0

Mardin'e bir kez daha gitme şansı buldum geçtiğimiz günlerde. Üç yıl önce yine şimdiki gibi işle ilgili bir geziye katılmış ve sadece iki gece kalıp doyamadan dönmüştüm. (Şuradan okuyabilirsiniz ilk izlenimlerimi). Bu kez daha da kısa sürdü. Sadece bir gece ve iki günün ardından döndüm "masal şehir"den. Aslında blogda tekrar yer verme düşüncem yoktu. Ama o kadar farklı görüntüler vardı ki hem fotoğraf makinemde hem de aklımda, bir kez daha yazmalıyım diye düşündüm. 



Dara Antik Kenti vardı bu kez programımızda. Mardin'in güneydoğusunda, Mardin-Nusaybin karayolu üzerindeki Oğuz köyünde bulunan bu antik kent kalıntıları, "İpek Yolu" üzerinde yer alıyor ve dünyanın ilk su barajına ait olduğu düşünülüyor. Biz gittiğimizde nekropol alanında çalışma yoktu ancak bu fotoğrafı çektiğim bölümde çalışma devam ediyordu. Rehberimizle birlikte bize bilgi veren bir görevli eşliğinde gezdik antik kenti. Önceden futbol sahasıymış burası, kazıdan önce. "Meğer nasıl bir tarihin üzerinde top oynuyormuşuz" dedi görevli. "Mezopotamya'nın Efes'i" deniyormuş buraya... Taşların fısıldadığı kadim hikayeler beni daima hüzünlendirir. Yerlerdeki Süryani mezarları, kaya mezarları ve Hz.İsa'yı karşılamak için sandalyede otururken gömülen azizlerin hikayesini dinlerken ise bir kez daha ürperdim... 




Beni ürperten bir yer de "zindan" oldu. Her ne kadar su sarnıcı olarak inşa edilmiş olsa da, halkın buraya zindan diyor olması bile yetti ürpermeme. Hani o eski Bizans filmleri geldi gözümün önüne, ister istemez. Yerin 25 metre altında olmanın düşüncesi bile beni fena yapıyor, ama görülmeli. Burası yakın dönemde temizlenip ışıklandırılmış. Dokunduğunuz her duvar bir şey fısıldıyor sanki. Dara Kenti'ni gezerken "zindan" yazılı duvarı takip ederek inebiliyorsunuz buraya.  



Dışarı çıkınca "Zindan Cafe"de bir çay içmek gibisi yok. Gün ışığı gibisi yok daha doğrusu! (Çay konusunda çok hassas biri olmama rağmen, Mardin'de içtiğim bütün çayların tadı damağımda kaldı bu arada.) Çayınızı ister kayalıkların üzerine atılmış masada içebilir, isterseniz de içerideki şark köşesine kurulabilirsiniz. Mekan sahibinin gözü gibi baktığı sultan papağanını sevmeyi de unutmayın. Poz ver deyince kanatlarını açıyor size:) Burada güzel bir köy kahvaltısı da yapılabilir, hem de ne güzel olur kimbilir, şöyle yayıla yayıla...



Mardinli çocukları mutlu etmek çok kolay. Çantanızdan çıkardığınız bir muzu, bir parça keki, bir meyve suyunu bile ellerine verdiğinizde nasıl heyecanlanıyorlar görmelisiniz... 


Onlar hep güzeller... Her coğrafyada, her toprakta ayrı güzeller. Özellikle kız çocukları için hep dua ederken buluyorum kendimi, her an aklımdan geçen cümle, "Allahım şansları güzel olsun..."

"Güneş Tapınağı" denen bu yerdeki ışığın güzelliğine inanamadım. Günün başka saatlerinde nasıl olur bilmiyorum ne yazık ki, mesela sabah gün doğumunda, akşam gün batımında nasıl olur... Ben bu kareyi öğle saatlerinde çektim. Ve o anda kaldım... 



Mardin'deki Kasımiye Medresesi'ne geçen gelişimde gidememiştim. Yapımı 15. yüzyıl sonunda tamamlanan bu medrese, zamanında dönemin en önemli eğitim kurumlarından biriymiş. Günümüzde de Mardin'in en büyük yapılarından biri. Hikâyesi de oldukça hüzünlü. Buradaki taşların da bir hikâyesi var yani, giderseniz kulak verin. Duyamazsanız rehberinize sorun anlatsın. Ben sadece avlunun ortasındaki suyun hikâyesini anlatayım: Çeşme ana rahminden doğuşu simgeliyor. Aktığı yer hayat, kavuştuğu havuz ise ölüm, yani öze dönüş. 

2007'de restore edilen medreseyle ilgili ne yazık ki çok az bilgi kalmış günümüze. Ama hikayeler daima var, dinlemesini bilene. Çıkınca da Mezopotamya ovasına şöyle bir tepeden bakmak gerek. Gün batımında nasıl güzel olur kimbilir...


Çaylar çok güzel dedim ama kahvelerini yazmazsam hatırı kalır. Mardin çarşı içinde yer alan Artukbey, buranın alışveriş için en ideal kuru yemişçi / kahvecisi. Ne ararsanız var. Gitmişken muhakkak kakuleli kahvesinin tadına bakın. Kendi özel karışım kahveleri de çok lezzetli. Süryani kahvesinin yanı sıra o tadına doyulmaz menengiç kahvesini de bulabilirsiniz burada, hem de ev yapımı olarak. Fıstığa benzetiyorum, hatta Antep fıstıklı sütlü çikolataya benzetiyorum ben onun tadını.


