi ufak bir teknem olsaydı der, kimi pansiyonum olsaydı, kimi kafem olsaydı... Bir yol aranır çaresizce, gidilen yerlere yerleşivermek için... Hayaller kurulur, içten içe bilinir geri dönüleceği, ama hani öyle olsaydı ne olurdular düşünülür, konuşulur...


Lokmalar kızarmış yağa atılır ve ortalığı mis gibi kokusu sarar. Kimi için Bodrum demektir, kimi için belki Yeniköy, benim için Cunda... Bol susamlı, sıcacık lokma tatlısı, yanında sade dibek kahvesi, hayatın tam göbeğinden bir ısırık almak demektir. Öyle lezzetlidir!


Dört mevsim değil de, sadece yazın dondurma yiyenlerdenseniz, işte o dondurmaların tadı bir başka olur. Hele de fabrikasyon değil de el emeği ise... Karadutlu, cevizli, sakızlı, kavunlu... Yazın ta kendisi değildir de nedir?


Takvimlere göre tam da bugünlerde bitiyor yaz. Benim için Eylül'e girildiği an bitiyor ama hissedilmesi için ekinoksa girmek gerekiyor. İşte ışığın renginin değiştiği bugünler, yılın en sevdiğim günleri...


Yaza dair bütün keyifleri, özlediğimiz lezzetleri, dostları, hayalleri ve anıları yüreğimize depolayıp döndük yine şehr-i İstanbul'a. Bu kez yepyeni bir keşfin mutluluğu da var içimde; sizinle de tanıştırmak istiyorum: Tarlakuşu.


Tarlakuşu, Ayvalık sokaklarında yürürken kolaylıkla rastlayabileceğiniz bir yerde. Bir "Ekolojik Yaşam ve Sanat Ürünleri" mekânı. Burada soluklanıp kahvenizi içebilir, Ayfer hanımla sohbet edebilir ve zeytin, zeytinyağı, sabun ya da hediyelik alışverişinizi yapabilirsiniz.


Tarlakuşu aynı zamanda Ahmet Yorulmaz hocanın "Bizim Zeytinyağlı Ayvalık Yemeklerimiz" kitabının da satışını yapıyor. Çok üzücü ama hâlâ bir sponsorları yok. Halbuki bu güzel kaynak kitabın Ayvalık'a gelen ya da Ayvalık yemeklerini seven herkese ulaşması gerekiyor.


Yaz boyunca Ahmet hocanın kitabından pek çok yemek tarifi denedim. Ve her defasında, zeytinyağının mucizesine bir kez daha hayranlık duydum. Siz hiç "ekstra sızma" zeytinyağı ile sade pilav yaptınız mı? Yapmadıysanız bir deneyin. Pirinci kavurmadan, sadece 1-2 saat önceden ıslatarak, kendi ölçüsünde kaynamış suya yağ ile birlikte koyarak pişirmeyi bir deneyin. Ve yazın bana nasıl bir lezzetle karşılaştığınızı...


 Ayfer hanım bizim Tarlakuşu'na gittiğimiz gün Ayvalık Kültür Sanat Günleri kapsamında bir sergi açılışı için harıl harıl çalışıyordu yardımcılarıyla birlikte. Ne güzel şeyler oluyor bu küçücük yerde, şapka çıkarılası... Açılışta sunulmak üzere küçük tadımlık lezzetler ve kuru yemiş tabakları hazırlanmıştı. Ben şu gördüğünüzün tadına, güzelliğine inanamadım!


Kavrulmuş buğday, evet.
Bütün bir kâseyi yiyebilirim. Ama daha iyisi, salatalara eklemek olurdu herhalde. Bir de nasıl yapıldığını öğrenebilseydim...


Yaz bitti ve benim en sevdiğim zamanları başladı yılın... Mevsim döndü.
Tembel öğle sonraları bir gölgede veya serin bir odada okunan kitaplar kaldı geriye.
Hiçbir şey yapmamanın güzelliği kaldı, hatırımda, kış boyu saklanmak üzere.

Hani der ya Zen şiiri;
"Hiçbir şey yapmadan otur
Bahar gelir
Ve otlar kendiliğinden büyür"

Evet bu kitap kaldı en çok, yazdan geriye...
Bir anda çok satan kitaplar listesine nasıl giriverdiğini anlamadığım, Sabahattin Ali'nin o güzelim "Kürk Mantolu Madonna"sı...

"...insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor. Seninle aramızdaki yakınlaşmanın bir hududu, bir sonu olmamasını ne kadar isterdim. Beni asıl, bu ümidin boşa çıkması üzüyor..."

Aşka dair, aşkı aramaya, bulmaya, kaybetmeye, hatırlamaya, tekrar aramaya ve tekrar aramaya dair... Bütün bunlara dair, ama en çok da insan olmaya dair belki de dilimizde yazılmış en güzel kitap bu. Günümüze kalabilmesi, belki en çok günümüzde okunması gerektiğinden. Eylül okumalarınız arasına almanızı dilerim.
Mutlu Eylüller!




Yorum Gönder

 
Top