0


Sabah uyandığımda mutfakta bir poşet dolusu pembe domatesle karşılaştım...
- Anneeee! Sen bensiz pazara mı gittin?
- Ne yapayım kızım uyanmadın.
- Anne insaf et, sabahın körü daha! (kabul, çok körü sayılmaz ama bir tatil günü için öyle)
Annem kestiği pembe domatesin bir yarısını burnuma uzatınca yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı.
- Hmmm.. nefis kokuyor! Hadi hemen yiyelim.
Annem ilk ve kısa pazar seferinde köylü bir teyzeden aldığı tazecik kesiği bir tabağa koydu ve üzerine pembe domateslerden doğradı.
- Zeytinyağı gezdirelim mi?
- Hayır hayır! bu böyle saf bir güzellik olarak kalmalı ve fotoğrafı çekilmeli..

Bugün çok uzun bir zaman sonra annemle pazar gezmesine çıktım. Mahallemizde kurulan pazara çok yakın olmak gerçek bir şans! Her Çarşamba iş çıkışında ancak toplanırken görebildiğim pazara, tatilde olunca bugün erken saatlerde çıkabildim. Rengarenkti yine! Gözlerime en fazla çarpan renk kırmızı oldu; biber, domates ve şeftali kırmızısı olarak! Nasıl da boldu hepsi. Annem domateslerin artık "olduğuna" kanaat getirdiği için farklı satıcılardan ve çoğunlukla "dört kilo 1"cilerden kilolarca domates aldık. Ve hemen bugün başladı annem onları şişelemeye. Domatesler doğranır, sonra kavanozlara doldurulur, kaynatılarak konserve edilir. Sonra da kış boyunca yemeklere 2-3 kaşık eklenir, o harika rengi ve kokusuyla afiyetle yenir! Son birkaç yıldır bu böyle bizde. Ve artık salçaya pek itibar etmiyoruz bu yüzden. Hem domatesleri şişelemek çok daha pratik.

Kurtlu mayhoş elmalar getirmiş köylü teyzeler, biliyorum doğallar ama tatlanmalarını bekleyeceğim yine de. İlaçla iştah açıcı görünüme kavuşturulmuş kocaman elmalar da vardı tabi ama elmaya duyduğum tüm aşka rağmen yutkunarak geçtim önlerinden. Şeftali alındı bolca, tatlı mı tatlı sultaniye üzümlerden de, sonracığıma eski bir sevgiliye rastlandı ve heyecanla en güzelleri seçildi: Mürdüm eriği tabi ki! Bu yılın ilk erikleri. Satıcı, annemle aramızdaki diyalogu (ne yapacaksın kızım o kadar eriği? kek yaparım anne) duyunca "afedersin abla kek mi yapıyonuz bundan?" dedi. Evet dedim. Adam şaşkınlıkla bir bana bir yanındaki çocuğa bakıp "annem neden yapmıyor ki?" demez mi! Annem kolumdan çekiştirmeseydi tarifi anlatmaya başlayacaktım nerdeyse (alışkanlık!) ama "teyzeye selam söyle, bildiği gibi kek yapınca hamurun üstüne bu eriklerden koysun öyle pişirsin" diyebildim sadece:)

Teyzemin biri taze bademlerini kurutup getirmemiş mi? İki de çuval dökmüş önüne, birine 5 der, öbürüne 3. Teyze etme eyleme ne farkı var bu bademlerin? Ver işte şunu da 3'e! Öbür badem biraz daha iri de ondan. Teyzem Nuh der peygamber demez. Hemen kırıverdi birkaçını. Lezzetli mi lezzetli. Peki dedik aldık biz de. Annem magnezyum eksikliği için her gün birkaç tane yiyor. Ben de bol bol aşırıp keklerime kurabiyelerime koyuyorum! Tam stok tükenmişti ki tazeleri geldi. Ne güzel!



Taze barbunyalardan aldık, o benim vazgeçilmezlerimden. Çıtır börülcelerden de. Daha çok taratorunu yapıyoruz börülcenin. Kavurması da güzel olur!

Börülce deyince, deniz börülceleri de nedense pek boldu ve öyle güzellerdi ki fotoğraflarını çekmeden duramadım. Satıcı nereli olduğumuzu sordu fotoğraf çektiğimi görünce. Buralıyız! dedim. Bir makineme bir bana bakıp "ee, ilk defa mı görüyonuz deniz börülcesi?" deyince annem gülmeye başladı. "Yok, biliyorum da, internet sitem var oraya koyacağım fotoğrafı" dedim. Adam "haa!" deyince annem daha fazla gülmemek için kolumdan yine çekiştirmek zorunda kaldı...



Pazarın içinde oturmanın güzel tarafı; yorulunca eve dönülür, alınanlar bırakılır, birer bardak dünkü soğuk çaydan içilip serinlenir, yedek poşet toplanıp tekrar çıkılır...

Bir teyzem de beyaz patlıcan satıyordu!
Hemen gidip, bunlar nasıl patlıcan böyle? dedim merakla. Hiç görmemiştim de duymamıştım da! Bakar mısınız lütfen?



Teyzem "mantar gibi olur gızım, pek güzel olur kavurması, alın bi deneyin" dedi. Demeseydi de alınır denenirdi zaten, bu merakla! Nasıl yapalım dedik, "bildiğiniz gibi gavurun" dedi. İyi peki. Poz vermeyi de pek sevdi teyzem! Yanında da ineklerinden sağdığı tazecik sütlerin şişeleri..

Biz hemen her sebzenin kavurmasını yaparız ya, patlıcanı da kavurarak yeriz genelde. Enteresan beyaz patlıcanları da hemen bu akşam pişirdik. Tarif her zamanki gibi; patlıcanlar küp küp doğranır, tuzlanarak kevgire konur, kara suyunun akması beklenir. Sonra tavada zeytinyağında 1-2 soğan ve birkaç diş sarımsak kavrulur. Kırmızı ve yeşil biberler de doğranıp eklenir. Sonra yıkanıp tuzu giderilmiş patlıcanlar da tavaya atılır ve hepsi karıştırılıp bir müddet kavrulur. En son küp doğranmış 2 domates de eklenir, orta ateşte arasıra karıştırılarak pişmeye bırakılır. Serviste üstüne yoğurt dökülerek afiyetle yenir.




Son olarak her zamanki hijyenik peynircimizden (bizi görünce eldiven takan peynirci!) peynirlerimizi de aldık. Kaşar yerine kullandığımız tulum (deri değil di mi? valla teneke tulum abla!), kahvaltılık karacotlu peynirimiz ve kelle peyniri - ki her zaman olmazdı, benim şansıma:) Karacotlu peynir çuvalı görülüyor aşağıda. Ahmet Örs'ün kulaklarını çınlattım. Sizin o peyniriniz var ya o peyniriniz! diye ne çok bahsetmişti:)


Pazar gezmesi böylece bitti işte...
Bir daha böyle uzun uzun ne zaman gezebilirim kimbilir? Hayatın renkleri ve kokuları pazarlarda. Gezilmeli, görülmeli, koklanmalı. Her fırsatta!

Yorum Gönder

 
Top