Labneyi yalnızca tatlılarda kullananlara oldukça şaşırtıcı gelebilecek tarifler vardı. Ve hepsi de deneme isteği uyandırıyordu. Birkaç deneme yaptım tabi hemen. İçlerinden en beğendiğim bu haydari oldu. Hatta ilk lokmadan sonuncusuna dek hımhım sesleriyle yedim desem hiç abartmış olmam. Aklınıza gelir miydi ıspanağı soteleyip labnelemek? Benim gelmezdi. Buyrun yapılmışı :
Malzemeler
- 1 kutu (200 gr) labne
- Yarım demet (250 gr) ıspanak
- 1 diş ezilmiş sarımsak
- 2 çorba kaşığı zeytinyağı
- 2 çorba kaşığı dövülmüş ceviz
- Tuz, pul biber
- Ispanağı yıkayıp temizleyin, doğrayın.
- Yağın 1 kaşığını tavaya alarak ısıtın, ıspanakları ekleyip yüksek ateşte kısa süre soteleyin. Ilınmaya bırakın.
- Ilınan ıspanağı bir kâseye alın. Labneyi üzerine ekleyin. Cevizleri ve sarımsağı ilave edin. Peyniri malzemeye yedirinceye kadar karıştırın.
- Servis tabağına alın. Üzerine kalan zeytinyağını gezdirip pul biberle süsleyin. Ilık veya buzdolabında soğutarak servis yapın.
Ben buzdolabından çıkmış hiçbir yemeği sevmeyen biri olarak ılık hâline bayıldım. Ah tabi bir de ıspanaklar organikti. En güzel zamanı bir de şimdi. Tazecik alıyorum her hafta, temizleyip kaldırıyorum. Hafta içi iş çıkışı çabucak hazır oluyor ıspanaklı ne yapacaksam, ne istediyse canım. Bu da haydarisiydi. Tavsiye ederim, yapın. Ekmeğinizi bana bana yiyin. Mutlaka taze veya kızarmış ev ekmeği olmalı ama... Ya da Komşufırın'ın yayla ekmeği. (Beyaz ekmek sevenler daha bir bayılacaktır, ben bile bitiyorum o ekşi maya kokusuna...)
Bu hafta sonum upuzundu, tam 3 gün... Gerçi 2 günü iş gezisiydi ama... Ben "iş"ten saymıyorum ki! Huzur doldu içim Sapanca'da. Hele o yoğun mu yoğun iş günlerinin ardından, kelimenin tam anlamıyla ilaç gibi geldi.
Hayır odada kahvaltı yapmadım:) Ama çok hoşuma gitti kapıma asılmış bu not. Sevgilimle olsaydım kesin isterdim öyle bir keyif. Kimbilir, bunu da isteriz evrenden ve gönderir belki bir gün?
Yastık seçmem ben, uyurum her şekil. Ama bayıldım bu konfora.
Yağmurlu, gri, soğuk ve pusluydu hava ama göz alabildiğine yeşillikti dışarısı. Dev kaplumbağa ve geyik heykelleriyle süslü bahçe inanılmaz güzeldi.
Bol bol uyudum, uzman ellerin yaptığı aromaterapi masajıyla pamuk gibi oldum, bitki çayları içtim, bahçeden toplanmış gibi taze envai çeşit ot yedim.
Gideceğimiz günün sabahı, kahvaltı sonrası yağmurlu verandaya bakıp kahve içerken "beni burada bırakın!" dedim...
Herkes aynı şeyi söylüyordu ama kent bizi bekliyordu. Kent ve müptelası olduğumuz telaşlarımız. Şikâyetlerimiz olsa da, hayat hiç de tozpembe olmasa da, hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü / zannedildiği gibi mükemmel olmadığını / olamayacağını bilsek de gerçek olan bir şey var ki, bu işi sadece bu işe âşık olan yapıyor, yapabiliyor. Bunu daha iyi anladım. Bir tek ben değilmişim "matbaa kokusuna âşık" olan!
Otelden ayrılmadan önce son olarak bir-iki mağazayı dolaştık. Çok sevdim bu fincanları. Evde bin tane kahve takımım olsa da yenisine gözüm kayar benim. Ama bakar mısınız renklere? Şeker gibiler.
Bir ara bütün yemek takımlarımı böyle renk renk yapmak gibi çılgınca fikirlerim vardı. Sadeliğin büyüsü baskın çıktı elbette sonunda. Kırık beyaz renkli sade takımımı ve eflatun çiçekli günlük tabaklarımı çok severek kullanıyorum ama böyle renk renk bir kahvaltı ya da çay seti toplamak yapılacaklar listemde... Hiç bitmeyen listelerimi de seviyorum ben!
Yorum Gönder