Yine kaçtık İstanbul'dan...
Şu anda nerede olduğumu söylemeyeceğim ama tahmin edenler edecek:)
Kocaman bir merhaba Ege'den!
Çok özlediğimi hissediverdim birden yazmayı. Yanan onlarca mumun arasında, klimanın güç bela serinlettiği ahşap zeminli odamızda, sevgilim gece fotoğrafları çekmek üzere terasa kaçmışken yazıyorum bu satırları. Yazılacak çok şey var aslında, hissediyorum içimde biriktiklerini ve kısa cümleler kurmak gelmiyor içimden. Şahane bir kadının satırlarını okuyorum her fırsatta, bütün sevdiğim yazarlar gibi, yazma isteği ile dolduruyor içimi. Kendi hayatımın yaklaşan ikinci yarısını düşünüyorum, tam eşiğinde durmuş olacağımı bu ayın sonunda. Sahi, Eylül geldi!
Kaçışımızın ilk durağı olan anne evinde, ilk sabah kahvaltısı.
Semizotları balkondaki saksıdan.
Bir kısmı İrem kuşun elinde. Kahvaltıda semizotu yiyen bir çocuk o, hem de kemire kemire. Biraz narin, biraz minyon, bazen küçücük bir hanımefendi, bazen bebek kokan bir kuş... Biraz mızmızlanıyor tabağındaki yumurtayı görünce, pilavından tavukları ayıklatıyor, köfte yememek için pazarlık yapıyor. Vejetaryen olacağının sinyallerini veriyor bebekliğinden beri. Isırarak yediği incirin soyulacağını öğrenince şaşırıyor biraz. Kocaman kırmızı erikleri dişlemeye bayılıyor. Ah bir de kedileri çok seviyor... İsmini Nohut koyduğumuz (Özlemciğim seni kıskandık!) bu kediciğin bebeklerine anneannesinden gizli yer yapmış balkonda... Beş çocuklu Nohut, emzirmekten yorgun düştüğü anlarda bol bol sevdirdi kendini bize. Bebekleri de İrem'e...
Her kahvaltının baş kahramanı, sevgilimin en sevdiği patlıcan közlemesi... Biberler yanında süs.
Sayıklıyordu kıştan beri.
Ben de yapıyorum sürekli ama annemin yaptığı bir başka. Çünkü patlıcanlar bir başka güzel. Bizim organik diye aldıklarımız yanına bile yaklaşamıyor bunların. Neden acaba? Çok düşünüyorum bunu.
Benim kahramanımsa başka...
Her yerde aradığım, belki yöresel peynirler satan bir yerde bulurum umuduyla hep bakındığım.
Karacotlu peynir elbette. Tuzuyla damağımı kaşındıran, hiç yağ içermeyen, üzerine cömertçe dökülecek sızma ile bulan kıvamını. Öyle ki, sızmasız düşünülemez bu peynir. Biri Leyla biri Mecnun. Öyle yani.
Biliyor musunuz, Aydınlılar Dominos Pizza ile yeni tanıştılar. Evet, şaka değil! Bak dedim sevgilime bulvarda yürürken, "buranın kızları kilolu bile olsalar ince bellidir, dikkat et" Lafımı sevgilim tamamladı; "Hamburger ve patatesle büyümedikleri için!"
Dondurma yedik bol bol. Dondurma canavarlarından değilim ben, olursa gerçekten iyisini yemek isterim, hani içinde şakacıktan değil gerçekten meyve parçaları olan, kütür kütür bitter çikolata parçaları içeren, mis gibi kokan dondurmalardan. İşte onların yapıldığı tek dondurmacı biliyorum Aydın'da, Mendo. Hele bir dondurmaları var ki... Her şubesinde yok ama bulvarın sonundaki parkın önünde bulunuyor. Naneli çikolata parçalı. Ayvalık dahil başka yerde görmedim. Yaşar Usta yapar mı bilmem. Ama bu dondurma var ya... Muhtemelen daha önce de sözü geçti burada. Ama tekrar yazmak istedim. Üzerine sosmuş fıstıkmış sakın ha... Üç kocaman top, bir de taze yapılmış külah, tamam. Mutluluktan ayaklarım yere değmiyor bir müddet:)
Soğuk kahveler de içildi tabi.
Gönül Kahvesi'nde. Sanırım İstanbul'da da var şubeleri. Kahveyi pek bir özenle süslüyorlar, yanında kocaman çikolata drajeleriyle servis yapıyorlar.
Arka planda bir dondurma canavarı. Galiba bir tek bu konuda bana benzemiyor. Dondurma olsun da nasıl olursa olsunculardan o. Allahtan başka bir zararlı merakı yok. O kadar da olsun.
Güzelliklerin bir bölümünü geride bıraktık kısacası.
Şahane kitaplar da okudum bu arada. İnci Aral'ın Ruhumu Öpmeyi Unuttun'u mesela. Bir türlü elim değip de bitirememiştim, bir çırpıda bitti. Sonra Salinger ve Gönülçelen, nihayet. 20'li yaşlarda, hatta daha önce okumalıymışım... İyiliğe, saflığa, çocukluğa dair öyle güzel bir öyküydü ki... İrem'in belli yaş dönemlerinde okuması gereken kitapları listelemeyi istiyorum bir ara. Bir yandan da bırakmalı kendi keşiflerini yapsın diyorum. Hangisi doğru bilmiyorum. Çocuk yetiştirmeye dair hiçbir şeyi bilmiyorum ki henüz.
Sokağımızın en kedisever komşusu Fikriye teyzede bayram ziyaretindeyken kucağıma aldım Tarçın'ı. Bir de kardeşi var, tıpkıbasım gibi, Bahar. Terrier cinsi Karamel ile beraber mutlu mesut yaşıyorlar. Tarçın beni pek sevdi. Ben de onu tabi. İnmedi kucağımdan dakikalar boyunca.
Kaçışımızın ikinci durağındayız şimdi.
Kedisi ve delisi meşhur bir yerde!
Eylül'ü burada karşılamak neye benziyor biliyor musunuz? Çok güzel bir rüyanın, uyanıp tekrar uyuduğunuzda devam etmesine. Sanki hiç zaman geçmemiş, az önce burdaymışız, hep burdaymışız gibi...
Yorum Gönder