0

Tepelerin mi, hayatın mı ardında? sorusu yankılanıyor içimde ve uzun bir zamandan sonra ilk kez bir film hakkında yazma isteğiyle doluyum. Beyoğlu Sineması'nın hüzünlü hâlinden haberiniz var mı bilmiyorum. Elimizden uçup gitmeden, "nasıl olur, nasıl kapanır" demeden önce, lütfen ama lütfen çıkalım AVM'lerden, film izlemek için Beyoğlu'na gidelim! O güzelim sinema salonları çırpınıyor... Tutalım ellerinden, onları bomboş bırakmayalım. Bileti patlamış mısır ve kolayla beraber paket olarak satan, kocaman konforlu koltukları olan salonları seviyor da olsanız, bir karton bardakta sütlü kahve içerek de çıkıyor iyi bir film izlemenin tadı... inanın bana.

Tepelerin Ardında...
Yönetmen Cristian Mungiu, aldığı ödüllerin hangi birini sayayım? Bu son filmi de Cannes'da Altın Palmiye'ye aday gösterilmiş. 2,5 saatlik uzun süresine rağmen zamanın nasıl geçtiğini başlangıçta anlamadığım, ikinci yarısında ise yoğun duygusal ve fiziksel şiddet nedeniyle içim ezilerek bitsin istediğim bir film oldu... Bitsin ama böyle bitmesin... Aynı yetimhanede birlikte büyüyen Voichita ve Alina'nın hikâyesi, Tepelerin Ardında. Voichita sığındığı manastırda kendine yeni bir yol çizmişken Alina onu ziyarete geliyor ve böyle başlıyor film. Geçmişte iki genç kızın yakınlaşmış olduğunu anlıyorsunuz ama nasıl bir yakınlaşma olduğu izleyiciye bırakılıyor. Başlangıçta bunun bir aşk olduğunu düşünürken, giderek iki yalnız ve çaresiz insanın birbirine tutunması olduğunu anlıyorsunuz. Tanrı'ya sığınan Voichita ve Voichita'ya sığınmak isteyen Alina... Biri "gel gidelim" dedikçe diğeri "ben yolumu çizdim" diyor ama yüreği öyle demiyor aslında. Belki yüreğinden gelen sesi kendi de duymuyor, duymamayı öğretiyor kendine... Durmaksızın kar yağıyor, kar her şeyi örtüyor gibi ama bu bembeyazlıkta kapkara bir şeyler de var.

Kış hiç bitmeyecek mi?
Bu soruyla finale gidiyor film. Kış hiç bitmeyecek mi... Yoldan sıçrayan çamur bir arabanın camlarından akıyor. Çamurdan başka bir şey yok son sahnede... Ama bir umut var. Kış bitecek diyor birisi... Bu ne biçim bir dünya oldu böyle? sorusu ise yanıtsız kalıyor.


Bir hafta daha vizyonda kalır mı bilmiyorum. Tek salonda gösteriliyor, gidin, izleyin.
Kocaman bir kahve alın ama önce. Sıcak bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz çünkü izlerken. İçiniz üşüyor. Onlar üşüdükçe, o bembeyaz çaresizlikte soluklardan buhar çıktıkça, mumlar parmak darbeleriyle söndürüldükçe üşüyorsunuz. Ve bazı karanlık düşüncelerin, örümcek beyinlerin -eylemleri farklı olsa da- her yerde aynı olduğunu anlayıp bir kez daha ürperiyorsunuz...

Yorum Gönder

 
Top