Gri bir haftasonu..
Bahar, bir müddet sonra tekrar gelmek üzere yerini kışa bıraktı kısa bir süreliğine. Gerçi bahar bile bitmiş, yaz gelmişti adeta ama çok erkendi.. İşte yine hava soğuk derecesinde serin. Kahve makinesinin düğmesine bastıktan sonra artık yazmalıyım diyerek bilgisayar başına oturdum. Doğrusunu söylemek gerekirse; o kadar güzel, öyle içten yorumlar geldi ki sizden son yazıdan sonra, bir müddet güncellemek istemedim. Sonraki günlerde de fırsat olmadı bir şeyler karalamak, son fotoğrafları yüklemek için.
Biraz “ordan burdan” bir yazı olacak, ama birikenleri paylaşmanın başka bir yolu yok sanırım:)
Geçtiğimiz haftasonu, yani nişandan 1 hafta sonra, Rabia ablamıza “el öpmeye” gittik:) Bursa dağlarına, Orhangazi’ye yaptığımız her yolculuk çok özeldir bizim için.. Bu seferki de çok özeldi. Kucaklaştık ablamızla, Ahmet abimizle ve Gülde’leriyle. Çok kısaydı vakit bu kez, ama ne gam, “zaman yok”tu ki zaten.. Manolya diktik sevgilimle, bahçeye. Gönlü gibi zengin bahçesinde, hepimiz için bir ağacı vardır Rabia ablamın. Bizimki de manolya oldu. Bakalım ne zaman açar o güzelim beyaz çiçeklerini?
Erguvanlar açmıştı...
Onu ben çağırdım uzaklardan dedi ablam. Havadaki kokusunu duyar, ah benim bahçemde de olsa dermiş hep.. Bir bakmış, önce bahçenin aşağılarında bir erguvan. Gün gelmiş tam karşısında bir tane daha..
Mor salkımları tam 7 sene sonra bu bahar açmış, çok değerlilermiş..
Mor salkımları tam 7 sene sonra bu bahar açmış, çok değerlilermiş..
Bakraç içindeki unutma beni çiçeği.. Pek minik, pek güzel..
Bu saksıda yan yana açmış sarı şakayıklara da Sibel & Fırat adını verdim. Şımardım mı ne:)
Bu nasıl bir güzellik böyle, bakar mısınız? Hangisi daha güzel, karar veremedim ben..
Kollarını başlarının üzerine kaldırmış, danseden balerinlere benzemiyorlar mı?
Alerjimin izin verdiği ölçüde bahçede dolaştım, bol bol fotoğraf çektim, ama havayı fazla koklayamadım... Sanırım yine katkı maddeli şeyler yiyorum diyerek kendime kızdım, zira uzun süredir böyle şiddetli bahar alerjisi olmamıştım... Detoksa ihtiyacım var aslında biliyorum ama hep erteliyorum. Daha fazla ertelememeliyim..
Alerjimin izin verdiği ölçüde bahçede dolaştım, bol bol fotoğraf çektim, ama havayı fazla koklayamadım... Sanırım yine katkı maddeli şeyler yiyorum diyerek kendime kızdım, zira uzun süredir böyle şiddetli bahar alerjisi olmamıştım... Detoksa ihtiyacım var aslında biliyorum ama hep erteliyorum. Daha fazla ertelememeliyim..
Bahçenin fotoğrafları bitmez..
Ama İrem'den de haberler var:)
Aydın’a gittiğimizde İrem onu çok merak eden eniştesiyle de tanıştı nihayet. Pek sevdiler birbirlerini. Hoş, İrem kuşun sevmediği kimse var mı, yok:) Birazcık koca dedesinden ve ninesinden korkuyor, o kadar!
Büyümüş, daha da güzelleşmişti kuşum. Teyzesine pozlar verdi, maviş gözleriyle objektife bakıp kıpırdama İrem deyince duruyordu:)
Teyzesinin ot sevdasının İrem'de de olacağı bir kehanet olmasa gerek! Otların arasında öyle mutluydu ki miniğim. Anneannesi hardal otlarını ayıklarken o kimisini oyuncak yaptı, kiminin tadına baktı.
Otların ayıklanması bittikten sonra da anneannesiyle sarmaş dolaş oldular. Teyzesi de dayanamayıp fotoğrafladı onların bu halini. Anneciği çalışmak zorunda olduğu için 8 aylık kuşum anneannesiyle geçiriyor günlerini...
Ot demişken; Aydın'da pazar gezme şansım da oldu. Kucağımda İrem olduğu için çok fazla bakınamadım ama gördüğüm tezgahlar yılın ilk domatesleri, bahar sebzeleri-meyveleri ve otlarla doluydu. Hardalotunu salata yaptık, arapsaçı valizimde benimle İstanbul'a geldi (sonra da köy yumurtalarıyla birlikte kavruldu), bir de sarmaşık yemek kısmet oldu. Acıot da dedikleri, ancak benim gibi otseverlerin severek yiyebileceği, buruk bir ot sarmaşık. Annem yoğurtsuz sever bu otu, yoğurtsuz da güzel olur zaten, ama ben Aydın'da has süzme yoğurt bulmuşken onunla yedim tabi:)
Annem nohut mayalı ekmek yapmıştı, hem orda yedim, hem de gelirken koca bir tanesini getirdim. 40 dilim çıktı o koca ekmekten, buzluğa attım 4 poşet halinde. Bakla getirdim sonra, nasıl taze, nasıl lezzetliydi.. İki sefer pişirdim onu da, tadı hala damağımda.. Köy yumurtaları getirdim hiçbirini kırmadan, bir koca pet içinde de halis sızma.. Marketten almak zorunda kalmıştım en son, canım sıkılmıştı!
İstanbul-Aydın yolculuklarının en sevdiğim yanı, Susurluk'ta tost ve ayran..
Başta dediğim gibi, ordan burdan oldu bu yazı.
Bir tatlı tarifim de vardı aslında, ama o şimdilik kalsın.
Umarım çok fazla ara vermeden yazabilirim tekrar, çünkü bugünlerde telaşlıyız, düğüne fazla bir zaman yok.. Gelinlik provaları, hazırlanması gereken ama henüz nasıl olacağına karar verilememiş nikah şekerleri, davetiye listesi... İlgilenmemiz gereken öyle çok detay var ki bazen düşünmekten bile yoruluyorum, bir an önce bitsin istiyorum. Bir an önce bitsin ve kendimizi deniz kenarında, rakı sofrasında bulalım bir gün batımında!..
.. ama öyle hemen kolayca erişilmiyor güzelliklere, biraz yorulacağız elbet.
neyse ki yorgunluklar da geçecek..
hayatın sarkacında, olduğumuz yerin farkında olarak nefes alabilmek en güzeli.
Yorum Gönder