Tatmak istediğimizde hemen pişirtip ikram etti dükkanın sahibi o güzel kahvelerden. Bu "özel karışım" dediği kahvenin tadı damağımda kaldı. İçinde farklı baharatların tadını alabiliyorsunuz, sanki biraz zencefil, biraz kakule var ama sır gibi saklıyor formülünü.

Ve tabii "hayalet şeker" dedikleri mavi şekerden (durdukça rengi koyu maviden açık maviye doğru gidiyormuş, ondan böyle diyorlar), tarçınlı zencefilli badem şekerinden, dağ leblebisinden, kabuğuyla kavurdukları yer fıstıklarından, kabuklu bademlerinden de alın. Yanı başındaki fırına da uğrayın çıkışta, orada da Mardin peksimetleri, mis kokulu kiliçe çörekleri bekliyor sizi. Çörekleri dondurucuya atarsanız dilimleyip, şehirdeki Pazar kahvaltılarınızda mutlu mutlu eşlik eder size, reçelle-balla beraber. Galeta kemirmeyi seviyorsanız eğer, peksimetlere bayılacağınız garanti. Kiloyla satıyorlar, aman çok olur demeyin, bir sene dayanıyor (tabii o kadar durursa!). Güzelce paketleyin hava almasın yeter ki. Havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama Mardin'in ekmekleri de çok lezzetli...   


Güzel bir Mardin sofrasında, güzel lezzetlerle tanışmak isterseniz de Bağdadi Restoran çok güzel bir seçim olur. Henüz çok yeni, geçen sene açılmış ama geç bile kalmış sanki. İçerisinin dekorasyonundan tabak seçimlerine, yemeklerinden ikramlarına kadar her şey dört dörtlük. Üzerine nar taneleri ve kapariler serpilmiş bu salataya bayıldım...


Tabii ki siz gittiğinizde Mardin'e özgü lezzetleri yiyin ama burada bir kaburga dolması fotoğrafı bulamayacaksınız:) Vejetaryen olduğum önceden bildirilince, bana özel hazırlanmış bu sebzeli güveç karşısında çok duygulandım. Neden derseniz, "misafire gösterilen özen" demekti benim için de ondan. "Bulduğunu yesin" dememişler, tüm konukseverlikleriyle menüde olmayan bir lezzet yaratmışlardı benim için. Bir kez daha ellerine sağlık!

Ama şunu da söylemem lazım: Mardin'de sırf tatlı yiyerek bile yaşayabilirim aslında ben. Öyle doyumsuz bir "harire" tatlıları var ki, hani nerdeyse fincanı da yiyecektim:) Adaşım olan bir Mardin gelini, şurada vermiş tarifini. Pekmezle yapılıyormuş bu muhteşem tatlı. Ben yediğimde süt tadı da aldım, anladığım kadarıyla sütle de yapılabiliyor ama bahsettiğim blogda sütsüz yapılmış bir tarif var. Her iki versiyonu da deneyebilirsiniz dilerseniz. Şahsen ben öyle yapacağım çünkü doyamadım tadına. (Bu tatlıyı kaldığımız Kasr-ı Nehroz Otel'de ikram ettiler, diğer yemek fotoğrafları ise Bağdadi Restoran'dan).


Çocukluğumdan beri en sevdiğim tatlı kabak tatlısıdır. Aydın'ın da kabak tatlısı meşhurdur zaten. Annem şerbetli ve hafif diri kıvamda yapar, ona alıştığımdan İstanbul'da karşıma çıkan fazla pişip erimiş ve şerbetsiz-kuru halini sevememiştim. Sonra Çiya'da "kirece yatırılmış çıtır kabak" denen lezzetle karşılaştım:) Ve işte dedim, aradığım buymuş meğer... Hele üzerine dökülen tahin, nasıl dayanılmaz bir şeye dönüştürüyor onu! Nerede bir "çıtır kabak" görsem, akan sular durur benim için, o günden beri. Bağdadi'de tatlıya sıra geldiğinde "çıtır kabak var" cümlesini duyunca da neredeyse ellerimi çırpacaktım sevinçten. Tahini ister üzerine dökün, ister bana bana yiyin, muhteşem...


Mardin'in geceleri de çok güzel. Manzarası için "gerdanlık" diye boşuna demiyorlar. Böyle bir manzarayla karşılaşabilmeniz için Midyat Konukevi'ni gün batımından sonra ziyaret etmeniz gerekiyor. Ve merdivenlerden en üst kattaki terasa çıkmanız. Ay ve yıldızlara o kadar yakın olacaksınız ki, şaşırıp kalacaksınız. Çünkü bizim onları büyük şehirde görmemiz, bizi çevreleyen hava kirliliği ve binalar tarafından engelleniyor. Oysa oradalar. Varlar.

Midyat'ta ziyaret ettiğimiz bir köy okulundan, sınıfa asılmış bir çocuk şiiriyle noktalamak istiyorum bu yazıyı. Dedim ya, onlar her yerde hep en güzeller...



Yorum Gönder

 
Top